Esasında 1921 Anayasasında referans alınması gereken en önemli kısım, 11. maddeden 23. maddeye kadar, yerel idari sistemi düzenleyen ilkelerdir.
N. Mehmet Güler
1921 Anayasasını hukuki, teknik açıdan ele almak ve diğer anayasalarla mukayese etmek uzmanlık gerektiren bir konudur. Bu yazıda sadece 1921 Anayasasını hazırlayan, kabul eden Büyük Millet Meclisini ve temsil ettiği toplumsal bileşimi, risk ve tehditler bakımından koşullarını ve günümüzle benzerliklerini ele alacağız.
Anayasalar yapıldıkları tarihsel, toplumsal koşullar ile birlikte değerlendirilmelidirler. Bu perspektiften bakıldığında; 1921 Anayasasının arka planlarından biri, 19. yüzyıla yayılan Osmanlı “aydınlanma” ve “değişim” hareketidir. Ayrıca 1.Paylaşım Savaşı’ndan çıkmış dünya tablosu; Bolşevik devrimi, Lenin’in “Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı” ve “Wilson Prensipleri, 1921 Anayasasının temel ilkelerini etkileyen önemli hususlardır. Yine savaştan galip çıkmış İngiltere ve Fransa’nın, fiiliyata uyguladıkları “savaş dönemi gizli sözleşmeleri” ve özellikle Osmanlı’yı paylaşma ve işgal planları ve buna karşı Anadolu ve Mezopotamya’da yaygınlaşan direniş örgütleri, şuralar, kongreler, meclisler 1921 Anayasası’nın ruhunu oluşturan gerçek zemindir.
1921 Anayasası yapıldığında Osmanlı henüz fiilen varlığını devam ettirmektedir ve İstanbul başkenttir. Toplumun neredeyse bütün kesimleri; farklı kimlikler, kültürler dayanışma, ortaklaşma içinde, kurtuluş arayışında ve mücadele halindedir.
Bir tür “doğrudan demokrasinin” fiili yaşandığı atmosferden söz edebiliriz. Yerelin en alt birimlerinden yukarı doğru farklı sosyolojik, etnik grupları temsilen katılım, 1921 anayasasını kabul eden meclisi, “kurucu meclisi” yapmıştır. Prof. Dr. Ergun Özbudun, sadece 1921 Anayasası yapan meclisi “kurucu meclis” olarak kabul eder.
Meclisi oluşturan vekiller, yerelde halkın farklı kesimlerinin doğrudan seçtiği delegelerdir. Merkezileşen, katılaşan, tekleşen, ötekileştiren bir devlet erki yoktur. O şartlarda olabildiği kadar heterojen; farklı fikirlerin, inançların, kültürlerin, sosyal yapıların mücadele koşullarında ortaklaşması, dayanışması söz konusudur.
Prof. Dr. Fuat Keyman’a göre ”1876’dan 1982’ye yapılan bütün anayasalar içerisindeki tek demokratik anayasadır” Anayasanın içeriğinde, bireysel hak ve özgürlükler ile ilgili özel bir madde yoktur, zaten tamamı 23 artı 1 ek maddeden oluşmaktadır ve 14 maddesi yerel idari yapılanmayı düzenlemeye ayrılmıştır.
Anayasayı yapan mecliste ifade hürriyetinden söz etmek daha doğru olur. Henüz bir şef kültü, tek adam otoritesi yerleşmemiştir. Ülke mücadele halindedir. Dengeleri kollamak büyük önem arz ediyor. “1921 Anayasası iki aylık kıran karna bir tartışma ile hazırlanmıştır”
Derin ve tehlikeli iki fay hattından söz etmek gerekir; Osmanlı’da devam eden meşrutî, monarşi ve cumhuriyet ikiliği ile daha ciddi boyutta şeriat ve laiklik çelişkisi…
Mecliste Türk, Kürt, Laz, kendini komünist olarak tanımlayan, şeriatten, halifelik makamından kesinlikle taviz vermeyen, daha az sayıda laiklik isteyen mebuslar vardır. Bu ortamda karar alınabilmesi ifade özgürlüğünün, uzlaşı ve toleransın varlığını yeterince kanıtlar. Etnik yapıya atıfta bulunmayan “Türkiye Devleti” tanımlaması, geniş toplumsal uzlaşmaya, ortaklaşmaya, konsensüse dayanan “toplumsal sözleşme” olma niteliği, halkçılığı ve çoğulculuğu, üzerinde neredeyse fikir birliği olan özelliklerdir.
Tarihçiler bunu doğruluyor, fakat çoğu “ölüm kalım şartlarının” getirdiği zorunlu ve geçici bir durum olarak değerlendiriyor. 1924 Anayasası ve sonraki yıllarda yaşananlar bu görüşü yeterince teyit ediyor. Tam da bu noktada, günümüzde dünyadaki değişimlerin ve beraberinde getirdiği çatışmaların en sert yaşandığı Ortadoğu’yu ve bunun Türkiye üzerindeki etkilerini dikkate aldığımızda, özellikle son bir yılda dile getirilen “riskler” ve “gelecek sorunu” yeni bir “ölüm kalım şartı” olarak okunabilir.
Esasında 1921 Anayasasında referans alınması gereken en önemli kısım, 11. maddeden 23. maddeye kadar, yerel idari sistemi düzenleyen ilkelerdir. Yerel halkın iradesine dayanan idare sistemi, “Kendi Kaderini Tayin Hakkı” ilkesinden etkilenerek, Anadolu ve Mezopotamya halklarının, ana Müslüman öbek olarak Kürt ve Türklerin, nüfus yoğunlukları dikkate alınarak hazırlanmıştır. CHP önceki dönem Eğitim Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı
Yıldırım Kaya “ M.Kemal Atatürk BMM’ni oluşturduğunda Kürt milletvekilleri var mıydı? Vardı. Hangi kimlikleri ile gelmişlerdi oraya? Kürtleri temsilen gelmişlerdi. Cumhuriyetin kurucu unsurudur, Kürtler. 1921 anayasasını bugüne uyarladığımız da sorun zaten çözülüyor” diyor, yıllar önce.
1921 Anayasası, güçlü bir yerel demokrasi modeli tanımlanmıştır. 11.-14. Maddelerde, “Vilayet, manevi şahsiyet ve muhtariyete sahiptir” der. Yerelin hem farklılıkları yani özgünlükleri hem özerkliği kabul edilir. “BMM’nin yapacağı yasalar çerçevesinde, vakıflar, medreseler, eğitim sistemi, tarım, bayındırlık ve sosyal yardımlaşma işlerinde vilayet şurası yetkilendirilir”
Birçok vilayeti ilgilendiren konular, iç ve dış siyaset, şer’i umum ve askeriye ile ilgili konular BMM yetkisinde bırakılır. Evet BMM’ye bağlı “Umumi Müfettişlik” ve “Vali” atanmıştır ama valinin yetkisi devletin genel ve ortak işlerini yürütmekle sınırlıdır. Vali yalnızca devletin genel görevleri ile yerel görevler arasında, anlaşmazlık, çelişki durumlarında müdahale eder.
Görüldüğü gibi 1921 Anayasası farklı kimliklerin bir arada “kardeşlik-eşitlik ilkesine” göre yaşamasının şartlarını içeriyor. Elbette günümüz Türkiye ve dünya koşulları göz önünde bulundurularak örneğin, “Avrupa Yerel Yönetimler Şartı” gibi metin ve deneyimlerden yararlanarak, Valilik makamı, İl Özel İdareleri ve Belediyeler Kanunu yeniden düzenlenerek, halkın katılımını ve denetimini güncelleyen doğrudan demokrasiye daha yakın, yepyeni bir model oluşturulabilir.
“Yeni Anayasa” hazırlık sürecinde 1921 Anayasasını tartışmaya devam edeceğiz.