Akın OLGUN
“Hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapamaz” der “Satranç” kitabında Stefan Zweig.
Hücre tipi cezaevinde kalmış hemen herkes, işte bu “hiçlik” üzerine size çok şey söyleyecektir ama o cezaevlerine kanla, işkenceyle götürülmeden önce de çok şey söylenmişti zaten…
O sözler bastırıldı.
Hem de çok vahşi şekilde bastırıldı ve adına “Hayata Dönüş” dendi.
Biliyorsunuz, devlet yaptığı operasyonlara havalı isimler bulur ve bunu çok önemser. Önemsediği bir başka şey ise, bulduğu isimleri toplumun ruhuna sızdıracak kalemlerdir.
Misal, “Hayata Dönüş” operasyonu için “Sahte Oruç, Kanlı İftar” manşetini atanlar bugün hala aramızdalar ve hukuksuzluk, adaletsizlik üzerine iri cümleler kurup, hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam ediyorlar.
Hiçbir şey yaşanmamış, hiçbir şey olmamış gibi…
Fatih Altaylı’nın davasından ceza çıktı.
Hücresine geri götürüldü Altaylı ve o meşhur “boş koltuk” yayınlarına yeniden geri döndüğünü ilan etti. Geri döndüğü ilk yayın için kaleme aldığı mektupta şöyle diyordu;
“Şunu da herkesin kulağına küpe olsun diye söyleyeyim; Bugün yaptığınız her şey yarın çocuklarımıza miras kalacak”
Gerçekten de çok doğru.
Hayatın öğretisi, başımıza gelenlerin en güçlü hatırasıdır diyorum ben de!
Altaylı, hukuksuz bir biçimde cezalandırılmasının isyanını yaşıyor ve bu isyanında kesinlikle haklı ama bir sorun var; “Hayata Dönüş” operasyonuna, dönemin hükümetini alkışlayarak rıza üreten de kendisiydi. “Nihayete erdirdi” dediği o devlet, şimdi hukuksuzluğu ve hücre cezaevini onun üzerinde sınıyor.
Hazır yeri gelmişken, şu hiçbir şey yaşanmamış, olmamış gibi yapma mevzusunu, siyaset üzerinden de konuşalım.
Özgür Özel ardı ardına tekrarlanan kongrelerden üçüncü kez genel başkan çıktı. Haklı olarak çok güçlü hissediyor kendisini.
Kongre kürsüsünden çok şey söylendi, önemli tespitler yapıldı ama parti programı çerçevesinde dile getirilenlerin esintisi uzun sürmedi. Çünkü herkes PM listelerine ve kulislere yoğunlaştı.
Bir yıldır, hemen her gün konuşulan ve gündemdeki yerini koruyan Kürt meselesinin çözümüne dair ise kongreden dışarıya taşan fazla bir şey olmadı.
Yenilenen parti programında ifade edilen “eşit yurttaşlık” temelli bir iki madde gündeme gelir gibi oldu ama takati yetmedi! Bu tercih edildi özetle…
CHP’nin en çalışkan isimlerinden olan ve benim de yakından takip ettiğim CHP genel başkan yardımcısı Deniz Yavuzyılmaz kongre sonrası X hesabından, “CHP iktidarında ne yapacağız” başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Hemen ona baktım. Bütün maddeleri okudum.
Otuz iki maddede özetlediği yapılacaklar listesinde, Kürt sorununun çözümü yer bulamamıştı.
Kürt yurttaşların çözüm isteği ve talepleri “aşırı” bulunmuş olmalıydı muhtemelen. Hiç yoklarmış gibi, hiç yaşamıyorlarmış gibi davranılmıştı bir kez daha.
Kongreden Kürde kalan tek şey, Özgür Özel’in kürsüden yaptığı konuşma oldu.
Özel kürsüye çıkıp, DEM Parti’yi işaret ederek (ki yalanlamadı bunu) o sarsıcı ve yıkıcı cümlesini, hiçbir şey yaşanmamış, her şeyden azadeymiş gibi bıraktı ortalığa;
“Bir Stockholm Sendromu’na kapılmamaya, dün elinden zor kurtulduğunuz celladınıza aşık olmamaya davet ediyorum.” diyordu kürsüden DEM’e.
Şiddetin egemenliğinde kurucu olmuş bir geleneğin devamcısı olan partinin kürsüsünden, şiddetin her türlü egemenliğine karşı çıkmış ve bunun en ağır bedelini ödemiş bir partiye, “celladına aşık olma” metaforuyla diklenmek, tarihsel ve siyasal şuur kaybına denk olduğu açıktı ama meselenin derdi yine Kürde havale edilmişti işte.
MHP’yi ve Bahçeli’yi, barış ve çözüm konusunda masaya taşımış bir siyasi geleneğin başarısını, “celladına aşık olma” parantezine alarak tartıştırma ve bölgesel denklem içinde, iktidarı çözüme taşıyan Kürt siyaset aklını hiçleştirme taktiği, kürsüden kendisini ortaya koymaya çekinmiyordu da artık.
DEM’i iktidarla eşleyerek toplumsal algıları karşıt kılma, kendisini ulusalcı, milliyetçi, liberal denkleminde temsil etme ve zamanında Akşener’in ortaya attığı “Kürtler olmadan da kazanmak” taktiğiyle seçmenlere bolca göz kırpma hali, yeniden sahne alıyordu işte…
“Öcalan ile görüşüyorlar” propagandasını, İYİP ve Zafer Partisi gibi aktörler eliyle “bebek katili” söylemine taşıyarak, çözümü baskılama stratejisi tutar mı tartışmalı ama tehlikeli bir siyaset olduğu hiç şüphe götürmez.
Sözcü’nün daha etkin rol alacağı yer de burası olacak muhtemelen ve birileri bu durumun kendileriyle hiç ilgisi yokmuş gibi yapmaya devam edecek.
Çözüm ve barış konusunda ileri adımlar atılmaya ve topluma yansıyan pozitif sonuçlar ortaya çıkmaya başladığında, CHP’nin düşeceği Kürt karşıtı cephede olma halinin, üç seçimdir Kürtlerle kurulan politik yan yana gelişleri ve “duygusal” ortaklaşmaları, ne hale getireceği aşikar ama anlaşılan bunun tercihi çoktan yapılmış.
Kürt siyasetinin taktik kurma ve onu hayata geçirme inadını en iyi bilmesi gerekenlerin, bir kez daha kendilerini bu inatla sınamak istemeleri hakikaten ilginç!
Öte yandan, iktidar ve ana muhalefet cephesinde kurulan iktidar oyunları, DEM Parti’ye “üçüncü yol” anlayışını hâkim kılabilmek için geniş bir alan sunacak gibi gözüküyor.
Hem iktidarın hem de ana muhalefetin adımlarına karşı, kendi belirleyiciliğini inşa etmenin, üçüncü yol siyasetinin gücünü de pekiştireceği kanaatindeyim. Kürt siyasetinin üstüne oyun kuranlar için bu büyük bir handikap olacaktır aynı zamanda.
CHP, DEM’i kaybetmenin tercihinde önemli bir yol almış gözüküyor ve bana sorarsanız Özgür Özel’in PM’si alınan bu yolu ve kararlılığı işaret ediyor. DEM ise buna rağmen CHP’yi çözüm çizgisinde tutmaya ve karşı karşıya gelmemek için özenle davranmaya devam edecektir. Kürt siyasetinin inatçı ve soğukkanlı yaklaşımının kolay kolay pes etmeyeceği malum ama inceldiği yerden koptuğunda da B planını devreye sokacaktır ki bana sorarsanız o B planı da şekil alacak önümüzdeki günlerde.
Bu yanıyla ana muhalefetin, Kürtler olmadan kazanma ve Kürt seçmeninin bir kısmını kendisinde konsolide etme amacıyla yeni sahalar açma girişimleri, elbette Kürt gerçekliğinin sahadaki varlığıyla tanışacaktır. Ülkenin batısında yaşayan Kürtleri çantada keklik görme yaklaşımının ne kadar yanlış olduğu da kısa zamanda anlaşılacaktır böylece.
Öcalan’ı çözümden dışlayan, onun liderliğini küçümseyen, küçümsettiren, aklını “şüpheli” hale getirmek için çalışan, Demirtaş’ın toplumsal meşruiyetini, Öcalan’ın geniş temsil gücünün karşısına koyarak, Kürt seçmende taraftarlık kurdurtmaya çalışan o küçük hesapların, önümüzdeki günlerde daha da aktifleştirileceğine şahitlik edeceğiz. Bu görev Sözcü’de olacak büyük ihtimal.
Sözcü, CHP’nin açıktan yapamadığı ittifakları yaparak, rolünü kamusal alana taşıyacak gözüküyor.
Son bir söz olarak, iktidar masadan kalkınca, DEM Partililere “göreceksiniz” çekmek için sabırsızlanan bir ajite kitle görünüyor ortamlarda. Sanki Kürtler devlet ile ilk defa karşılıyormuş gibi yapmaları gerçek anlamda bir dram.
Bu yaşanırsa, kalkar kaldıkları yerden devam ederler. Asıl düşünülmesi gereken sizin, bizim, kendimizin ne yapacağı olmalı oysa…
Kürtler cellatlarını bu kadar iyi tanımasa, bugünlere gelemezlerdi herhalde değil mi?



