Türkiye, 12 Mayıs 2025’te PKK’nin silahlı mücadeleyi sona erdirdiğini açıklamasıyla birlikte tarihî bir dönemece girmiş olsa da, barışa giden yol hâlâ korkularla çevrili. Haziran ayında yayımlanan bir rapor, dünya deneyimlerinden yola çıkarak bu korkularla nasıl baş edilebileceğine ve Türkiye’nin bu eşikten nasıl geçebileceğine dair somut öneriler sunuyor.
HABER MERKEZİ- 12 Mayıs 2025, Türkiye tarihine bir dönüm noktası olarak geçti. PKK, lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla silahlı mücadeleyi sona erdirdiğini ilan etti. “Barış ve Demokratik Çözüm Süreci” adı verilen bu yeni dönemin baş döndürücü hızla gelişen siyasi gündeminin tam da ortasında yayınlanan bir rapor, barışa giden yolun yalnızca silahların susmasından ibaret olmadığını hatırlatıyor.
23 Mayıs 2025’te Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği ve Sabancı Üniversitesi ortaklığında İstanbul’da bir konferans düzenlendi. Konuşmacıları arasında dünyadaki farklı barış süreçlerinde müzakerecilik ve arabuluculuk yapmış önemli isimlerin bulunduğu konferansın özeti, “Barış Süreçlerini Canlandırırken Dünya Tecrübelerinden Ders Çıkarmak” başlığıyla raporlaştırıldı. Raporu hazırlayanlarsa çatışma çözümü alanında dünyaca tanınan iki akademisyen, Ayşe Betül Çelik ve Mehmet Gürses. Rapor, Türkiye’nin önündeki sürecin kırılgan doğasına dikkat çekerek, “Negatif barış şiddetin durmasıdır; ama kalıcı barış, yani pozitif barış, eşitsizliklerin giderilmesini gerektirir” diyor.
Rapora göre, Türkiye’de silahların susması, yalnızca bir başlangıç. Asıl mesele, bu çatışmasızlık dönemini kalıcı ve kapsayıcı bir barışa dönüştürmekte. Bunun için ise dünya barış süreçlerinden çıkarılabilecek çok sayıda ders var. Konferans için İstanbul’da buluşan Filipinler, Mozambik, Endonezya, Kuzey İrlanda gibi ülkelerde barış müzakerelerinde yer almış uzmanların anlatıları raporun da temelini oluşturuyor.
Rapor, konferansı “süreç tasarımı, güven sorunu, şeffaflık, korkular ve çerçeveleme, kimlikleri kabul eden yeni bir siyasi ve toplumsal zemin” başlıklarıyla özetlemiş.
SÜREÇ TASARIMI: BARIŞIN YOLU UZUNDUR
Raporda Filipinler’de 12 yıl süren ve dört farklı devlet başkanının yönettiği barış süreci örnek veriliyor. Mozambik’te ise arabuluculuk süreci sekiz yıla yayılmış. Kenyalı arabulucu Neha Sanghrajka’nın, geçici olarak gittiği Mozambik’te sekiz yıl kalması bu sürecin sabır gerektirdiğinin altını çiziyor. “Barışta ısrar etmek, en az barışı tasarlamak kadar kritik,” diye vurgulanıyor.
Türkiye gibi kimlik temelli çatışmalar yaşayan ülkelerde, arabulucuların rolü hayati. Fakat bu arabulucular illa dışarıdan olmak zorunda değil. Raporda önerilen “İçeriden Arabulucu Artı (Insider Mediator Plus)” modeli, hem toplumun farklı kesimlerince güvenilen yerli isimleri hem de teknik destek verebilecek uluslararası uzmanları içeriyor. Bu hibrit yapı, barış süreçlerinde esneklik ve güven kazandırıyor.
GÜVEN SORUNU: GÜVEN YOLUN BAŞINDA VE SONUNDA GEREKLİDİR
Barış süreçlerinin en kırılgan noktası, güven inşası. Güven yoksa süreç başlamıyor; güven olmadan da sonuçlanamıyor. Raporda, GAM (Özgür Açe Hareketi) ile Endonezya hükümeti arasında yapılan barış anlaşmasında hasta tutukluların salınması gibi adımların sürece katkısı örnek gösteriliyor. GAM’ın silahlarını yakarak kamuoyuna sembolik bir mesaj vermesi, silahsızlanmanın yalnızca teknik değil, duygusal bir boyutu da olduğunu gösteriyor.
Türkiye’de ise hem devletin hem toplumun karşılıklı güvensizlikleri var. Türk toplumunda “bölünme”, Kürt toplumunda ise “kandırılma” korkusu öne çıkıyor. Bu tür korkuların aşılması için önerilen çözüm: Zor meseleleri sona bırakmak, önce daha kolay konularla güven tesis etmek.
“Güven, taş üstüne taş koyarak örülen bir yapıdır,” diyor Sanghrajka. “Ama önce bir taş koymak gerekir.”
ŞEFFAFLIK: BARIŞ SÜRECİ GİZLİ Mİ OLMALI, AÇIK MI?
Raporda, sürecin topluma anlatılması gerektiği ama tüm detayların şeffaflık adına paylaşılmasının zararlı olabileceği uyarısı da yer alıyor. Mozambik’te barış müzakerelerinin gizlilik içinde yürütülmesinin başarının anahtarı olduğu ifade ediliyor. Ancak toplumun da ikna edilmesi gerekiyor. Bunun için Filipinler ve Kuzey İrlanda gibi örneklerde olduğu gibi “oyunbozan” aktörlerin bile sürece dahil edildiği modeller öneriliyor.
KORKULAR VE ÇERÇEVELEME: BARIŞI KİM ANLATACAK?
Raporun en dikkat çeken bölümlerinden biri, korkuların “yeniden çerçevelenmesi” üzerine. Barış sürecinin dili; güç kaybı, bölünme, ödün gibi kavramlar üzerinden değil, karşılıklı kazanım ve güçlenme fikriyle kurulmalı.
Bu konuda örnek olarak Filipinler Devlet Başkanı Aquino’nun sözleri aktarılıyor: “Güç paylaşıldıkça çoğalır.” Bu cümle, Moro bölgesine tanınan özerkliğin yalnızca barışa hizmet etmediğini, aynı zamanda devleti de güçlendirdiğini anlatmak için kurulmuş. Benzer şekilde, Mozambik’te Renamo savaşçılarına sağlanan sosyal güvenlik ödemesi, “onlara verilen ödül” değil, “ülkeyi birlikte inşa etme katkısı” olarak sunulmuş.
Türkiye’de de, barışın dilini kim kuracak sorusu ortada. Rapora göre bu dili inşa edecek olan yalnızca hükümet değil; sivil toplum, medya, kültür aktörleri, hatta özel sektör de bu anlatının parçası olmalı.

Rapor, 2022 yılında KONDA ile birlikte yapılan bir saha araştırmasının çarpıcı sonuçlarının bugünkü tıkanıklığı anlatan en net örnek olarak veriyor:
דKatılımcılara Kürt sorununun olası çözümlerini sorduk. Kendisini “Türk” olarak tanımlayanların yaklaşık %42’si sorunun ancak “askerî çözüm”le mümkün olacağını savunurken %19’u “demokrasi,” %10’u “müzakere” ve %3’ü de “anayasal reformlar”la en iyi çözüleceğini beyan etmiştir. Başka bir deyişle, Türklerin yaklaşık üçte biri (%32’si) Kürt sorununa çözüm olarak siyasi yöntemlere destek vermektedir.
Aynı araştırma “bölünme korkusunun” çözümün önündeki en önemli engel olduğunu da ortaya koymuştur. Yani “siyasi çözüme” kapalı olmayan ama aynı zamanda “korkuları” olan bir çoğunluğun varlığıydı.”
Sürecin bu korkuları telafi edecek şekilde çerçevelenmesinin önemli olduğunu vurgulayan rapor, Kürtlerin temel demokratik beklentileri, yani umutları ile Türklerin “korkularının” uygun dil ve yöntemlerle topluma anlatılmasının da sürecin başarısı için elzem olduğunu ifade ediyor.
KİMLİKLERİN TANINMASI: KURUMSAL EŞİTLİK, SEMBOLİK SAYGI
Barış süreçlerinin bir diğer kritik aşaması, kimliklerin tanınması ve eşit yurttaşlık ilkesinin yeniden tarif edilmesidir. Rapor bu konuyu çok boyutlu ele alıyor. Filipinler’de MILF’in ısrarla talep ettiği “Bangsamoro” ismi, bir bölgeye özerklikten fazlasını ifade ediyordu: Tanınmayı, görünür olmayı ve saygıyı.
Kuzey İrlanda’da Hayırlı Cuma Anlaşması’yla Katolikler ve Protestanlara “eşit değer ve saygıyla muamele” ilkesi kabul edildi. Bu ilke, yalnızca kültürel haklara değil, kamu kurumlarında temsil ve semboller düzeyinde eşitliğe kadar uzanıyordu.
Raporda Manzoni’nin şu tespiti yer alıyor: “Kimlikler çatışmanın merkezindeyse, çözüm de onların tanınması üzerinden olur.”
Türkiye için önerilen çözüm ise, semboller üzerinden çatışmayı değil, ortak vatandaşlık zeminini yeniden tanımlamak. İsviçre örneğinde olduğu gibi, etnik vurgu yerine “eşit yurttaşlık” üzerinden kurulacak bir anayasal çerçevenin hem Türklerin hem Kürtlerin güven duygusunu pekiştirebileceği vurgulanıyor.
YOL KAZALARINDAN ÇIKARILACAK DERSLERDEN YARARLANMAK
Raporun sonuç bölümünde ise geride bırakılan barış süreçlerinin sonuçlarının iyi analiz edilmesinin bugünkü sürecin en temel belirleyeni olduğu belirtiliyor:
×Barış süreçleri bir tür toplumsal mimarlık süreçleridir. Barış süreçlerinde aktörlerin görevi toplumu iyi analiz etmek, olası yol kazalarını iyi tahmin etmek ve süreç tıkandığında nasıl tekrar canlandırılacağını iyi bilmektir. Bunun için özellikle geride bıraktığımız başarısız barış sürecini iyi analiz etmek, o zaman ve bu zamanki dinamikler arasındaki farklılıkları iyi belirlemek, o süreçten çıkaracağımız dersleri iyi analiz etmek ve bu analizden çıkarılacak iyi bir yol haritası için tartışmak ve cesurca yeniden planlama yapmak gerektiği konusunda net olmak gerekmektedir.”
Barış için “olgunlaşmış” bir zaman yoktur; doğru zaman şimdidir çünkü dünya örneklerinin de gösterdiği üzere, ulaşılması gereken yer barışçıl bir toplum değilse alternatif ancak şiddet ve acıdır.
×YAZARLAR HAKKINDA
Prof. Dr. Ayşe Betül Çelik, Sabancı Üniversitesi’nde siyaset bilimi ve çatışma çözümü profesör. Etnik çatışmalar, uzlaşma, zorunlu göç ve toplumsal cinsiyetle barış inşası konularında uzman olan Çelik, 2021’de İtalya Cumhurbaşkanı tarafından “İtalya Yıldızı Nişanı” ile onurlandırıldı.
Prof. Dr. Mehmet Gürses, Central Florida Üniversitesi’nde siyaset bilimi profesörü ve Kürt Siyasal Çalışmaları Programı Başkanı. “Anatomy of a Civil War” adlı kitabı, Türkiye’deki Kürt çatışmasının sosyo-politik etkilerini anlatır.