İsrail’in “önce benim mutlak güvenliğim” odaklı dış politika refleksi sınırlı kalıyor. Dürzilerle kurulan derin ve organik ilişki bir istikrar sağlayıcı olabilirken, Kürtlerle kurulması muhtemel daha güçlü ilişkiler, bölgedeki yeni güç boşluklarının doldurulmasında etkili olabilir. Ancak bunun için İsrail’in daha açık ve sürdürülebilir bir strateji geliştirmesi gerekiyor.
Tuncay DOĞAN
Ortadoğu’da dengelerin hızla değiştiği, aktörlerin ve ittifakların yeniden şekillendiği bir dönemden geçiliyor. Esad rejiminin çöküşü ve İran’ın Suriye’deki etkisinin büyük oranda azalması, bölgede oluşan yeni boşlukları farklı güç merkezleriyle doldurulabilir hale getirdi.
Bu dönüşüm, İsrail’in bölgesel stratejilerinde de değişimi kaçınılmaz kıldı. Güvenlik temelli geleneksel dış politika çizgisini halen sürdürse de, İsrail artık etnik ve dini gruplarla olan ilişkilerinde daha esnek ve temkinli bir pozisyon almak zorunda kalıyor. Bu eksende iki önemli topluluk öne çıkıyor: Dürziler ve Kürtler.
DÜRZİLER SADECE KOMŞU DEĞİL STRATEJİK ORTAK DA OLABİLİR Mİ?
İsrail’in Dürzilerle olan ilişkisi, coğrafi komşuluk, toplumsal iç içelik ve karşılıklı çıkar ekseninde oldukça derinleşmiş durumda. İsrail’de 100 bin kadar Dürzi yaşıyor. İsrail vatandaşlığına sahip Dürziler uzun süredir devlet sistemine entegre olmuş durumda; orduya katılıyor, kamu görevlerinde yer alıyorlar. Bu yakınlık, sınır ötesi Dürzilerle (Suveyda vs. gibi Dürzi bölgeleri) kurulan ilişkileri de belirliyor.
Suriye’de merkezi yönetimin dağılması ve Dürzilerin kendi yerel otoriteleriyle yaşamaya başlaması, İsrail açısından bu toplulukla daha doğrudan temas kurmayı mümkün hale getirdi. HTŞ’nin Alevilerden sonra Dürzilere savaş ilan etmesi, bu süreci daha da hızlandırdı. Yine İran’ın bölgeden çekilmesi, Dürzilerin daha önce duyduğu “Şii yayılmacılığı” kaygılarını azaltmış olsa da, İsrail ile koordinasyon, onların hem güvenlik hem de istikrar ihtiyacına hitap ediyor.
KÜRTLER KONUSUNDA TEREDDÜT HAKİM
İsrail’in Kürtlere yönelik yaklaşımı ise Dürzilerden farklı olarak hâlâ muğlaklığını koruyor. Tel Aviv, Kürtlerle ilgili zaman zaman olumlu mesajlar verse de bu tutum hiçbir zaman kurumsallaşmış ya da uzun vadeli bir ittifaka dönüşmüş değil. Bunun olabilme ihtimali de en azından kısa ve orta sürede görünmüyor. Hatta bırakalım ittifakı, henüz bir ilişki zeminine bile oturmuş değil. Bunun temel nedeni, bölgedeki denge arayışları ve özellikle İsrail’in Türkiye ile olan ilişkilerindeki hassasiyet.
Güncel jeopolitik tabloda Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki askeri etkisi artarken, İsrail için Kürtlerle açık bir ittifaka yönelmek, Ankara ile doğrudan karşı karşıya gelmek anlamına gelebilir. Bu nedenle İsrail, Kürt meselesinde “açık destek” ile “stratejik mesafe” arasında gidip gelen bir pozisyon sürdürüyor. Bu da Kürtler açısından güvenilir bir ortaklık ihtimalini zayıflatıyor.
TEHDİT UNSURLARI DEĞİŞİYOR, YENİ İTTİFAKLAR GEREKLİ
Suriye’de artık Esad rejimi yok, İran sadece çok sınırlı siyasi etkisiyle sahada. Bu durum, İsrail için geçmişteki “şii kuşatması” algısına dayanan tehdit haritasını geçersiz kılıyor. Yeni dönemde asıl tehdit, daha çok parçalı silahlı gruplar, kontrolsüz alanlar ve Türkiye gibi bölgesel güçlerin nüfuz alanlarının genişlemesiyle tanımlanıyor.
Tam da bu ortamda, İsrail’in “önce benim mutlak güvenliğim” odaklı dış politika refleksi sınırlı kalıyor. Dürzilerle kurulan derin ve organik ilişki bir istikrar sağlayıcı olabilirken, Kürtlerle kurulması muhtemel daha güçlü ilişkiler, bölgedeki yeni güç boşluklarının doldurulmasında etkili olabilir. Ancak bunun için İsrail’in daha açık ve sürdürülebilir bir strateji geliştirmesi gerekiyor.
İsrail’in bölgesel pozisyonunu yeniden tanımladığı bu dönemde, Dürzilerle kurduğu güven ilişkisini Kürtlerle neden kuramadığı dikkat çekiyor. Her iki topluluk da bölgenin etkili aktörleri. İsrail bu gruplarla ilişkilerini yalnızca tehdit dengesi üzerinden tanımladığı sürece, uzun vadeli ittifaklar geliştirme şansı zayıf kalacaktır. Artık “kiminle nasıl savaşırım” değil, “kiminle nasıl barışırım” sorusuna odaklanan bir vizyon gerekli Tel Aviv’ için.