BIG_TP
Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Akın Olgun yazdı |

Süreç, yorumlar ve “gevşeyen kayışlar”

Akın Olgun yazdı |

Akın OLGUN

İmamoğlu’nun, T24’ten Murat Sabuncu’ya verdiği röportajda, birçok konuda daha net ve berrak bir tutum geliştirdiğini anlıyoruz. Özellikle çözüm ve barış konusunda, devlet ile Öcalan arasında kurulan ve Kürt sorununun çözümüne dair ilerleyen sürece verdiği desteği daha somut cümlelerle dile getirmesi, yarının siyaseti açısından oldukça önemli.

Hem kendisinin yükseldiği toplumsal zemini koruması hem de CHP’nin ürettiği politikalarda belirleyici olabilme rolü açısından da bu önemli. Yürütülen sürece sadece iktidar penceresinden bakmanın, kendisini iktidar politikalarına hapsettiğini görmesi ve hızla bu alandan çıkarak, meselenin toplumsal yanına geçmesi, siyasette daha etkin olmanın yolunu açarken, durduğu demokratik alanı, savunduğu hukuki sahayı da daha güçlü kılacak muhtemelen.

Davasında, belirli bir karakter haline getireceği hak ve özgürlükler temelli duruş (ki bence yalpaladığı yer burası), hiç kuşkusuz kendisini ve arkadaşlarını Silivri cezaevine sürükleyen anti demokratik anlayışa karşı da bir panzehir olacaktır.

Eğer İmamoğlu, bu zemini inatla korur, milim sapmadan savunarak tüm siyasetini hukuk, demokrasi ve özgürlükler üzerine kurabilirse, milyonlar onu asla yalnız bırakmayacak ve karşısına hangi aday çıkarılırsa çıkarılsın, belirleyici olan yine kendisi olacaktır. Bu da ülke siyasetindeki yerinde yüksek bir çıta oluşturacaktır ve bu çıta aşılmaya çalışıldıkça, büyüyen daha çok kendisi olacaktır.

Bu, hak ve özgürlükler siyasetinin ve aklının gücüdür. Birçok siyasetçi bu gücü küçümsediği için savrulup yalpalamaktan kurtulamıyor ve toplumsal güven de tam buralarda sarsılıyor.

Eğer bugün hala toplum Demirtaş’ı konuşuyor, tartışıyor ve onun cümlelerini, geleceğin öngörüsü olarak işaret edip gündemde tutuyorsa, bu onun demokrasi, adalet konusunda şaşmadan, siyaseti ilkeler üzerine kurmasıyla ilgilidir ve elbette tek başına kalmayı göze almayı da kapsar bu.

Yakın çalışma arkadaşlarınızın vizyonu, olan biteni kavrama yetileri, insanı ve toplum ruhunu, tarihsel, sosyal, siyasal, kültürel olarak doğru okumaları ile de çok ilgilidir ayrıca bu duruş.

Kendini toplumdan, hak ve özgürlükler mücadelesinden beslemeyenlerin, size sunacağı tek şey kitabi söylemler ve beyaz dünyanın sevdiği süslü “özgürlük” cümleleri olacaktır. Beyaz dünya, kendini onlara beğendirmeye çalışanlardan büyük zevk alır bu doğru ama asla ona saygı duymaz.

İmamoğlu adına veya kendisi tarafından, Venezuela’nın Amerikancı muhalefet liderine, Nobel Barış Ödülü vesilesiyle yazılan mesaj da bundan bağımsız değil.

Yine, The Guardian ve Le Monde gibi prestiji yüksek gazeteler için kaleme alınan yazıların içerik olarak, batının gururunu ve kibrini “ben” merkezli bir yerden yoklaması da buna örnek verilebilir.

İmamoğlu ekibinde olan veya ona yakın duran isimlerin, bulundukları her mecrada, barış sürecine dair “olmaz” kalıplarıyla kurdukları ve Kürt sorununa dair gram fikri olmayan ama “en bilen” şekilde tahakkümcü, alaycı, küçümseyici ifadelerle, barış karşıtı bir hattı güçlendiren tavırları da yukarıda bahsettiğim siyasal eksiklikten bağımsız değil kesinlikle.

Hem İmamoğlu üzerinde hem de CHP içinde belirleyici olma ve İmamoğlu’nun zayıf olduğunu düşündükleri entelektüel alanda (ki bu alanda güçlü olmak zorunda değil) kendilerini “olmazsa olmaz” kılma yaklaşımları, barış konusunda da İmamoğlu’nu dar alana sıkıştırıyordu muhtemelen. (Böyle olmasa, İmamoğlu bilirkişi davasında, sürece dair negatif cümleler kurmayı tercih etmezdi muhtemelen.)

İmamoğlu, özellikle Kürt sorunu, barış süreci konusunda çalışmalar yapmış kitaplar yazmış isimlerden de biri olan, tutuklu Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer ile çok daha fazla istişare edebilir diye düşünüyorum…

Bilmediğini, biliyormuş gibi yapanlardan daha tehlikeli bir şey yoktur.

Yüzyıllık bir sorunun yaşanmışlıklarını yok sayarak, siyasi muhataplarını küçümseyerek, aşağılayarak, demokrasi ve barış kavramları üzerinde manipülatif taklalar atarak, barış karşıtı cephenin kurucu unsurları olan ulusalcıların, ırkçıların ve cemaatçilerin üzerinde ortaklaştığı alanı beslemek, güçlendirmek, gerçek anlamda toplum tanımazlık ve daha da ötesi, acının toplumsal travmadaki yerine dair gram sorumluluk taşımamaktır.

Yaptıklarına, konuştuklarına bakınca, bana Tansu Çiller’i hatırlatıyorlar.

Tek bir örnekle anlatmam gerekirse; 1994 yılı, yargısız infazların, faili meçhul cinayetlerin, gözaltında kaybedilmelerin en yoğun yaşandığı yıllardan biriydi. 26 Mart 1994’te Şırnak’ın Kuşkonar ve Koçağılı köyleri, TSK uçakları tarafından bombalandı. Operasyona katılan bir helikopterden köylülerin üzerine ateş açıldı ve Kuşkonar’da 25, Koçağılı’da 13 sivil hayatını kaybetti. Ölenlerin büyük çoğunluğu kadınlar, yaşlılar ve çocuklardı. Yedi bebek de ölenler arasındaydı. Dönemin Başbakanı T. Çiller, “Bombardımanı gerçekleştiren uçaklar devlete ait değil. Köyleri PKK’nın helikopterleri bombaladı” diyecek kadar cahil ve Kürt sorununa dair zerre fikri olmayan biriydi. Fikri olmayınca, dilin kemiği de olmuyordu işte. Şimdilerde “birkaç hak verilse sorun zaten çözülür, Öcalan’ı muhatap almaya ne gerek var” diyerek, meseleyi “birkaç hak”ka indirgeyen ahmaklığın Çiller ile ortaklaştığı yerdir işte burası. Dönemin genelkurmay başkanı “tak-şak paşa” olarak da bilinen Orgeneral Doğan Güreş, “Uçaklardaki kayışların gevşemesi nedeniyle bombalar yanlışlıkla 38 köylünün üzerine düştü” diyerek hem Çiller’i hem de katliamı aklamaya girişmişti.

Bugüne dönersek; Kürt sorunu ve barış üzerine konuşan ve Öcalan’ı muhatap almaya gerek yok, iki demokratik açılımla bu iş hal olur” diyen o “gevşek kayışlar” maalesef, çok büyük şeyler söylüyormuş gibi ortalarda dolaşıyorlar.

İmamoğlu’na da yakın olduklarını saklamayan akademik çevrelerin, gazetecilerin ortalıkta dolaştırdıkları fikirler, “gevşek” alanda kendini var etmeye çalışıyor lakin hayatın gerçekliği ve toplumsal dinamiği böyle çalışmıyor.

İmamoğlu vermiş olduğu söyleşide, hem barış sürecine hem de DEM Parti’nin pozisyonuna dair ifade ettikleri ile, kendisine dışarıdan dayatılan ve yine kendisi üzerinde belirleyici olmaya çalışan kesimlere önemli bir “dur” çektiği görülüyor. Eğer bu “dur”u çekmeseydi, barış karşıtı cephenin, kendisini de boşa düşürdüğü bir oyunun kurbanı olacak, Kürt seçmenle kurduğu politik duygusal bağ hızla bir karşıtlığa dönüşecekti.

Venezuela’nın, Amerika’yı açıktan müdahaleye çağıran muhalefet liderine verilen Nobel ödülüne, İmamoğlu’nun yaptığı (veya dışarıdan onun adına yapılan) tebrik mesajı konusundaki öz-eleştirel tutumu da dikkate değer. Böylece, yaptığı yorumlarla ortamı kışkırtan, X hesabından yine yaptığı bir anketle, İmamoğlu’nun tebrik mesajını açık hedef haline getirecek şekilde anket düzenleyen yaklaşımı da mahkûm edip, herkesin durması gerektiği yeri işaret etmiş oldu.

Mansur Yavaş etrafında biriktirilen güç yığılmasını da görüyor İmamoğlu ve yine bu konudan bağımsız olmayan “CHP’nin bir Cumhurbaşkanı adayı var zaten” sözüyle, ağırlığını ortaya koyma iddiasını da ilan ediyor.

Adım adım, Mansur Yavaş’ın adaylığını öne çıkaran ve buradan hareketle ırkçı, şoven tutumlarını saklamayan partilerin, onun etrafında birikerek, partideki ağırlık merkezini değiştirecek şekilde konumlanmalarını da doğru gözlemlemiş gözüküyor.

Bu nedenle; Yavaş etrafında yeni bir kanat olarak güç biriktiren barış karşıtlarının öncülük ettiği siyasal operasyona, barış ve Kürt sorununun çözümü konusunda aldığı “yeni” pozisyonla bir karşılık veriyor ve hatta buradan hareketle Özgür Özel’e “görüyorum” diyor. Neyi gördüğünü ise ileride anlayacağız sanırım.

Çünkü Özgür Özel, hem İmamoğlu hem de M. Yavaş ürerinden partiyi yeniden dizayn ederek kendi liderliğini “sağlam kazığa” bağlamaya çalışıyor diyebiliriz. Politik çekişmelerin doğası üzerinden bakarsanız, Özel’in durumları kendi lehine çevirme konusunda daha aktif ve daha hırslı olduğunu da anlarsınız. Bu hırs, siyasetin temel dinamiğidir aynı zamanda.

Tüm bu meselelerin altında biriken enerjiyi görmek ve olasılıkları hesaplamak, siyasetin önceliği olarak karşımızda duruyor.

Özellikle süreç siyasetinin temel kolonlarından biri olan DEM Parti yönetiminin, durum okumalarını Üçüncü Yol paradigmasına uygun bir konumlanmayla yapması ve bu yolu güçlendiren mesafeyi demokratik siyaset zemininde ve tavırda kurması, yarının siyasi hamleleri için çok önemli görünüyor.

Çünkü ne İmamoğlu ne Bahçeli ne Erdoğan ne de Özel için bu süreç bir olmazsa olmaz değil ama DEM Parti için olmazsa olmaz durumu çok daha baskın.

Benzer Haberler