CHP’nin, Meclis Komisyonu’nun İmralı’da Öcalan’la görüşecek heyetine üye vermemesi, partinin Kürt politikasında 1980’lerden bugüne kadar yaşadığı açılımları, çelişkileri ve tarihsel kırılmaları yeniden gündeme taşıdı.
HABER MERKEZİ – Meclis Komisyonu dün tarihi bir karar alarak süreç kapsamında Abdullah Öcalan ile görüşmek üzere İmralı Adası’na gitme kararı aldı. Bu karar öncesi gözler ise CHP’nin bu konudaki kararına çevrilmişti. “CHP eski kodları çerçevesinde mi bir karar alacak yoksa cesur bir çıkış mı yapacak?” sorusu karar öncesi günlerce tartışıldı.
Beklenen karar dün açıklandı ve CHP, komisyonun İmralı’yı ziyaret edecek heyetine üye vermeme kararı aldı. CHP bu kararını, “Demokratik siyasetin önü açılmak yerine siyasi davalarla daha da tıkanmıştır. Bu sorunlara çözüm üretilmesi gerekirken, tüm sorunların İmralı’ya gidişe sıkıştırılmasına milletimizin rızası yoktur” diye gerekçelendirdi.
Peki bugün cesur bir çıkış beklenen CHP’nin 1980’lerden bu yana Kürtlerle ilişkisi ve Kürt politikalarındaki çıkmazları nelerdi?
Sizin için derledik.
12 Eylül 1980 darbesiyle tüm siyasi partiler kapatıldı, Meclis lağvedildi ve CHP de bu süreçten etkilendi. CHP’nin bıraktığı boşluk 1980’lerin ortasında kurulan Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) ile doldurulmaya çalışıldı. Aynı yıllarda PKK’nin 1984’te silahlı mücadeleye başlamasıyla Kürt meselesi, darbecilerin ağır Türkleştirme politikalarına rağmen yeniden görünür hale geldi. Turgut Özal hükümeti ise geleneksel devlet politikasını sürdürerek askeri çözümleri öne çıkardı. SHP ise 1987 seçimlerinde aldığı yüksek oyla muhalefette konumlandı.

SHP’Lİ YILLAR VE KÜRT SEÇMENİN BELİRGİN ETKİSİ
1990’lara gelindiğinde çatışmalar, ağır hak ihlalleri ve bölgesel gelişmelerle birlikte devlet, kolay bastırılamayacak bir sorunla karşı karşıya olduğunu gördü. SHP’nin 1987’deki başarısında Kürt seçmenin belirgin bir etkisi vardı. O dönemde legal zeminde siyaset yapmak isteyen Kürt aktörlerin tercih ettiği parti SHP’ydi; ancak Kürt meselesinin açık biçimde dile getirilmesi parti içinde hızla bir krize dönüştü.
İLK KRİZ
Bu krizin ilk görünür anı, SHP Milletvekili Mehmet Ali Eren’in 1988’de Meclis’te yaptığı ve Kürtlerin varlığının inkâr edildiğini vurguladığı konuşmaydı. Eren sert biçimde protesto edildi; yaşanan gerginlik hem Meclis’in hem SHP’nin sonraki yıllarda yaşayacağı çatışmaların habercisiydi. 1989’da İbrahim Aksoy’un Avrupa’da “Türkiye’de Kürt meselesi vardır” demesi ise krizi büyüttü; Aksoy ihraç edildi. Aynı yıl Paris Kürt Konferansı’na katılan yedi Kürt milletvekili de ihraç edildi ve bazı milletvekilleri istifa etti. Bu süreç sonucunda ilk legal Kürt partisi HEP 1990’da kuruldu ve SHP’den ayrılan milletvekillerinin bir kısmı HEP’e geçti.
İKİNCİ BULUŞMA: SEÇİM İTTİFAKI
SHP ile Kürt siyasetinin ikinci buluşması ise 1991 seçimleri öncesindeki ittifak oldu. HEP, yasal koşulları karşılayamadığı için seçime giremiyordu ve SHP listelerinden Meclis’e taşındı. Seçim sonrası SHP, DYP ile hükümet kurdu ve bu ortaklık dönemine 19 Kasım 1991 tarihli ortak protokol damga vurdu. Protokolde doğrudan “Kürt meselesi” ifadesi kullanılmadı ancak demokrasi, insan hakları ve bölgesel kalkınma vurguları öne çıktı. Dönemin başbakanı Demirel’in Diyarbakır’da “Kürt realitesini tanıyoruz” sözleri de bu dönemin simgesiydi. Ancak pratikte faili meçhul cinayetler, dil yasakları ve ağır hak ihlalleri devam etti; şiddet tırmandı.
NEWROZ OLAYLARI
1992 Newroz olaylarından sonra SHP’nin hazırladığı rapor, devletin açıklamalarını inandırıcı bulmadı; güvenlik güçlerinin sert uygulamalarına dikkat çekti ve OHAL’in kaldırılması, koruculuğun lağvedilmesi, Kürtçe yayın serbestisi, genel af ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gibi radikal öneriler sundu. Ancak bu önerilerin hiçbiri uygulanmadı. Bu dönem, SHP ile HEP’lilerin kopuşunu hızlandırdı.
DOKUNULMAZLIK KRİZİ VE SHP’NİN TAVRI
Kopuşun en kritik aşaması ise dokunulmazlık krizi oldu. 1994’te DEP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve Meclis’ten polis zoruyla çıkarılarak tutuklanmaları, SHP’nin hükümet ortağı olduğu dönemin en ağır siyasi krizlerinden biri olarak tarihe geçti. Kürt temsilinin Meclis’te fiilen tasfiyesine dönüşen bu adım, SHP’nin Kürt meselesindeki tutarsız ve baskı ortamını güçlendiren konumunu daha görünür hale getirdi.

Bu yıllar boyunca SHP hem Kürt siyasetçilerine alan açan hem de onları ihraç eden parti oldu; hem ilk kez legal Kürt partisinin Meclis’e girmesini sağladı hem de dokunulmazlıkların kaldırıldığı dönemde hükümet ortağı olarak ağır siyasi sorumluluk taşıdı. Dönemin sembolik adımlarından biri olan 1991 Diyarbakır ziyareti ve “Kürt realitesini tanıyoruz” açıklaması ise pratikte sonuç üretmedi. 1990 tarihli SHP raporu ise Baykal’ın başkanlığında hazırlanmış, Kürt sorununun adını koyan ve şoven politikalara son verilmesi gerektiğini savunan nadir resmi metinlerden biri olarak tarihe geçti.
Sonuç olarak SHP, Kürt meselesi karşısında hem dönemin resmi siyasetinin sınırlarını zorlayan hem de devletin sert güvenlik politikalarının uygulandığı yıllarda hükümet ortağı olarak sorumluluk taşıyan, kararsız ve konjonktürel bir çizgi izledi. 1990’ların ikinci yarısından itibaren de yerini yeniden CHP’nin dönüşüne bıraktı.
Kürt siyasetçilerine alan açan, Meclis’e taşıyan da SHP idi; Kürt meselesini dillendirdikleri için onları ihraç eden de SHP idi…
Baykal, SHP içindeki hizip mücadelelerinin baş aktörlerinden biriydi ve Kürt meselesi bu iç gerilimlerin en sert yaşandığı başlıktı. Avrupa’da Kürt meselesini dile getiren milletvekillerinin ihracında ve HEP’le yapılan seçim ittifakına karşı çıkışta da etkili oldu. Sonuçta Baykal’ın çizgisi, SHP’nin genel karakteriyle paralel biçimde tutarsızlaştı.
12 Eylül’ün aynı adla parti kurulmasını yasaklayan hükmü kaldırılınca, 1992’de Baykal SHP’den ayrılarak CHP’yi yeniden kurdu; 1995’te bu kez SHP CHP’ye katıldı. Böylece “eski CHP geleneği” yeniden tek çatı altında toplandı.
1995 seçim bildirgesinde CHP, “Kürt sorununu biz çözeceğiz” diyerek OHAL’in ve koruculuğun kaldırılacağını vaat ediyor; anadilin öğrenilmesi ve kullanılmasına olumlu atıflar yapıyordu.
RAPORLAR, İNSAN HAKLARI VE RESMİ SÖYLEMİN SINIRLARI
1996 Tunceli Raporu, 1999 Doğu ve Güneydoğu Raporu, 1999 Demokratikleşme ve İnsan Hakları Raporu ve 2000 Algan Hacaloğlu Raporu, köy boşaltmaları ve zorunlu göçe ilişkin önemli veriler içeriyordu. 1997 itibarıyla binlerce yerleşim yerinin boşaltıldığı, yüz binlerce insanın zorla göçe maruz kaldığı tespiti bunlardan biriydi.
Ancak bu raporlar, göçün ve şiddetin esas nedenlerini etno-politik çerçevede koymaktan kaçınıyor; ağalık, feodalite, geri kalmışlık, bölgeler arası eşitsizlik ve “abartılı güvenlik konsepti” gibi klasik açıklamaları tekrar ediyordu. “Kürt sorunu” ifadesi geçse de mesele resmi söyleme uygun biçimde sosyo-ekonomik geri kalmışlık ve güvenlik eksenine oturtuluyor, etnik/milli boyut dışarıda bırakılıyordu.
Kültürel çeşitlilikten söz edilirken de Türklükle tanımlanmış siyasal vatandaşlık korunuyor, diğer kimliklere ancak kültürel düzeyde yer açılıyordu. “Tek resmi/siyasal kimlik Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır; diğer kültürel kimlikler bu üst kimlikle çatışmamalıdır” yaklaşımı CHP raporlarının çerçevesini belirliyordu.
2000’LER: ERDOĞAN’IN “AÇILIMI”, BAYKAL’IN MİLLİYETÇİ HATTI
1999 seçimlerinde CHP baraj altında kaldı; kısa süreli Altan Öymen döneminin ardından Baykal yeniden genel başkanlığa döndü. 2002’den itibaren Meclis’te AKP’nin karşısındaki ana muhalefet partisi CHP oldu.

2005’te Erdoğan’ın Diyarbakır’da “Kürt sorunu hepimizin sorunudur” ve “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ortak paydamızdır” sözleriyle sembolleşen açılım denemeleri karşısında Baykal, daha önce kendi raporlarında yer alan demokratikleşme vurgusundan uzaklaştı. Vatandaşlığı “üst kimlik” olarak tanımlamaya itiraz ederek, kavramı Türk milletiyle özdeş ele alan ve sert bir milliyetçi pozisyona geçen bir çizgi izledi.
Bu dönemde CHP, 1990’ların başında SHP adına attığı görece cesur adımların gerisine düşerek, ulusalcı, laik, kentli orta sınıf Türk tabana yaslanan, Kürt meselesinde statükonun sert savunucusu bir profil kazandı. Dersim katliamını savunan açıklamalar gibi çıkışlar bu dönemi Kürt hafızasında özellikle travmatik kıldı.
KILIÇDAROĞLU DÖNEMİ
2010’daki kaset skandalının ardından Baykal istifa etti ve Kemal Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanı oldu. O sırada AKP, Demokratik Açılım, Milli Birlik Projesi, Kürt Açılımı, Çözüm Süreci gibi başlıklar altında Kürt meselesine dair çıkışlar yapıyordu.

Kılıçdaroğlu, özellikle 2013’teki Çözüm Süreci’nin başında AKP’ye “yeni bir kredi açtıklarını” söyleyerek, sorunun çözümü için destek verdiğini ilan etti; ancak samimiyet, şeffaflık, gizli ajanda olmaması ve Meclis’in sürece dahil edilmesi gibi şartlar ileri sürdü. CHP’nin itirazı, süreç fikrine değil, sürecin AKP tarafından kapalı kapılar ardında, parti çıkarı gözetilerek yürütülmesine yönelikti.
Aynı dönemde parti içindeki ulusalcı damar, Birgül Ayman Güler’in “Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşitleyemezsiniz” sözlerinde ifadesini bulan sert itirazlarla kendini gösterdi. Zamanla Kılıçdaroğlu bu kanadı görece pasifize etti ve CHP’yi dindar, sol ve Kürt çevrelere nispeten daha açık hale getirmeye çalıştı.,
CHP’NİN ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Bu süreçte CHP, “Türkiye’nin Kürt Sorununa Bakış Açısı / Çözüm Çerçevesi” başlıklı bir rapor hazırladı. Raporda, AKP’nin barış umudunu siyasi amaçlar için “rehin aldığı” vurgulanırken, CHP’nin olası çözüm modelinin ana başlıkları sıralandı:
- Kürt sorununun demokrasi çerçevesinde, güvenlikçi yöntemlerin terk edilmesiyle çözülmesi,
- TBMM’de bütün partilerin katılımıyla bir Toplumsal Mutabakat Komisyonu kurulması,
- Meclis dışındaki kesimleri sürece katan bir Ortak Akıl Heyeti oluşturulması,
- Geçmiş travmaları ele almak üzere bir “Gerçekleri Araştırma Komisyonu” kurulması,
- Silahların bırakılması ve PKK’lilerin toplumsal yaşama dönüşü için yasal düzenlemeler yapılması.
CHP, böylece çözüm adresi olarak Meclis’i gösteren, demokratik kurumları ve parlamento zeminini önceleyen bir çerçeve açıkladı; ancak bu model pratikte uygulama imkanı bulmadı.
DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASINA KILIÇDAROĞLU DESTEĞİ
2015’te Çözüm Süreci çöktü; çatışmalar yeniden başladı ve devlet, AKP–MHP blokunun sürüklediği sert güvenlik politikasına geri döndü. Demokrasi, hukuk ve insan hakları alanındaki ağır ihlaller karşısında CHP genel olarak muhalif bir tutum takındı; ancak Kürt meselesi söz konusu olduğunda parti içinde çelişkili adımlar atıldı.

HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına CHP de destek verdi; Kılıçdaroğlu bunun anayasaya aykırı olduğunu kabul ederek “evet” oyu vereceklerini açıkladı. Böylece Demirtaş ve diğer HDP’li vekillerin tutuklanmasına giden süreçte CHP de siyasi sorumluluk taşıyan aktörlerden biri haline geldi. Suriye ve Güney Kürdistan’a yönelik askeri operasyonlara Meclis’te verilen destek de benzer bir görüntü yarattı.
Öte yandan CHP, kayyum atamalarına ve HDP’li belediyelerin gasp edilmesine karşı çıktı; Demirtaş’ın haksız biçimde hapiste olduğunu sık sık vurguladı. Yani bir yanda devletin güvenlik politikalarına onay veren, diğer yanda hak ihlallerine itiraz eden ikili bir çizgi oluştu.
BÜYÜK ŞEHİRLERDE HDP SEÇMENİNE İHTİYAÇ
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle birlikte ittifak siyaseti belirleyici hale geldi. CHP’nin ana ortağı İYİ Parti gibi milliyetçi bir aktör olunca, parti hem milliyetçi seçmeni kaybetmek istemedi hem de HDP seçmeninin desteğine ihtiyaç duydu.
2019 yerel seçimlerinde HDP batı illerinde aday çıkarmadı ve Antalya, Adana, Mersin, İstanbul gibi kritik yerlerde CHP’li adayların kazanmasında HDP seçmeninin desteği belirleyici oldu.
Kılıçdaroğlu’nun HDP ile Meclis’te yaptığı görüşme, Kürt meselesinin çözüm adresi olarak yine TBMM’yi işaret etti. CHP’nin seçim beyannamesinde, başta Kürt sorunu olmak üzere tüm toplumsal sorunların demokrasi temelinde ve TBMM öncülüğünde çözüleceği, kayyum uygulamasına son verileceği vadedildi. Kürtçe’nin Meclis tutanaklarında “X dili” olarak kaydedilmesine de itiraz edildi.
Buna karşın CHP’nin programında anadilde eğitim veya Kürt kimliğinin etno-politik boyutuna dair somut ve kapsamlı bir yol haritası yoktu.
SINIRLI SEMBOLİK VAATLER
Kılıçdaroğlu’nun CHP’si, 1990’ların başındaki SHP’nin cesur önerilerinin ve 1999 CHP raporlarının bazı yönlerinin gerisinde; ancak 2000 sonrası Baykal çizgisine göre daha kapsayıcı ve diyaloga açık bir noktada durdu. Ana önceliğini Erdoğan sonrası dönemde parlamenter sisteme dönüş ve demokratik normalleşme olarak koyarken, Kürt meselesini de bu genel demokratikleşme gündeminin içinde, sınırlı ama sembolik bazı vaatlerle ele aldı.
Kılıçdaroğlu, 14 Mayıs 2023’teki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda İYİ Parti, Saadet Partisi, DEVA Partisi, Gelecek Partisi ve Demokrat Parti gibi sağcı partilerle kurduğu Millet İttifakı ile girdiği seçimde oyların yüzde 47.82’sini aldı ve seçim ikinci tura kaldı. 28 Mayıs 2023’teki ikinci turda ise yüzde 47.82 oy alarak Recep Tayyip Erdoğan karşısında seçilemedi.
Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, 28 Mayıs’ta Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turu öncesi CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile imzaladığı gizli protokolü yayımladı. Protokole göre Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı olması durumunda Zafer Partisi’ne üç bakanlık verilecek, Türkiye’deki sığınmacılar 1 yıl içinde ülkelerine gönderilecekti. Kürt karşıtı ve hatta nefret söylemleri ile bilinen Özdağ’la böyle bir protokolün imzalandığının ortaya çıkması Kürt seçmenin büyük tepkisini çekti. Birçok Kürt metropolünde Kılıçdaroğlu, CHP’nin daha önce aldığı oyları Kürt seçmenin sayesinde neredeyse ikiye katlamıştı.
ÖZEL DÖNEMİ
Kılıçdaroğlu, seçim sonrası süreçte CHP içerisindeki muhalefetin artmasıyla birlikte genel başkanlıktan ayrılmak zorunda kaldı. Özgür Özel, 5 Kasım 2023’teki kurultayda Kemal Kılıçdaroğlu’nun yerine 8. genel başkanı seçildi. Özel partide değişimi temsil ediyordu ve sol ve sosyal demokrat çizgideki çıkışları ile öne çıkıyordu.

31 Mart 2024 tarihinde yapılan yerel seçimlerde CHP Ankara İstanbul dahil 14 büyükşehirde Kürt seçmenlerinde desteğiyle seçimi kazandı.
19 Mart 2025’te ise İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve birçok kişi toplu bir şekilde gözaltına alındı. O günden bu yanan CHP’nin büyükşehirler olmak üzere birçok belediyesine operasyon yapıldı, belediye başkanları tutuklandı ve belediyelere kayyumlar atandı.
Özel liderliğindeki CHP bu operasyonları AKP’nin siyasete yaptığı “19 Mart Darbesi” olarak nitelendirdi.
Bir yandan CHP’ye dönük operasyonlar devam ederken, 2024 yılı Meclis açılışında Devlet Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına giderek el sıkışmasıyla Kürt sorununda yeni bir sürecin ilk adımı atıldı. Abdullah Öcalan 27 Şubat’ta yayınladığı “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” ile süreci başka bir boyuta taşındı. Aradan geçen süreç içerisinde Öcalan’ın stratejik çağrıları ile PKK silahlı mücadeleyi sonlandırdı, fesih kararı aldı ve gerilla güçleri Türkiye’den çekildi. Meclis’te ise Kürt sorunun çözümüne dair tüm siyasi partilerin katılımıyla bir komisyon kuruldu.
Özel liderliğindeki CHP bu süreçte çözümün adresinin Meclis olduğunu işaret etti. Özel, çözüm süreci kapsamında TBMM’de kurulacak komisyona CHP’nin ancak kuruluş aşamasında ortaya koydukları koşullar karşılandığı takdirde üye vereceğini belirtti. TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un resmi olarak “Komisyon kararlarında nitelikli çoğunluk esas alınacak” güvencesini açıklaması halinde destek sunacaklarını ifade eden Özel, aksi durumda CHP’nin komisyona katılmamasının partinin tarihsel tutarlılığını heba etmek anlamına geleceğini söyledi. Tüm bu tartışmaların sonunda CHP komisyona üye verdi ve komisyon çalışmalarında yer aldı.
Özel, süreçle ilgili yaptığı açıklamalarda AKP’nin süreci kendi siyasi ikbali doğrultusunda kullanmaya çalıştığını söyledi ve bir yandan CHP’li belediyelere yapılan operasyonlar devam ederken bir yandan da çözümün konuşulmasının tezat olduğuna dikkat çekerek çözüm için demokratikleşme vurgusu yaptı.
ÖZEL’DEN ÖZELEŞTİRİ VE ÖZÜR
Özel bu süreçte çarpıcı çıkışlar da yaptı. Özel süreçle ilgili bir konuşmasında “’Kürtlere devlet vadet ediyorum’ dedim. Ben Kürtlere T.C devletinin eşit, ayrımsız, kendilerini tamamen mensubu hissettikleri eşit vatandaşlığı kemiklerine kadar hissettikleri Türkiye Cumhuriyeti devletinin sahibi olmalarını öneriyorum” ifadelerini kullandı ve Kürt kentlerinde yaptığı birçok mitingde de “Kürt sorununu CHP iktidarı çözecek” şeklinde açıklamalarda bulundu.
Hatta Özel geçmiş CHP yönetimlerinin Kürt politikaları için de Meclis kürsüsünde özeleştiri verdi ve özür diledi.
CHP’nin dokunulmazlıkların kaldırılmasına verdiği destek için “Bugünkü genel başkan sıfatıyla o gün için tüm Türkiye’den özür diliyorum” dedi.
TARİHSEL BİR KIRILMA DAHA: KOMİSYONA KATILMAMA KARARI
Ama gelinen aşamada Meclis Komisyonun İmralı’da Öcalan ile yapması planlana görüşmeye dair CHP yönetimi uzun süre sessizliğini korudu. Özel, bu konuda ilk yaptığı açıklamada “AKP’nin tavrını görelim” dedi. Ardından ise uzun bir süre sessiz kaldı. Dün ise Türkiye tarihinde çözüm için en tarihi kararlardan birisi Meclis’te alınırken CHP, Meclis Komisyonu’nun İmralı’da Abdullah Öcalan ile görüşecek heyetine üye vermeme kararı aldı. Bu karar başta DEM Parti olmak üzere toplumsal muhalefetten büyük tepki aldı. CHP’nin bu kararı hala siyasette tartışılıyor. CHP’nin bu kararla birlikte çözümde aktör olma şansı varken kendini siyaset dışına ittiği yorumları yapılıyor.
CHP, çokça eleştirilen bu kararı aldığı gün ise partisinin yeni dönem yeni parti programı taslağını açıkladı. CHP bu taslakta ise Kürt sorununda kalıcı çözümün eşit yurttaşlık, anadil hakkı ve bölgesel eşitsizliklerin giderilmesiyle sağlanacağını vurguladı.
CHP’nin bu kararı önümüzdeki günlerde çokça tartışılmaya devam edecek.



