BIG_TP
Bluesky Social Icon
Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Doğu Ergil yazdı |

Diktatörlük: Tek adam rejiminin ötesinde çoğunluğun ve kültürün tiranlığı

Doğu Ergil yazdı |

Doğu ERGİL

Diktatörlük kavramı çoğu kez tek bir liderin bütün güçleri elinde topladığı otoriter rejimlerle özdeşleştirilir. Oysa siyaset teorisi, baskının yalnızca “tek adamdan” gelmediğini; çoğunlukların, hâkim kültürün, hatta toplumsal normların da özgürlükleri kısıtlayabileceğini göstermiştir. Alexis de Tocqueville’in “çoğunluğun tiranlığı” uyarısı, yalnızca 19. yüzyıl Amerika’sı için değil, günümüz Türkiye’si dâhil modern demokratik rejimler için de son derece günceldir.

Bugün özgürlüklerin tehdit altına girmesi yalnızca siyasi iktidarın niteliğiyle değil, toplumun çoğulculuğa ne kadar tahammül ettiğiyle de ilgilidir. Bu nedenle diktatörlük, yalnızca siyasi bir kategori değil, aynı zamanda bir toplumsal kültür sorunudur.

1. Klasik Diktatörlük Anlayışı

Hannah Arendt’in vurguladığı gibi modern diktatörlükler yalnızca “baskı mekanizması” değil, aynı zamanda toplum mühendisliği projeleridir. Kişiyi devlete tabi kılan, hukuku araçsallaştıran ve muhalefeti meşruiyetsizleştiren bu rejimler:

Bağımsız yargıyı zayıflatır,

Medyayı kontrol eder,

Sivil toplumu dağıtır,

Korkuya dayalı bir sadakat rejimi üretir.

Yüzyılın klasik örnekleri –Hitler, Stalin, Mussolini– bu modelin uç biçimlerini temsil eder. Bu model bugün “yumuşak otoriterlik”, “illiberal demokrasi” gibi yeni kavramlarla sürmektedir.

Çoğunluğun Diktatörlüğü

Tocqueville, demokrasinin kendi içindeki en büyük tehlikelerden birinin çoğunluğun kendini mutlak doğrunun sahibi sayarak azınlıkları bastırması olarak görür.

Çoğunluğun diktatörlüğü üç biçimde ortaya çıkar:

Azınlık haklarının budanması.Çoğunluk “ben yaptım oldu” anlayışıyla yasaları, kurumları ve anayasal düzeni kendi lehine biçimlendirebilir.
Hindistan’da Hindu milliyetçiliğinin Müslümanlara etkisi bunun çağdaş örneklerindendir.

Farklı düşüncelerin dışlanması
Popülist liderler “halkın iradesi benim” söylemiyle muhalefeti “halk düşmanı” ilan ederler.

Demokratik araçlarla otoriterliğe geçiş
Viktor Orbán’ın Macaristan’ı veya Polonya örneği, seçimle gelen iktidarların kurumsal denge-denetimi çökertmesinin tipik örnekleridir.

Kültürün Tiranlığı

Kültürün tiranlığı, görünmeyen bir diktatörlük biçimidir. Nohn Stuart Mill’in belirttiği gibi toplum da bir hükümet gibi bireyin özgürlüğünü sınırlandırabilir.

Kültürel tiranlık hangi alanlarda görülür?

Ahlâki norm baskısı: Cinsellik, inanç, aile hayatı gibi alanlarda “toplum baskısı”, bireyin kendi yaşam biçimini özgürce seçmesini zorlaştırır. Belirli davranış biçimlerine zorlar

Medya ve sosyal-medyada: Dijital kalabalıklar, onaylamadıkları bir söz ya da bir fikir nedeniyle linç kampanyaları düzenleyebilir; kişilerin hayatını perişan edebilir. Buna “linç kültürü” diyoruz.

(Antonio) Gramsciyen hegemonya: Eğitim sistemi, medya, dinî kurumlar veya ulusal anlatılar, kendilerine uygun “doğru düşünme” yolları üreterek toplumsal rıza inşa ederler.

Bu nedenle kültür, yalnızca kimlik ve davranış biçimi değil, aynı zamanda bir baskı aracıdır da.

Görünmeyen Diktatörlük: Düşünsel Tek-Tipleşme

Siyasal veya kültürel baskının en kalıcı etkisi, zihinlerin tek-tipleşmesidir. Korku ekonomisi yalnızca fiziksel özgürlüğü değil, düşünme alışkanlıklarını da sınırlar. Akademide otosansür, medyada patron veya sermaye grubu etkisi, sosyal medyada linç riski; hep birlikte düşünce çeşitliliğini törpüler.

George Orwell’ın “düşünce suçu” kavramı, artık sadece distopyaların* değil, günümüz toplumlarının da gerçeği olmuştur

TÜRKİYE BOYUTU: SİYASAL, KÜLTÜREL VE TOPLUMSAL DİKTATÖRLÜK BİÇİMLERİ

Türkiye, diktatörlüğün üç yüzünün –tek adam, çoğunluk ve kültür tiranlığı– aynı anda görülebildiği bir laboratuvar niteliğindedir.

Türkiye’de Klasik Diktatörlük Eğilimleri

1-Türkiye’de Çoğunluğun Diktatörlüğü

Türkiye siyasal kültürü, 1950’lerden bu yana “sandıkta çoğunluğu alan her şeyi yapabilir” anlayışına yaslanır. Bu, demokratik kültürün değil çoğunlukçu tekçiliğin bir tezahürüdür.

2- “Milli irade” söyleminin araçsallaştırılması.   

Türkiye’de siyasal iktidarlar, muhalefeti “milli iradeye karşı olmakla” itham ederek onları meşruiyet zemininin dışına itneye çalışmışlardır. Muhalefetin “kriminalleştirilmesi” Türkiye siyasetinin bir klasiğidir

3- Azınlık haklarının kırılgan yapısı

Kürt meselesi, Alevi kimliği, gayrimüslim topluluklar veya LGBTİ+** bireyler; çoğunluk hassasiyetinin baskın olduğu siyasal atmosferde kendilerini sürekli tehdit altında hissederler.

4- Kurumsal zayıflık ve fren-denge erimesi

TBMM’nin işlevsizleşmesi, yargı üzerindeki baskı ve medya tekelleşmesi; çoğunluğun tiranlığına kurumsal zemin hazırlamıştır.

5) Güçler ayrılığının aşınması

Son 10–15 yılda Türkiye’de yargı bağımsızlığının zayıflaması, medya çoğulluğunun daralması ve yürütmenin olağanüstü ölçüde güçlenmesi, klasik otoriterleşme göstergeleridir.

6) OHAL ve kalıcı istisna rejimi

2016 sonrası kurulan OHAL düzeni teknik olarak sona ermiş olsa da birçok kalıcı uygulaması fiilen sürmektedir. Bu durum Giorgio Agamben’in “istisnaî hâl” kavramını çağrıştırıyor.

7) Devletin, parti-devlet yapısına evrilmesi

Atamalarda liyakat yerine sadakat, bürokrasinin siyasallaşması, medya sahipliği üzerindeki siyasal kontrol gibi alanlarda parti-devlet bütünleşmesi belirginleşmiştir.

Türkiye’de Kültürün Tiranlığı

Türkiye’de kültürel tiranlık tarihsel, dinsel, etnik ve ahlâki normların birleşiminden oluşan karma bir yapı sergiler.

– Ahlâk üzerinden toplumsal kontrol

Kadınların kıyafeti, gençlerin yaşam biçimi, inanç farkları, hatta mizah kültürü bile  (karikatürlere kadar)  geniş kitleler tarafından ahlâki tartışma nesnesi yapılabilir. Sosyal medyada linç kampanyaları başlatılabilir.

– Eğitimde tek tip insan modeli

Türkiye’de eğitim sistemi, cumhuriyetin kuruluşundan beri eleştirel düşünceyi değil itaat kültürünü beslemiştir. Bu durum, düşünsel çeşitlilikten çok, tek-tipçiliği, uyum ve sadakati teşvik etmiştir. Gençler, varlıklarını, bir yüce davayı daha da yüceltmek için değil ona kendilerini feda etmek için şartlanmışlardır. Dindar kesimde bu kültürün yansıması “şehadet”in teşvik edilmesidir.

– Medyada kültür üretiminin tekelleşmesi

Dizi sektörü, haber kanalları, gazeteler genellikle aynı anlatıları üretir: “makbul vatandaş”, “makbul aile”, “makbul ahlâk”. Bu durum Gramsci’nin hegemonya kavramı için çarpıcı bir örnektir. Bunun sonrası “makbul insan”dır ki kutuplaşmanın ve toplumsal çatışmanın ana nedenidir.

– Sosyal medya linçi: Yeni çağın kültürel hapsi

Türkiye’de dijital kamusal alan, ifade özgürlüğünün genişlediği değil, denetlendiği ve cezalandırıldığı bir alana dönüşmüştür.

Linçler iki taraftan da gelir: siyasal iktidar yanlıları ve muhalif gruplar kendi doğrularını ısrarla savunur ve sorgulatmazlar.

Türkiye’de Düşünsel Tek-Tipe Zorlanma

a) Akademide otosansür

Araştırmacılar politik konularda çalışmaktan kaçınır olmuştur. Düşünsel özgürlük ve çeşitlilik yerine “güvenli bölgeler” (‘bize ait’, ‘bizden olan’) oluşturulmuştur. Bu alanlarda üretim daralmış; ezber ve tekrar, düşünce hayatını kısırlaştırmıştır. (Ben buna “düşünsel geviş getirme” diyorum.)

b) Medyada kutuplaşma- kamplaşma

Artık Türkiye’de gerçek anlamda bağımsız medya çok sınırlıdır. İktidar medyası da parçalı muhalefet medyası da kendi kitlesini “tek doğruya” mahkûm eden bir bilgi rejimi uygulamaktadır.

c) Bireysel düzeyde korku-sadakat döngüsü

İşini kaybetme, sosyal baskıya uğrama, hedef gösterilme gibi kaygılar, bireyleri pasif ve sessiz hale getirmektedir. Bu da görünmeyen ama güçlü bir diktatörlük alanı yaratmaktadır.

Sonuç olarak diyebiliriz ki diktatörlük, bugün yalnızca “tek adam yönetimi” olarak tanımlanamaz. Çoğunluğun despotluğu ve kültürün tiranlığı; iktidardan da, toplumdan da, medyadan da kaynaklanabilir. Türkiye örneği, bu üç tür baskı alanının birbirini besleyerek nasıl iç içe geçtiğinin iyi bir örneğidir.

O halde gerçek özgürlük, yalnızca seçimle değil; yalnızca anayasa ile değil; yalnızca lider değişimiyle değil; kültürün, toplumun ve düşünce ikliminin özgürlükçülüğü içselleştirmesiyle mümkündür.

Demokrasi, çoğunluğun her istediğini yapabilmesi değil; azınlıkların nefes alabildiği bir toplumsal iklimin yaratılabilmesidir.

Kültürel çoğulculuk, ifade özgürlüğü ve eleştirel düşünce olmadan hiçbir toplum gerçek anlamda özgürleşemez.


*Distopya (kelime anlamıyla “kötü yer”), insanların sefil, insanlıktan uzak, korku dolu hayatlar sürdüğü hayali bir dünya veya toplumdur. Her şeyin nahoş veya kötü olduğu, genellikle totaliter veya çevresel olarak bozulmuş bir hayali yerdir.

**Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans ve İnterseks kimliklerinin baş harflerinden oluşan kısaltmadır.

Benzer Haberler

Doğu Ergil yazdı |

Diktatörlük: Tek adam rejiminin ötesinde çoğunluğun ve kültürün tiranlığı

Meclis’te taciz skandalı büyüyor:

"Herkes her şeyi biliyordu ama sustu..."

Amed Dicle yazdı |

Sosyalizmi yenilemenin zorunluluğu

Meclis’te rapor hazırlığı |

MHP 120 sayfalık raporunu komisyona sundu

Barış ve Demokratik Toplum Konferansı’nın sonuçları açıklandı |

“Umut hakkı”, yasal değişiklikler, hukuksal dönüşümler…

Balıkesir’de deprem l

Çevre illerden de hissedildi