Aykan SEVER
İçinde bulunduğumuz post-modern karakterli 3. Dünya Savaşı her geçen gün çeşitli boyutlarda derinleşiyor. Politik düzeyde bunun karşılığı neo-faşist zihniyet ve pratiklerin yeryüzünün genelinde hâkim hale gelmesi.
Bu yazıda bütün bu yaşananların billurlaştığı bir coğrafyadan El Salvador’dan bahsedeceğim. Trump’ın gözden düşmüş ancak fikri iktidarda olan sabık kankası Elon Musk, ABD seçimlerinden önce “El Salvador’u örnek alacağız” açıklaması yapmıştı ve o zamandan bu yana Bukele diktasının yapıp ettikleri aklımı daha fazla kurcalıyor.
Ancak bir arkadaşın “eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmeyelim :)” uyarısının da katkısıyla bu küçük Orta Amerika ülkesi üzerine yazmayı bir süredir erteliyordum. Fakat artık egemenin sadece aklından değil yaptıklarında da “karpuz kabuğu”nun hâkim öge olduğu gözüküyor. Bunun en belirgin pratik hali Trump’ın fiilen seçme seçilme hakkını kitlelerin elinden alan ve suçu/göçmenleri gerekçe göstererek Ulusal Muhafızları Başkent Washington ve Los Angeles’a göndererek işgal etmesiydi. Sırada başka kentler de var. Hatta daha seçilmeden New York’un müstakbel belediye başkanını Z. K. Mamdani’yi de alaşağı etmekle tehdit etti. Daha da önemlisi ise Yeni Ulusal Savunma Stratejisi’nde Çin’le falan uğraşmak yerine “iç güvenlik”in ve Abya Yala ülkelerinin ön plana çıkarılması bölge insanlarının başına şimdiden neler gelebileceğini anlatmaya yeter.
Türkiye’de ise özellikle 2010 Anayasa Referandumu sonrası inişli çıkışlı olarak yaşanan bir dizi sürecin sonucu mevcut rejim inşa edildi. Ülkemizdeki diktanın bazı karakteristik özellikleri ise kısaca şöyle: Bir yandan iktidar/güç alabildiğine merkezileştirilmeye çalışılırken, halk kitlelerinin faşistleştirilmesi; aynı zamanda Türk emperyalizminin arzularını tatmin doğrultusunda savaş sanayi başta olmak üzere militarizmin geliştirilmesi, demokrasinin ülkede var olan sınırlı olanaklarının da gerektiğinde manipülasyon, baskı ve şiddet yoluyla daraltılması veya ortadan kaldırılması.
El Salvador’da neler oldu?
Şimdi El Salvador’a geçelim, Bukele rejimi nasıl oluyor da koca Amerika’ya veya kendini yüzyılların devleti olarak sunan TC’ye örnek oluyor? El Salvador’da şu anki Devlet Başkanı/diktatör Nayib Bukele, 1979-1992 arasında ABD destekli cunta rejimleriyle, Farabundo Marti Ulusal Kurtuluş Cephesi (FMLN) arasında yaşanan “iç savaş” sonrası yapılan barış anlaşması temelinde şekillenen iki partili sistemin (FMLN-ARENA) iflasıyla 2019’da iktidar oldu. İlk başlarda ülkenin çözülmeyen sorunlarına karşı gençlerde bir umut olarak görüldü. Ancak bu konularda geliştirilen politikaların başarısız olacağı kısa zamanda anlaşıldı. Bukele iktidarı terk etmemek için arayışlara girişti. İlk OHAL ilanı korona pandemisi döneminde 2020’de yapıldı. Bunu çetelerle mücadele bahanesiyle 2022’de ilan edileni izledi ve halen sürüyor. OHAL ilanı öncesi Bukele rejiminin çetelerle anlaşma yaptığı ancak bu gruplar arası çatışmaların artması sonrası sürece el koyduğu uluslararası basında iddia ediliyor.
Bu süre zarfında neler oldu kısaca anlatacak olursak; ülke öncelikle yapılan polisiye operasyonlar sonucu büyük bir hapishaneye dönüştü. El Salvador dünyada nüfusuna göre en çok hapishanede insan barındıran ülke haline geldi. Bazı yerel kaynaklara göre bu rakam yüz binin üzerinde ve oran ise yüz bin kişiye 1824 mahkûm (Mart 2025) olarak geçiyor. Ancak bu rakamların net olarak bilinmesi mümkün değil. Zira Nazi toplama kampı özelliği gösteren ve mahkumların üzerlerinde çoğu zaman sadece bir donla sergilendiği cezaevlerinde denetim yok. Sürekli işkence ve ölümlerden bahsediliyor. Rastladığım bir haber geçen hafta bu sayının 442’ye ulaştığına işaret ediyor. İnsan hakları kurumları mahkumlara tek öğün ve hep aynı yiyeceklerin verildiğine dikkat çekiyor. Tabii bu kadarla kalmıyor aslında bütün toplum hapsedilenlerle birlikte baskı altına alınıyor ve herhangi bir itiraz gelişmesi engelleniyor. Nitekim bu süreçte gösteriler fiilen yasaklandı ya da protestolara askeri polis saldırıyor. İnsan hakları kurumları “yabancı fon” vb. uydurma gerekçelerle kapatıldı. Muhalifler tutuklandı. Ülkede gazetecilik yapılamaz hale geldi. Çok sayıda insan El Salvador’u terk etmek zorunda kaldı.
Bu arada ülkedeki cinayet/suç oranları yüzde 90’ın üzerinde düştü. Yüzlerce göçmen/mahkûm ise Trump rejimi tarafından El Salvador hapishanelerine gönderildi…
Bukele ise bu süreçte bir diktatöre dönüştü. Önce ikinci kere seçilme hakkı yokken Anayasayı ihlal ederek kurduğu korku imparatorluğu sayesinde oyların yüzde 85’ini aldı (Şubat 2024). Geçen ay ise kolaylıkla parlamentodan kendisine ölene kadar iktidar olma olanağı sağlayacak süresiz seçilme hakkını hızlıca geçirdi. Bukele ülkesini ABD ve Çin’e pazarlayarak kendi iktidarını sağlamaya almaya çalışıyor ancak diktatörün zihni sinir projeleri (Bitcoin gibi) hiçbir şeye yaramıyor. Yoksulluk, işsizlik, sosyal eşitsizlik, göç ve başta kuraklık olmak üzere çevre sorunları derinleşiyor.
El Salvador’da iç savaş sürecinde ABD destekli ölüm mangaları tarafından insanların mezbahalarda kesilmesinden bugünlere gelinmesine sevinmeli miyiz? Hep kırk satır-kırk katır arasında kalmak zorunda mıyız? El Salvador’un bugünü başka türlü olamaz mıydı?
Barış ülkede nelere yol açamadı?
İç Savaşı sonlandıran anlaşma 1992’de FMLN ile devlet arasında yapıldı. Anlaşma iç savaşın yol açtığı birçok problemin çözümünü barındırıyordu. Bu kapsamda silahsızlandırma, genel af, entegrasyon sağlandı. FMLN bir partiye dönüşerek çeşitli kereler iktidar oldu. Ancak barış antlaşması iç savaşa neden olan koşulların ortadan kaldırılmasını içeren bir meyil ihtiva etmiyordu. Sorunun temelinde kapitalizmin her düzeyde yarattığı eşitsizlikler ve ABD’ye bağımlılık yer alıyordu. Elbette bu meselelerin çözülmesi her şeyden önce siyasal irade gerektirir. Maalesef bunu üstlenecek bir siyasallık hiçbir zaman El Salvador’da var olmadı. Ülkedeki kapitalizmin yarattığı yapısal sorunların yanı sıra iç savaşın nedeni olan ve çözülemeyen sorunlar nihayetinde kendini dışa vurdu. Geleceksizleştirilmiş gençler arasında ucu ABD’ye kadar uzanan yaygın bir çete şiddeti üretti. Bukele tamda bu çürümüş ahlaki ve politik ortamın ürünüdür. Horacio C. Moya Tiksinti(1997) isimli romanında ülkenin bu vaziyetini eğlenceli ve memleketinden ölüm tehditleri alarak ikinci kere kaçmasına (ilki iç savaş sırasında) yol açacak düzeyde etkileyici bir üslupla anlatır.
Trump ya da Türkiye’deki rejimin elitleri Bukele benzeri bir diktayı inşa etmeyi arzulamaz mı? Elbette isterler ancak özellikle Türkiye açısından bunun onların isteklerine kalmayacağı halkların uzun zamandır gösterdiği direngen damarla çatışmak zorunda oldukları açık. Türkiye’de uzun zamandır muhalefet partilerini de aşan bir direngenlik söz konusu. Başta CHP olmak üzere çeşitli siyasal gruplar bu direngenliği manipüle etmeye çalıştılar ve rejimin hizmetine koştular. Ancak son dönemde Özgür Özel yönetimi nihayetinde bu dinamiğe yaslanmak ve boyun eğmek zorunda kaldı. Rejimin bu süreçteki derdi ise bir taraftan toplumu faşistleştirirken Türkiye halklarının direngen, itiraz ve isyan eden yanını ortadan kaldırmak.
Türk emperyalizmi emellerine ulaşmak için demokratikleşme yerine militarizmi ön plan çıkarırken maalesef politikacıların ve basının kahir ekseriyetinin durumu “devletle aşk” yaşamanın ötesine geçmiyor. Bugünün herhangi bir devletini burjuva demokrasisinin şöyle yada böyle var olduğu dönemin kavramlarıyla tartışmak ve tarif etmeye çalışmak fazlasıyla eksik ve dolayısıyla yanlış olur. Çünkü içinde bulunduğumuz post-modern karakterli yeniden paylaşım savaşı eski biçimleri çoğunlukla aşındırdı ve ortadan kaldırdı.
Nihayetinde aklımızdan geçenlerle değil yaptıklarımızla sınanır, adlandırılır ve değerlendiriliriz. Bugünün acil ihtiyacı en geniş kitleleri doğrudan mücadelenin öznesi kılacak radikallikte ve büyüklükte politik yollar icat etmek olmalı. Ancak o zaman barış ve yeni bir dünya yaratmanın dinamikleri açığa çıkabilir…