Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Ufuk Uras: ‘Siyaset geleceği inşa faaliyetidir’:

Silah bırakanlar Norveç’e gitmesin, Türkiye’de siyaset yapsın

Ufuk Uras: ‘Siyaset geleceği inşa faaliyetidir’:

Eski milletvekili ve siyasetçi Ufuk Uras, çözüm sürecinde yaşanan gelişmeleri değerlendirerek, “Bu bir teslimiyet değil, dönüşüm süreci. Silahlar bırakıldıysa siyaset alanı açılmalı. Bu insanlar başka ülkelere değil, TBMM’ye girmeli” dedi. Uras, iktidarın reform hamlelerini de “kendi lehine olduğu sürece dönüşümden çekinmez” diyerek yorumladı.

Barış ve demokratik toplum sürecine ilişkin gelişmelerin hız kazandığı bir dönemde, sürecin hem siyasi hem de toplumsal boyutuna dair önemli değerlendirmeler Ufuk Uras’tan geldi. Devlet Bahçeli ile yaptığı görüşmeden, Abdullah Öcalan’ın paradigmatik değişim çağrısına; Meclis’te kurulması beklenen komisyona, silah bırakanların geleceğine ve anayasa sürecine kadar pek çok başlıkta açıklamalarda bulunan Uras, siyasetin geleceği inşa etmekle mükellef olduğunu vurguladı. Röportajda öne çıkan en çarpıcı başlıklardan biri, “silah bırakanların yurt dışına gönderilmesi yerine Meclis’te yer alması gerektiği” yönündeki çağrısı oldu.

Sürecin yalnızca siyasi elitlerle değil, halkla, sivil toplumla ve muhalefetle birlikte örülmesi gerektiğine dikkat çeken Uras, Türkiye’nin bu tarihi eşikte doğru bir yönelime sahip olduğunu bunun da ancak istikrarlı adımlarla sürdürülebileceğini ifade etti.

Uras, barış süreciyle eş zamanlı olarak yürütülen yargı müdahalelerini ve belediye operasyonlarını ise “siyasetin alanını genişletmek yerine daraltan çelişkili adımlar” olarak değerlendirdi. Anayasa tartışmalarından infaz yasasına, siyasetin etik kodlarından iktidar-muhalefet ilişkisine kadar birçok konuyu içeren bu röportaj, sürecin nereye evrilebileceğine dair önemli ipuçları veriyor.

Süreci başından beri takip etmekle kalmayıp aynı zamanda katılımcı olarak da aktif rol alan Ufuk Uras, Numedya24’ten Ezo Özer’e konuştu.

Devlet Bahçeli ile görüşmenizin ardından geçen 8 ayda çözüm süreci nasıl bir rota izledi? Bahçeli grup toplantısında sürecin artık bir devlet politikası haline geldiğini ve devletin başının bu süreci gerçekleştirmekle mükellef olduğunu söyledi. Eksiklikler ve atılması gereken adımlar nelerdir? Süreç sizce ilerlemesi gereken biçimde yürüyor mu?

Bence süreç kıvamında gidiyor. Tabii tam senkronize olmamış olabilir. Devlet Bahçeli’yle görüşürken biraz daha sürecin hızlanması için DEM Heyeti’yle temas halinde görüştüm. Ardından da Sayın Ahmet Türk’le buluştuk ve bu sürecin toplumsallaşması açısından bir mutabakat vardı. Aslında Öcalan’ın vaat ettiği hemen hemen her adımı attığını söyleyebiliriz. Tarihsel önemde bir video yayınladı, stratejik pozisyonunu teyit etti. Demokratik modernite vurgusu çok önemliydi. Bu adımın da sürecin gelişimini hızlandıracağı kanaatindeyim.

Eğer ayakların, adımların uyumunda bir problem varsa bu büyük ölçüde devlet ve siyaset alanına ilişkin ama esasa ilişkin bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Silahların bırakılması da dahil olmak üzere, kamuoyundaki desteğin hızla artabileceği bir zemin var.

Esas problem iktidarın CHP belediyeleriyle olan operasyon politikasında. Çünkü ilki, yani barış, siyasetin alanının genişlemesini gerektirirken ve sağlayacakken, buna anayasa değişikliği de dahil, bu belediyelere yönelik müdahaleler, siyasetin alanını daraltıyor. İktidarın bu konudaki politikalarını gözden geçirmesi, yenilemesi, başka partilerin iç işlerine müdahale anlamına gelecek adımlardan sakınması gerekiyor.

Bu süreçte PKK cephesinde askeri ve siyasi değişikliklere tanıklık ettik. Silah bırakma konusunda büyük adımlar atıldı. Ancak Türkiye tarafında halen umut veren bir değişim gözlemleyemiyoruz. Bu durum süreci tehlikeye atmıyor mu? Siyasi olarak da büyük değişiklikler beklemeli miyiz?

Tamamıyla merkezileşmiş bir AKP’den bahsediyoruz. Devlet Bahçeli de zaten görüşmemizde “Ben yapacağımı yaptım. Bundan sonra iş iktidarda.” diye topu oraya atmıştı ama hep buradan, “acaba iktidarın iki bileşeni arasında bir sıkıntı var mı?” polemikleri oldu. Taraflar bunun bir devlet politikası olduğunu ifade ediyorsa farklılaşma olmayacağı kanaatindeyim. Meclis’te komisyon çalışmalara başlayacak. Ana muhalefet partisi CHP de o komisyonun içinde. Belli nedenlerle bu anayasa sürecine dahil olmak istemiyor ve CHP’siz bir anayasa süreci de tabii çok güdük kalır ve Türkiye’de yeni bir anayasa isteyenlerin de elini kolunu bağlar. O açıdan sıkıntılı bir durum.

İnfaz Yasası’nın kapsamı beklediğimiz gibi olmadı. Kamuoyu çok farkında değil. Sadece 6.000 kişi bu İnfaz Yasası’ndan yararlandı. Sonbaharda bunun genişlemesi söz konusu. Terör yasasındaki tanım evrensel standartlara uygun hale getirilebilir. Bütün bunlar bir mücadeleyi gerekli kılıyor. Ve bütün bu yaz döneminde biraz siyasetin toplumsallaşması zemininde, partiler, sivil toplum örgütleri bir faaliyet içerisine gireceklerdir umarım.

Bu süreç aksamaz, yeter ki güven verici adımlar atılsın.  Silah bırakma, Süleymaniye’deki süreç son derece kıymetli. Biz bütün barış hareketinin sloganlarından yola çıkarak silahları tarım aletlerine çevirmek lazım dedik, o simgesel yanı son derece önemli.

Barış ve demokratik toplum sürecinde hangi faktörler rol oynuyor?

40 yıldır hayatımız emperyalist politikaları, NATO’yu, ABD’yi eleştirmekle geçti. Ancak tuhaf bir durum yaşanıyor. Ortadoğu’da -Suriye de dahil- sanki ABD-İran arasındaki kısa süre çatışmanın ardından vekalet savaşları durmuş gibi bir tablo oluştu. İlginç olan şu: Türkiye’nin Suriye’de yürüttüğü süreçler, artık küresel bir network içinde ve bir tür optimumda ilerliyor. Bu adımlar onlara rağmen değil, onlarla birlikte atılıyor. Bu da zaman zaman avantajlı olabiliyor; örneğin Trump döneminde Erdoğan’la kurulan olumlu ilişkiler gibi.

Bu işin bir yönü. Diğer tarafı ise anayasa ve reformlar meselesi. “Bu kadar pragmatik, otoriter hatta otokrat bir iktidar neden reform adımları atsın?” diye soranlar var. Cevap basit: Demokrasiye bayıldığından değil, bu reformların kendi lehine olacağı düşündüğü için. Tıpkı AKP’nin ilk döneminde AB reformlarına sahip çıkıp, daha sonra “Bu imtiyazları neden paylaşayım?” noktasına gelmesi gibi. Buna “Gorbaçov sendromu” deniyor. Bir adım atıyorsunuz, halıyı ayağınızın altından çekiyorsunuz ve siz de devriliyorsunuz. Bu süreç hep böyle gelgitlerle yaşandı.

Bugün ise bu reformlar, bu dönüşüm iktidarın da lehineyse, AK Parti’nin kurmay heyeti ve devlet aklı, bizi şaşırtacak şekilde bir “başkalaşım” sürecine hayranlıkla yaklaşabilir. Kafka anlamında değil elbette ama gerçek bir dönüşüm süreci yaşanabilir. Çünkü 15 Temmuz’dan sonra devlet, siyaseti yeniden dizayn etmeye başladı. Biz hep siyasetin devleti dizayn etmesini savunurduk ama bu süreçte “devlet aklı”, toplumdan bir-iki adım önde hareket etti. Ve biz bunu öngöremedik. Devlet Bahçeli’nin çıkışları da dahil.

Özellikle Marksist gelenekten gelenler için konuşuyorum: Geleneksel eğitimimizde tarihin hep bir amacı olduğu ve zorunlu olanın eninde sonunda ortaya çıktığına dair bir inanç vardır. Ama tarih böyle işlemez. Hiçbir zorunluluk kendiliğinden ortaya çıkmaz. Ancak siz onu inşa ederseniz tarih oluşur. Biz hep tarihin arkamızda olduğunu varsaydık; ama dönüp baktığımızda bunun doğru olmadığını gördük.

Bu çerçeveden baktığımda, Öcalan’ın paradigma değişikliği içinde işaret ettiği şeylerden biri de bu. Marx’ın Marksizme tabi olması ve bu anlam dünyasının boşluklarına ilişkin eleştiriler gerçekten dikkat çekici. Türkiye bağlamında da artık soy merkezli bir siyasetten, Türküyle Kürdüyle bir arada yaşamayı esas alan bir siyasete doğru evriliyoruz. Ancak burada da aynı açmaza düşüyoruz: Bu süreç muhalefetsiz, CHP’siz olmaz.

İktidar neden bir yandan demokratikleşme süreci yürütürken diğer yandan yargıyı siyasallaştırarak CHP üzerindeki baskıyı artırıyor?

Yargıyı siyasallaştırmaktan vazgeçmek gerekiyor. Ama neredeyse Cumhuriyetin kadim tarihi hep böyle geçmiş. Geçenlerde Zekeriya Sertel’in anılarına bakıyordum. 1930’larda da yargıçlar “acaba Ankara ne der?” sorusunu hep kendine soruyordu.

Bu memleketin hangi belediyesi olursa olsun, işi olan herkes rüşvet çarkını bilir. Neredeyse bundan azade bir belediye yok. Asıl mesele Türkiye’de rant dağıtma mekanizmalarına yönelik tutum almakta, bunu da kimse almıyor. Siyasetin finansmanı buradan yapılıyor vesaire. İhale yasası, yerel yönetimler yasası, belediyeler yasası diyoruz. İktidar hadi değiştirelim dese muhalefet “hayır mı” diyecek? Konunun yapısal dönüşüm kısmına asla gelinmediği için kamuoyu haklı olarak bu tutumları, yargı aracılığıyla siyaseti dizayn etmek olarak algılıyor.

Bir taşla birkaç kuş vurma ya da kuş katliamı dediğimiz mesele de var. Siyasetin pragmatizmi. Bu arada Ekrem İmamoğlu’nu tasfiye edip, bir tür İmamoğlu’suz CHP yaratalım. CHP yönetimi de şimdi buna “tamam” diyecek durumda değil. Yani kendi kendine harakiri yapacak durumda değil. Ama genel olarak bütün bu süreçte gördüğümüz, külliyede daralmış bir siyaset ile Adalet ve Kalkınma Partisi iki paralel yapı gibi ilerliyor.

Anayasa değişikliği tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? CHP’nin erken seçim çağrıları da var. İktidar yanıt verir mi?

Bir kere siyaset öncelikleri belirleme sanatı. Herkesin başka önceliği olabilir tabii. Bizim baktığımız yerden, DTP milletvekili olarak benim önceliğim her zaman barış. Barışa katkısı olur mu, köstek olur mu ekseninde her şeye bakıyorum. Diğer konular önemsiz olduğu anlamında değil ama bu barış meselesi üst belirleyen. O çerçeveden baktığımızda barışla ilgili adımlarda bir kararlılık görüyoruz. DEM heyeti esas itibariyle bunu çok net ifade ediyor. Dolayısıyla bu süreç netleşmeden buna bağlı olarak anayasa da dahil olmak üzere bir erken seçime gitme ihtimali yok.

Siyasi iktidar kaybedeceği bir seçime gitmez. Bir harakiri olur bu. Ama tabii ki muhalefetin de seçim talebinde bulunması çok doğal. Zaten her seçim, bir önceki seçimin ertesi gün başlamıyorsa kaybedilmiş bir seçimdir. Dolayısıyla muhalefetin bu konuda hazırlığı çok doğal ama bu anayasa meselesini tek başına Erdoğan üzerinden okumak da doğru olmayabilir. Erdoğan’ın böyle hedefleri olabilir. Bu açık ama bundan ibaret değil. Mesela Kürt sorununun demokratik çözümüne ilişkin oluşacak taslağın kendisi bütün partilerin katılacağı, daha önceki Anayasa Uzlaşma Komisyonlarında olduğu gibi olacaksa, ki öyle olacak gibi gözüküyor, bir metne bakmak lazım, değişiklik önerilerinde bulunmak lazım. Olmazsa, bir kenara çekilirsiniz.

Bir de bu anayasa ve diğer tartışmalarda siyasette yeni bir harmanlanma olabilir. Yani Deva Partisi’nden Gelecek Partisi’ne, DEM’e konuya endeksli olarak farklı tutumlarla karşılaşabiliriz. Anlaşılan o ki bu metni referanduma da götürecekler. İktidar kanadı %80’e yakın bir oyla referandumu alacakları beklentisi içerisinde gördüğüm kadarıyla. Ondan sonra seçime gidecekler. Bugünkü anketlere bile bakarak analiz yapmak bir şey ifade etmiyor. Çünkü yarın siyasi iklim ne olacak bilmiyoruz.

Bu barış sürecine destek %15’le başladı, 40’a çıktı, 60’a çıktı. Bu nedenle nokta analizi yapmamak lazım. Süreç analizi yaptığınızda iktidar açısından, niye böyle bir siyasi intihara girsinler? CHP açısından baktığımızda da -altılı masa döneminden biliyoruz- parti devleti modeline karşı en geniş muhalefeti savunduk ve seçimleri kıl payı kaybettik. Ama bir düşünmek lazım. Sadece bu bir İyi Parti meselesi miydi? Eski güzel günlere dönük bir restorasyon siyaseti acaba karşılığı olabiliyor mu? Buna bakmak lazım. Genel olarak muhalefet şu anda bu hani restorasyon siyaseti, eski döneme dönme siyaseti üzerinden gidiyor. Diğer alternatif de hazır bu barış süreci oldu, Suriye ile sınır güvenliği ile ilgili problemler kalktığı varsayımıyla, yerel yönetimlerin yetkilerinin arttırılmasından tutun da bir dizi yapısal dönüşümü içerecek daha pratik bir yöntem. Bu ikincisine doğru bir gidiş olacak gibi gözüküyor. Bu arada DEM Parti’nin sonbaharda kongresi var, nasıl yeniden yapılanacak? Bu barış sürecine bağlı olarak, silahlarını bırakan insanlar diyorlar ki, biz Norveç’e gitmek istemiyoruz. Burada da kalmak istemiyoruz. Türkiye’de siyaset yapmak istiyoruz. İşte bunun hukuki, siyasi zemini, kamuoyunun oluşturulması, bütün bunlar zaman alacak işler. O yüzden bugünden yarına bir seçim beklentisi içinde değilim. Galiba Özgür Bey de bunun farkında ama siyaset zaten ısrar ve tekrarı gerekli kılıyor.

Türkiye’de belediyelerde yaşanan rant, yolsuzluk ve etik dışı uygulamaların önlenmesi için iktidar ve muhalefetin birlikte sorumluluk alabileceği, toplumsal güveni yeniden tesis edecek nasıl bir denetim ve reform mekanizması geliştirilebilir? CHP yargılamalarının canlı yayınlanması önerisini nasıl değerlendirirsiniz?

Burada hukuki bir sorun var. Biliyorsunuz, ABD dahil birçok ülkede böyle bir canlı yayın uygulaması mümkün değil. Bu nedenle, mantıken bir yasal düzenleme yapılması gerekir. Madem MHP’sinden CHP’sine bir mutabakat var, neden olmasın? Her iki taraf da sürecin kendi lehine işleyeceğini varsayarak hareket ediyor. Ancak öngörmek de kolay değil.

Ama şu konuda şüphe yok: Bu meselede devlet, tüm bilgi ve belgeleriyle hareket ediyor. Siyasi hareketlerimize baktığımızda, örneğin Devrimci Yol davasını hatırlıyorum; 30 yıl Yargıtay’da bekledi. O insanlar onurlarıyla bir süreci yaşadı. Çok az sayıda itirafçı olan da vardı ama genelde ağır işkencelerden sonra ortaya çıktı.

Şimdi ise belediyelerde öyle bir çıkar ilişkisi var ki, herkes birbirini ihbar ediyor. Buradan çıkarılması gereken ders şu: Siyaset belediyeleri belirler, belediyeler siyaseti değil. Ciddi bir sıkıntı olduğu açık, ama mağduriyetler yüzünden bu konuları konuşamıyoruz. Yine de arka planda sorun olduğunu görmek zor değil.

Siyaset iki şekilde yürütülür: Ya “Çorbayı hep siz içtiniz, biraz da biz içelim” diyerek ya da çorbanın tek elden içilmesine itiraz ederek. Herkes ‘biraz da biz içelim’ diyerek birbirine benziyor.

Bu düzenin içinde yer alanlar köleliğe karşı oldukları için mi, yoksa biraz da ben köle sahibi olayım diye mi buradalar? Mesele şahsi değil, yapısal. Biz hep sivrisineklerle uğraşıyoruz ama asıl sorun bataklıkta. Rüşvetin olmadığı bir belediye yoksa, bu konunun üzerine ciddiyetle gidemiyoruz demektir.

Ben bir İstanbullu yurttaş olarak soruyorum: Hangi ilçe olursa olsun, kaldırımlar neden iki yılda bir yenileniyor? Kapitalizm her yerde var, ama Fransa’da bu kadar sık kaldırım değiştirilmez. Demek ki bizde sistem iyice rayından çıkmış.

DEM Parti’nin “tüm belediyeleri kapsayan bir yolsuzluk komisyonu kurulsun” önerisi bu anlamda çok yerinde. Sadece muhalefet belediyeleri değil, iktidar belediyeleri de bu sürece dahil edilmelidir. Eğer gerçekten yolsuzlukla ve rantla mücadele edilecekse, bu mücadele bütüncül olmalıdır.

İktidarıyla muhalefetiyle yapısal dönüşümler mecliste ele alınmalı. Etik yasası, ihale yasası gibi düzenlemeler iktidar-muhalefet sarmalından çıkarılmalı. Evet, iktidarın neden bu yasaları çıkarmadığını biliyoruz. Ama bu durumla yüzleşmek, kamuoyu oluşturmak ve siyaset kurumunu zorlamak hepimizin sorumluluğu.

Bir yandan da karşıtların ‘Barış ve Demokratik Toplum’ sürecine dair açıklamaları sürüyor. Barış sürecini savaş diliyle provoke etmek isteyenler size göre ne murad ediyor?

Hani Gülten Akın’ın bir şiiri var. “Aynı dille konuşuyoruz ama aynı dili konuşmuyoruz” diye.

Barış dilinin ön plana çıkması, siyasetin PIN kodunun değişmesi gerekiyor ki, bu süreç daha da hızlansın. Aslında bu bir zincirleri kırma süreci ama bir türlü o zincirleri kıramıyoruz. O paradigmayı değiştiremiyoruz. Bu da tabii ki kapsayıcı bir siyaset örgütlememizde bir sıkıntı yaşatıyor ve bir samimiyet testine dönüşüyor.

Biliyorsunuz, “nemalanmak” Farsçada otlanmak demek. Yani savaş dilinden nemalanan bir dünya vardı. Bu kadar meraklıysanız buyurun siz dağlara çıkın. Sadece Uludağ’da kayak kaymakla yetinmeyin. Bütün Ortadoğu yeniden yapılanıyor. İsrail-Türkiye saflaşması çerçevesinde Türkiye burada bir hamle alıyor. Kürt hareketi de bu çerçeve içerisinde bir dönemin bittiğini, başka bir dönemin başladığını ifade ederken, bir sürecin kurucu unsuru olmaya yönelik bu adımları atıyor. Bu bir teslimiyet falan değil. Özellikle bizim geleneksel Türk solundan olan insanlar çok alışık değil. Bizde bir örgüt fetişizmi vardır. Kimse örgütüne dokundurmaz, 40-50 kişi de olsa.

PKK öyle bir örgüt ki, sadece kendini feshetmiyor, Abdullah Öcalan şahsında bir anlam krizi tespiti yapıp, bir dünyanın bittiğini ifade ederek, yeni bir dünya, yeni bir siyaset, yani demokratik siyaset öneriyor. Bu kolay kolay bizim dünyada sindirilecek bir şey değil. Benim bildiğim mesela Türk solunda bir TBKP vardı, yani kendini feshedip başka bir şeye dönüşen ki bunlar da tabii silahlı yapılar değil. İşin önemini idrak etmemiz gerek. Hani biz vazgeçtik, teslim olduk, bitti diye bir şey değil. Başka bir şeye evriliyor. Buna benzer örnekler mesela Meksika devrimci hareketinde vardı. Yani Latin Amerika hareketlerinde bu dönüşümü büyük ölçüde görürüz. Şimdi hep bir dünya görüşüne sahibiz hepimiz ama o dünya görüşünün de dünyayla bağlantısının kopmaması lazım.

Siyaset geleceği inşa faaliyeti. O yüzden o dünyayla, dünya görüşünüz arasındaki ilişkinin koptuğunu saptamış oluyor Abdullah Öcalan ve yeni bir politika öneriyor. Bu hakikaten enteresan bir şey. Bütün bu sürecin içselleştirilmesi biraz zaman alacak tabii. Ama genel olarak stratejik yönelim doğru olduğu için bir sıkıntı olacağını, bahsettiğiniz merkezkaç güçlerin bir şansının olduğu kanaatinde değilim. Çünkü yerine konulabilecek bir teorik-politik paradigma ortada söz konusu değil.

‘AKP gizli af çıkardı, PKK’liler tahliye ediliyor’ diyenler de var. 30 yıl ceza almış insanlar 33 yıl sonra cezaevinden çıkıyor. Bu manipülasyon neye hizmet ediyor?

Zaten olması gereken bir şey. Rehine konumundaki insanlarla ilgili böyle konuşanlar da genellikle zaten tuzu kuru olan, hiçbir yaraya merhem olmamış insanlar. Bunlar psikolojik savaşın bir parçası. Ancak yaşlılar ve hastaların bir an önce tahliyesi gibi sembolik adımlar son derece önemli. Sonbahar diyoruz ya, onların vakti olmayabilir mesela. Zamana karşı bir yarış bu. Bir de insan hayatı pazarlık konusu olamaz. Çok ağır bedeller ödemiş insanlar üzerinden polemik yapmak da etik olarak doğru değil. “değirmen buğdayı öğütür, içinde bir yok bir şey yoksa kendini öğütür”. Bunlar kendini öğüten, yok eden insanlar.

İktidar açısından bir şey yapmanın en büyük düşmanı, bir şey yapıyormuş gibi gözükmek. Yani bu İnfaz Yasası’nda da bir beklenti yarattılar, yok işte FETÖ’cüler falan filan dendi, sonbahara ertelendi. Sonbaharda işte bu Cumhuriyet’i tamamlamak diye ifade edilecek yani bir demokratik cumhuriyet ve anayasa tartışmasında mutlaka CHP’nin dahil edilmesi gerekiyor. Ama hakikaten gerginlikleri olan bir süreç olacak.

Pes etmek yok. Kimse Adalet ve Kalkınma Partisi’nden süreç içerisinde bir beklenti içerisinde değil. İktidarda onlar olduğu için onlarla müzakere ediliyor. Yani Madagaskar hükümetiyle müzakere edecek halimiz yok. Bu iktidarı beğenmedik, Avrupa’dan iktidar getirecek değiliz. Eldeki kumaş bu. Dolayısıyla hani siyasette de yer çekimi yasası geçerliyse, biraz ayağımızın yere basmasında fayda var.

Son olarak 12 askerin yaşamını yitirmesi savaşın bir halk sağlığı sorunu olduğunu ve barış ve demokratik toplum sürecinin ne kadar kıymetli olduğunu bir kez daha gözler önüne sermedi mi?

Çok üzücü bir facia üzerine polemik üretmek doğru değil. Çünkü bu hiç hesap edilemeyen, varsayılamayan bir durum. Doğrudan PKK ile ilgisi olan bir mesele değil. Yani bir dizi komplo teorisi var ama onları çok ciddiye almamak lazım. İyi Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu’nun, Erdoğan-DEM İmralı Heyeti görüşmesini eleştirmesi son derece yanlış. Tam da yeni şehitler olmasın diye bu görüşmeler sürmeli, fotoğraf verilmeli.

Ama esas itibarıyla tabii iktidarın da askeri sivil bürokrasinin de kendisiyle yüzleşmesi gereken irrasyonel bir durum var. 500 liralık dedektör olsa bu insanlar belki ölmeyecekti. İnsanın canını sıkan esas mesele bu. Bu kadar ucuz mu insan hayatı yani? Bu kadar basit bir şeyin akıl edilememesi, bununla yüzleşmemesi söz konusu olabilir mi? Bir soruşturma süreci başlıyor. Sonuna bakmak lazım ama olabilecek bir şey değil. Askeri anlamda da baktığınızda, dağcılarla konuştum bütün bu riskler, bırakınız komando olmayı, izcilerin, dağcıların bildikleri rutin, standart bilgiler.

×UFUK URAS KİMDİR?

Mehmet Ufuk Uras 1959 doğumlu. 2007 genel seçimlerinde bağımsız olarak, İstanbul 1. Bölge’den TBMM 23. Dönem üyeliğine seçilmiş, bu dönem boyunca Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP), DTP, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) üyesi olmuştur. Aslen Sivas Divriğilidir. Kadıköy Anadolu Lisesi’nden sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde lisans, yüksek lisans ve doktora öğrenimini tamamladı.
Milletvekili seçilene kadar İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yardımcı doçent doktor olarak görev yaptı. 11 Şubat 2008’de yapılan 5. Olağan Kongresi’nde tekrar Özgürlük ve Dayanışma Partisi Genel başkanlığına seçildi. 25 Kasım 2012’de kurulan Yeşiller ve Sol Gelecek Partisinin kurucularından ve PM üyeliği yaptı.

 

Benzer Haberler