Aykan SEVER
3. Dünya Savaşı görece olarak Abya Yala kıtasında sakin geçiyordu. Ancak Trump rejimi tehditleriyle bu bölgedeki ülkeleri kendi hizasına getirme derdinde. Panama örneğinde olduğu gibi kısmen başarılı oldu. Yakın zamanda Bolivya’da yapılan seçimlerde sağın önünün açılması da kuşkusuz ABD’nin hanesine yazılmalı.
Bu coğrafyada Amerika’nın yüzyıllık hegemonyasını sarsan önemli ögelerden biri Çin’in özellikle ekonomik alanda izlediği atak ve nüfuz edici politikalar oldu. Amerikan kapitalizmi yapısal nedenlerle Pekin yönetiminin bu yönlü politikalarının önünü kesemez vaziyette. Onlar da Biden döneminden başlayarak uyuşturucu ile mücadele bahanesiyle bölgede yeni ABD askeri üsleri kurdular. Bunlardan ikisi Arjantin’de ve kıtanın etrafındaki dünya mirası sayılıp korunmaya çalışılan mesela Galapagos gibi adalara da askeri üs koymayı ülke yönetimlerine dayatarak kabul ettirdiler. Beyaz Saray’a hakim olan zihniyet açısından dünyanın geleceği hiçbir zaman önemli olmadı. Bilakis bugün de değil !
Venezuela hedefte
Uyuşturucu ile mücadele bahanesi sadece askeri üs kurmaya yaramadı örneğin Ekvador’da bu gerekçeyle Washington yanlısı bir dikta rejimi de kuruldu. Bir diğeri çetelerle mücadele uydurmasıyla El Salvador’da hüküm sürüyor. Özeti ABD bölgede kendine aykırı herhangi bir ses istemiyor. Şimdi ise sırada Venezuela’daki Maduro yönetimi var.
Trump rejimi, Maduro ve etrafındaki yetkilileri Cartel de Los Soles isimli bir çeteyi yönetmekle suçluyor. Aslında Amerika’nın iddiaları dışında böyle bir organizasyon var mı bilmiyoruz. ABD bir şema yayımlanarak grubu “terörist organizasyon” olarak ilan etti. Hınk deyici Arjantin, Paraguay ve Ekvador yönetimleri de anında, Trump rejimini ikiletmeden Los Soles’i terör organizasyonu olarak nitelediler. Bu arada ABD halihazırda yaptırım uyguladığı Venezuelalı yetkililere bir daha yaptırım uygulama kararı almak gibi saçma işler yaptı. Öncesi ise Maduro’nun başına konan ödülü 50 milyon dolara çıkarmıştı. Bütün bunlara ilaveten ABD, Venezuela açıklarına aralarında nükleer silah taşıyan bir denizaltının da olduğu savaş gemileri ve 4 bin civarında asker gönderdi. Bu sayı giderek artıyor. Trump rejimi bunları yaparken neyi hedefliyor? Uyuşturucu ile mücadele olmadığı kesin. Zira Amerikalılar dünyada en çok uyuşturucuya tamah eden toplumlar arasında. Sorunun kaynağı belki de üretimin veya dağıtımın yapıldığı yerler değil tüketimin yapıldığı yer olmasın? Niye bizim vatandaşlarımız bağımlı, yaşamak ve mutlu olmak için zararlı olduğu bilinen bir şeyleri tüketmekten geri durmuyorlar diye sormak ve onların sorunlarını çözmeye yardımcı olmak yerine sağa sola bomba atmak sanırım daha kolay.
Maduro yönetimi Amerika’yla göçmen anlaşmasına uyup Chevron gibi ABD sermayesine kapıları sonuna kadar açmışken Trump böyle bir hamleyi neden yaptı? Trump’ın Venezuela açıklarına savaş gemisi göndermesi sıcak bir çatışmaya dönüşür mü? Bu durum maalesef hiç olmaz diyebileceğimiz bir durum değil. Olası bir savaş haline engel olabilecek herhangi bir uluslararası kurum yok. Ancak böyle bir vaziyet gündeme gelirse ABD’nin topyekûn işgal gibi açıktan başarısız olacağı bir saldırı tarzı yerine Maduro ve yakınındakileri hedeflemesi güçlü bir olasılık. Venezuela’nın milyonları bulduğu iddia edilen milis yapısıyla Amerikan askerlerinin karşı karşıya gelmeyi tercih etmeyeceği ise tahmin edilebilir. Burada başka olasılıklar da var. Venezuela ordusunu tehdit ve satın almalarla çözülme ye teşvik etmek veya baskıyla Maduro’yu istifa zorlamak gibi olasılıklar mevcut.
Venezuela yönetimi masum mu?
Abya Yala kıtası kokain üretiminin yapıldığı ana merkez. Karteller genelde politikacılar polis ve askerle işbirliği yaparak dünyanın kalan diğer kısımlarına çeşitli yollarla kokain sevkiyatı yapıyorlar. ABD Uyuşturucuyla Mücadele Birimi (DAE)nin de bu işlerden pay aldığı mafya üyelerinin ifadelerine yansıdı. Son olarak Kolombiya açıklarında kokain kaçakçılığı yapan modern bir denizaltı bile yakalandı. Karteller ayrıca birim bazında alınan ürünün miktarını artıracak tarımsal çalışmalarla kokain üretimini giderek çok daha fazla artırdılar. Korona döneminde görece sakinleyen deniz trafiği birçok sevkiyatın açığa çıkmasını sağladı. Bunun üzerine hatlar çeşitlendirildi. Arjantin; Uruguay gibi ülkelerin limanları da kullanılmaya başladı. Muhtemelen Venezuela toprakları da bu dönemde devreye girdi. Nitekim geçen yıl Caracas’ta 3 ton civarı kokain yakalandı. Bunun bir kısmının Türkiye’ye gideceği de haberlere yansımıştı. Son günlerde Venezuela Devlet başkanı Maduro konuyla ilgili yaptığı açıklamalarda her ne kadar “Venezuela toprakları temizdir” dese de yakın zamanda tonlarca kokain yakaladıklarını da söyledi.
Konuyu dağıtmak istemiyorum ancak bu işin Türkiye’ye yansımalarına da kısaca değinmekte yarar var. Türkiye son yıllarda BM raporlarına da yansıdığı üzere dünyanın en önemli uyuşturucu dağıtım merkezlerinden biri oldu. Rejim savaşı finanse etmek için bu olanağı kullandı. Kokainin taşınması devlet olanaklarıyla iktidar bloğu içindeki çeşitli kesimlerin ortaklaştığı bir olgu. İsteyen Sinan Ateş cinayetinin ayrıntılarına bakabilir. (1) Sanıyorum rejimin yarattığı yalan söylemeyi bile beceremeyen lümpen burjuvazinin mahdumlarından Erkan Yıldırım’ın rezilliği Maduro rejiminin bu hadisede en azından bir parmağı olduğunu sergilemeye yeter. (2) Uzun zamandır Maduro ve Erdoğan rejimleri arasında gizli kapaklı epey alışveriş var. Yakın zamanda ise MÜSİAD öncülüğünde doğrudan deniz taşımacılığı ve ticareti için yeni adımlar atılmış. Pekâlâ Venezuela’dan gelen malların arasına tıpkı bölgedeki diğer ülkelerden yapılan ithalatta olduğu gibi bir şeyler sıkışabilir.
Venezuela yönetimini epeydir sosyalizm adına tartışmanın pek bir anlamı yok. Zira iktidardaki zihniyet Latin milliyetçiliğinin bir tezahürü olmaktan öteye gidemeyen ve ülke insanlarının geleceğini hiçe sayan bir niteliğe sahip. 2014’ten bu yana Venezuela’dan en az 7.7 milyon kişi göç etmek zorunda kaldı. Bunun vebali kime ait? Maduro’nun yanıtı belli: Elbette ABD emperyalizmi ! Amerikan yönetimleri bunları yapabiliyorsa siz kimsiniz o zaman?
Uzun yürüyüş
Amerika’nın dünyada ve kıtada olan olumsuzluklarla ilgili elbette büyük bir sorumluluğu var. Özellikle Trump rejimiyle belirginleşen tanrısı savaş olan güç dini her geçen gün daha da acımasızca doğa ve insanlığın üzerine gidiyor. Trump arada sağa sola demokrasi götüreceği lafını etme zahmetine bile katlanmıyor. Zira kendisi Amerika’da burjuva demokrasisinin köküne kibrit suyu ekerken bunun gülünç olacağının farkında. Asıl büyük problemse başkalarını insan yerine koymayan ırkçı anlayışın dünya çapında yaygınlaşması. Bugün neo-faşist zihniyetin pratiği ise soykırım olarak Filistin’de sergileniyor. ABD daha önce de kıtada açıktan saldırılarda bulundu. Guatemala (1954), Dominik Cumhuriyeti (1965), Grenada (1983), Panama (1989) Haiti (1994 ve 2004) İlk üç ülkede ABD saldırganlığı solcu yönetimleri iktidardan uzaklaştırmak için yapıldı. ABD buralarda Irak, Afganistan işgallerinde olduğu gibi geriye yıkımdan başka bir şey bırakmadı. Olası Venezuela saldırısının sonucu da böyle olacaktır.
3. Dünya Savaşı’nı durdurmak, barış ve yeni bir dünya yaratma mücadelesi ana gündemimiz olmayı sürdürüyor. Ancak bunu yapmak için ezber bozan, bütün insanlığı mücadeleye ortak etmeyi önüne koyan radikal politikalara ihtiyaç ise her geçen gün artıyor. Biraz Çin’deki Uzun Yürüyüş (1934-35) üzerine düşünelim…
(1) Turkish Mafia sends greetings and pledges allegiance to the Sinaloa Cartel
(2) https://tr.euronews.com/2021/05/24/peker-in-iddias-sonras-sosyal-medyan-n-yeni-gundemi-erkan-y-ld-r-m-venezuela-peynir-ve-kok