Güler YILDIZ
Sonra cellat uyanıyormuş yatağından her gece, “tanrım,” diyormuş, “bu ne zor bilmece.”
Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’ne göre cellat, Arapça “kırbaçlamak” anlamını taşıyan celd mastarından gelen, “kırbaçlayan, çeşitli eziyetler uygulayan” demek.
Mecazen de “katı yürekli, zalim, kolaylıkla suç işleyen.”
Türk Dil Kurumu da “ölüm cezasına çarptırılanları öldürmekle görevli olan kimse” demiş cellada.
Etimolojitürkçe sitesi de kelimenin en eski kaynağı olarak şu iki adresi veriyor:
cellād [ Tezkiret-ül Evliya (1341) : ol denlü korkı aŋa galib olmışdı, her ne yérde ki otururdı, sanaydıŋ ki bir cellad öŋinde otururdı ]
cellād [ Dede Korkut Kitabı (1400 yılından önce) : Altı cellad eñsesine geldiler, yalıñ kılıç tutdular. ]
Nişanyan Sözlük’te ise bu konuda daha eski bir kaynak var:
[Gülşehri, Mantıku’t-Tayr, 1317] virdiler oğlanı cellād eline / kim iki böle vü ödi buluna
Stockholm Sendrumu’nun Türkçe’ye uyarlanış şekli de “celladına aşık olmak” biçiminde.
×Stockholm Sendromu’na konu olan bir banka soyguncusuydu. 1973 yılında, hapisten kaçan Jan Erik Olsson ve arkadaşı, Kreditbanken adlı bankayı soymaya kalkar. Dört banka çalışanını 131 saat rehin alırlar. Olsson rehinelere o kadar “iyi” davranır ki (tıpkı La Casa de Papel’de olduğu gibi) rehinelerden biri (Kristin Enmark) Olsson’a aşık olur. Mahkemede Olsson aleyhine ifade vermez, yakalanıp da hapse atıldığında onu bekler ve çıktığında da evlenir. Psikiyatr Nils Bejerot’un ünlü tanımlamasının arka planında bu öykü var.
Psikologlar daha iyi bileceklerdir, celladına aşık olduğu iddia edilen/ler, yaşanan travmatik mağduriyete karşı bir tür psikolojik baş etme mekanizması olarak genelde bilinçsiz ve duygusal bir tepki verir. Kendini daha kötüsünden korumak, tekrarın önüne geçmek ister.
Bu bir zoraki kabulleniştir.
Elbette Kristin ile Jan Erik arasında yaşanan “aşk”ın devletin cellat olduğu örneklerle mantıksal benzerliği kurulamaz.
Celladı tutup aşığı dövmek
En çok Dersimliler için kullanılır bu “cellada aşık olma” benzetmesi. Büyük aşkının şiddetinden mağaralara saklanmış binlerce Dersimli’yi kimyasal bombalarla öldüren, geride kalan çocukları kara vagonlara doldurup ülkenin enn Türk kentlerine asimile olmaya gönderen cellat değil de tüm bunları yapmasına rağmen ona derin bağlılık taşıdığı iddia edilen “aşık” mıydı suçlu olan?
Kürtler mesela? Devletin kara defterinde 102 yıldır yazılı onlar. Üstelik devlet bir “elebaşı” arayıp bulma derdinde de değil! Zaman içinde gördük çocuk, yaşlı, kadın, köy, dağ, nehir, hayvan, ağaç farketmeksizin Kürdün nefes aldığı, Kürdün sevdiği, Kürdün barındığı, Kürdün tutunduğu, Kürdün söylediği, Kürdün aklından geçirdiği (ıslık) her şey ve herkes bir suç unsuruydu.
102 yıllık büyük aşkın daha ilk onuncu yılında, mahkeme 5 ceza vermesine rağmen 33 Kürdü kurşuna dizen Muğlalı mesela… Adını ülkenin birçok yerinde sokaklara, okullara, mahallelere verdiler, aşkın ateşini her daim diri tutmak için.
İtirazı olan?
102 yıllık büyük “aşk”ın 92’inci yılında, 14 Aralık 2015’te Taybet İnan, tam 11 çocuk annesi bir kadın, günlerce süren sokağa çıkma yasakları sırasında öldürüldü sokak ortasında. 7 gün kaldı orada. 7 gece.. Çocukları cenazenin 150 metre gerisinde karga nöbetindeydi. Benzemezdi diğer karga nöbetlerine…
Türkiye gibi ülkeler hafızayı siyasal bir araç olarak kullanır. Kendisi hatırlatmak isterse hatırlar, istemezse “yok öyle bir şey”.
Aşka vurgu yapılıyorsa bunun naif bir aşk olmadığının kaydını da düşmüştür bir yerlere. Dağlara çıksak, derelere insek, şehirlere aksak çıkar hep karşımıza.
Üstelik seçicidir de bu hafıza. Kelimeleri de özenle seçer: Roboski bir kürtaj mıydı, kürtaj bir Roboski miydi?
O hafıza gaflete düşmez mesela, cellatlık bir makamdır çünkü: 102 yıllık aşkın ödülleri vardır ama cezası yoktur.
Taybet anneyi 7 gün orta yerde bırakan kurşunun sahibi yargılanmasın diye kanun çıkarılmamış mıydı?
Çünkü devlet pratiği bunu gerektirirdi: Vicdanın hayır dediğine evet diyen aklı onaylamak için kaldırılan eller hep olmalıydı.
Sonra ‘cellat uyanıyormuş yatağından her gece, “tanrım”, diyormuş, “bu ne zor bilmece.”



