BIG_TP
Bluesky Social Icon
Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Doğu Ergil yazdı |

Muhafazakârlık ve yeni muhafazakârlık

Doğu Ergil yazdı |

Doğu ERGİL

YÜZYILDA SİYASETİN, TOPLUMUN VE BENLİĞİN ŞEKİLLENİŞİ

Her gün duyduğumuz bir kavram “muhafazakârlık. Ama kullananların da kendilerini öyle adlandıranların da içeriği hakkında pek bir şey bildikleri söylenemez. Şurası kesin ki mevcut iktidarın kuruluş harcında bu kavramın epey payı var; bu yüzden siyasette meşrulaştırıcı bir rolü olduğu kesin. Ama içeriği oldukça muğlak.

Muhafazakârlık, modern dünyaya karşı gösterilen bir “direnç”; aynı zamanda modernliğin doğurduğu kırılganlıklara karşı bir “sığınma” diye tanımlanabilir.

Son 20 yılda siyaset biliminde ve sosyolojide öne çıkan yeni yaklaşımlar, muhafazakârlığın artık yalnızca geçmişi koruma isteği olmadığını; korku, belirsizlik, ekonomik güvencesizlik ve kimlik kaybı gibi modern çağın duygularıyla iç içe geçtiğini göstermektedir.

Giderek hızlanan, parçalanan, süreksizleşen hayat, bireyi ontolojik* güvenlik arayışına itmektedir. Muhafazakârlığın çağdaş yükselişi, bu arayışın siyasal bir ifadesidir.

MUHAFAZAKÂRLIĞIN KLASİK TEMELLERİ

Edmund Burke için toplum, nesillerin ortak bir sözleşmesidir. Birey değil, süreklilik esastır.

Muhafazakârlığın temel varsayımları şunlardır:

İnsan doğası kusurludur, bu yüzden değişme konusunda ihtiyat gerekir; işler kendi haline bırakılmaz. Bir “gözetleyen, kollayan üst-akıl lâzımdır.

Gelenek, akıldan üstündür; çünkü zamanın süzgecinden geçmiştir.

Toplumsal değişim organik ve yavaş olmalıdır. Devrim yıkıcıdır; evrim doğal ve güvenlidir.

Tocqueville ve Denge Arayışı

Alexis de Tocqueville, eşitlik arzusunun özgürlükle çatışabileceğini söyler. Ona göre toplum, ancak yerel kurumlar, sivil toplum, alışkanlıklar ve ahlâk sayesinde aşırı merkeziyetçiliğe direnir.

Oakeshott ve Geleneksel Bilgi

Michael Oakeshott’a göre toplum, bir mühendislik projesi değil, bir “alışkanlıklar dokusu”dur. Değişimin hızı, toplumsal belleğin taşıyabileceğinden hızlı olduğunda kaos doğar.

Klasik muhafazakârlığın bu üç sütunu, 21. yüzyıldaki dönüşümün anlaşılması için önemlidir; çünkü yeni muhafazakârlık, bu ilkeleri yeni kaygılarla harmanlayarak anlamlandırmaya çalışır.

21. YÜZYILDA MUHAFAZAKÂRLIĞIN DÖNÜŞÜMÜ

Son 20 yıl, muhafazakârlık çalışmalarında ciddi teorik sıçramalara sahne oldu.

Kültürel Tepki Teorisi

Pippa Norris ve Ronald Inglehart’ın Cultural Backlash çalışması, yeni muhafazakârlığın yalnızca ekonomik nedenlerle değil, kültürel gerilimlerle yükseldiğini tespit etmiştir. Bu duruma özellikle hızlı sekülerleşme, aile yapısının değişmesi, cinsiyet rollerinin farklılaşması (erkek egemenliğinin azalması ve kadınların kamu yaşamında daha etkinleşmesi, cinsel tercihlerdeki çeşitliliğin (LGBTİ gibi) görünürlüğünün artması; göç dalgaları; kozmopolit elitlerin ve seçkin çevrelerin kültürel etkisi büyük katkı yapmıştır.

Bu etmenlerin toplu etkisi toplumda “kültürel tehdit” hissi yaratmıştır. Yeni-muhafazakârlık, bu tehdit algısının siyasal ifadesidir.

Hızlanan Modernite ve Reaksiyon

Harmut Rosa’nın “toplumsal hızlanma” ve “rezonans” kavramları, muhafazakârlığı açıklamak açısından çok önemlidir. Ona göre dünya hızlandıkça anlam kaybolur. Geleneksel referanslar çöker. İnsan dünyayla bağ kuramaz hâle gelir.

Yeni muhafazakârlık, modernliğin hızına karşı bir yavaşlama, bir rezonans* arayışıdır. Bu nedenle aile, din, otorite ve ulus gibi yapılar yeniden kutsallaştırılır.

Yeni-muhafazakârlık popülisttir; kitleleri etkilemek için şu temaları kullanır:

“halk” ve “elit” karşıtlığı

ulus-devletin yok olacağı (beka) korkusu 

“güvenlik” söylemi

kontrol, düzen ve disiplinin önemi ve gerekliliği

tehdit algısı üzerinden siyasal öfke ve mobilizasyon üretmek.

Bu tür muhafazakârlık, demokratik kurumları değil çoğunluğun duygularını kutsar.

Son 10 yılda bu olguya şunlar da eklenmiştir:

Sosyal medya, öfkeyi ve korkuyu büyüten yankı odaları yaratmıştır.

Duygular, rasyonel tartışmanın önüne geçmiştir.

Geleneksel değerler “tehdit altında” algısı sürekli beslenmiş: “Yetişin bilindik dünyayı çalıyorlar!” korkusu yayılmıştır.

Bu da muhafazakârlığın daha sert, savunmacı ve tepkisel biçimlerde ortaya çıkmasına yol açmıştır. Konunun bir boyutu da çalışanlar ve çalışma hayatıyla ilgilidir.

Prekarizasyon ve Güvencesizlik

Ekonomik güvencesizlik yeni bir sınıf yaratmıştır. “Prekarya” adı verilen bu sınıf, geleceğinden emin olmayan, işsizliğe açık, aidiyetsiz ve kırılgan bir kesimdir.

Prekaryanın korkuları, siyasal tercihlerde “güçlü lider”, “düzen”, “devletin kollayıcılığı” gibi muhafazakâr yönelimleri güçlendirmektedir. Bu da deyim yerindeyse, “kimlik muhafazakârlığı”na yol açmıştır.

Son 20 yılda muhafazakârlığın en önemli dönüşümlerinden biri, kültürel kimliğin merkez değer hâline gelmesidir. Dini kimlik; etnik kimlik; ulusal kimlik; aile ve cemaat merkezli kimlik adeta yeniden keşfedilmiştir. Toplum kendini kültürel bir kuşatma altında hissettikçe, muhafazakârlık daha fazla “kimliği dondurmak isteyen” bir ideolojiye dönüşme eğilimindedir.

TÜRKİYE BAĞLAMINDA MUHAFAZAKÂRLIĞIN SÜREKLİLİĞİ

Türkiye’de muhafazakârlığın kalıcılığı yalnızca ideolojiyle değil, tarihsel-sosyolojik arka planla açıklanabilir.

Devlet-merkezlilik ve Korunma İhtiyacı

Türkiye’de devlet “baba”dır. Koruyucu, kollayıcı, düzen kuran, kaosu engelleyen vazgeçilmez bir yapı olarak algılanır. Bu algı, muhafazakârlığa sürekli toplumsal destek sağlar.

Köy/Kasaba Kültürünün Kente Taşınması ve Modernliğin Şartlı Kabulü

Kentleşme hızlanmış fakat kentlileşme sınırlı kalmıştır. Bu nedenle, geleneksel dayanışma ağları; cemaatçi ilişkiler, ataerkil değerler, hiyerarşik otorite algısı kente taşınmış ve modern kurumları şekillendirmiştir.

Son 20 yılda ekonomik dalgalanmalar; terör ve güvenlik krizi; kutuplaşma; hukukî belirsizlik, toplumsal korkuları artırmış, muhafazakârlığın duygusal zemini güçlenmiştir.

Bu nedenle Türkiye’de muhafazakârlık yalnızca siyasal bir yönelim değil, toplumsal normlar bütünü olarak şekillenmiş ve göreli süreklilik kazanmıştır. Bu da geleneksel aile yapısının gücüne ve dinin toplumsal dokudaki merkezî rolüne kültürel bir “süreklilik alanı” yaratmıştır.

Muhafazakârlık Bir Çöküş Tepkisi mi, Bir Yeniden Kuruluş mu?

Bilimsel çalışmalar iki yorum sunuyor:

1.Çöküş Tepkisi: Muhafazakârlık, modernliğin hızına ve güvencesizliğine verilen tepkidir.

2.Yeni Kuruluş : Muhafazakârlık, toplumsal düzenin ahlakî köklerini yeniden kurma çabasıdır. Gerçekte iki perspektif iç içedir: Yeni muhafazakârlık hem korkulara tepki hem de kimlik ve düzeni yeniden kurma girişimidir.

Türkiye bağlamında ise muhafazakârlık, toplumsal sürekliliğin taşıyıcısı olmanın ötesine geçip, modernleşmenin tedirginliklerine karşı korunma siyasetine dönüşmüştür.

Yani iş, konu hakkında yapılan tekdüze yorumlardan daha karmaşıktır.

TÜRKİYE BAĞLAMI

1. Muhafazakârlığın Sosyal Kökleri: Modernliğin Şartlı Kabullenişi

Türkiye’de muhafazakârlığın sürekliliği, yalnızca ideolojik tercihlerle değil, modernleşmenin “merkezî ve yukarıdan aşağıya” uygulanmasının yarattığı kültürel gerilimlerle ilgilidir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan modernleşme, geniş kitlelerin gündelik hayat pratiklerini değil, devletin kurumsal düzeyini dönüştürmüş; bu nedenle toplum, modernliği “kısmen ve ihtiyatlı bir şekilde” kabul etmiştir.

Kentleşme hızlanmış fakat kentlileşme davranışları (kültürü) yeterince oluşmamış; hem modern kentli yaşam hem de geleneksel köy/kasaba kültürü yan yana, kimi zaman da iç içe yaşamıştır. Bu muğlak kültürel alan, muhafazakârlığın hem bir sığınak hem de bir süreklilik normu olarak yeniden üretildiği bir sosyal zemin yaratmıştır.

2. Güvensizlik Döngüsü ve Siyasal Muhafazakârlığın Kurumsallaşması

Türkiye’de devlet ve toplum ilişkisi tarihsel olarak hiyerarşik, otoriter, dolayısıyla bir güvensizlik ve korunma döngüsü içinde gelişmiştir. Devlet “kaosu önleyen güç”, toplum ise “dış tehditlere açık ve kırılgan, korunmaya muhtaç alan” gibi kurgulanmıştır. Bu nedenle siyasal muhafazakârlık, yalnızca bir değerler sistemi değil, aynı zamanda bir güvenlik arayışı biçimi olarak kurumsallaşmıştır. Terör (hem aşağıdan hem darbeler gibi yukardan), ekonomik kriz, toplumsal kutuplaşma, hukukî belirsizlik ve göç dinamikleri bu döngüyü daha da güçlendirmiştir. Devletin güçlü, düzenin sıkı (kontrol altında), liderliğin belirgin olması; kırılganlık duygusuna karşı bir “duygusal emniyet supabı” gibi işlev görmüş; böylece muhafazakârlık, toplumsal süreklilik alanından çıkıp siyasal bir mobilizasyon aracına dönüşmüştür. Bu durum,  bütün hükümetler ve bütün iktidarlar (egemen güç bileşenleri) zamanında değişmemiştir.

3. Kültürel Kimliğin Sertleşmesi ve Duygusal Toplumsallaşma

Son 20 yılda Türkiye’de muhafazakârlık, kültürel kimlikle daha yoğun şekilde iç içe geçmiştir. Dinî kimlik, aile yapısı, ulusal aidiyet ve ataerkil otorite kültürel anlamda yeniden merkezîleştirilmiş; değişim talepleri ise çoğu zaman kimliğe yönelen bir tehdit olarak algılanmıştır. Bu algı, siyasal aktörler tarafından sürekli beslenen bir “kültürel kuşatma hissi” üretmiştir: “Bildiğimiz dünya elimizden alınıyor (hatta çalınıyor)”, “Aile çözülüyor”, “Değerler saldırı altında” yakınmaları siyasal söylemin ayrılmaz bir parçası olmuştur; tabii buna ek olarak hain ve sinsi failleri de. Bu bağlamda Türkiye, tescilli “haini” ve “teröristi” dünyada en çok olan ülkelerden biridir. “Düşmanlar aramuzdadır!

Bu duygusal toplumsallaşma, muhafazakârlığı yalnızca bir ideoloji olmaktan çıkarıp, gündelik hayatın ritmine, televizyon dizilerine, sosyal medya pratiklerine, kamusal dilin tonuna nüfuz eden bir duygu rejimine dönüştürmüştür. Ancak bu duygu ikliminin dostane, huzurlu ve empati yüklü olduğu söylenemez.

4. Türkiye’de Yeni Muhafazakârlık: Modernleşmeyle Sessiz Bir Pazarlık

Bugünün Türkiye’sinde muhafazakârlık artık yalnızca “geleneği koruma” arzusu değildir; modernleşmeyle yapılan sessiz bir pazarlıktır.

Modern hayatın sağladığı imkânlar (teknoloji, tüketim, hareketlilik) geniş ölçüde benimsenirken; modernliğin değer üretimi (eşitlikçilik, bireysellik, eleştirel akıl, hukukun üstünlüğü) daha temkinli ve seçici biçimde kabul edilmektedir. Bu ikili yapı, yeni muhafazakârlığın hem esnek hem de kırılgan karakterini beslemektedir. Muhafazakârlık, bir yandan değişimi yönetmek isteyen bir düzen siyasetine; diğer yandan değişimin hızından ürken bir korunma refleksine dönüşmektedir. Türkiye’de bu iki yönelim birbiriyle çatışmaz; aksine bir arada yaşar ve birbirini güçlendirir. Bu nedenle muhafazakârlığı anlamak, Türkiye toplumunun modernlik karşısındaki tarihsel tereddütlerini anlamaktır.

Diğer yandan, modernleşmenin öncülüğünü bir sosyal sınıftan çok devlet yaptığı için bu pazarlık devletle yapılagelmiştir. Son dönemde, “muhafazakârlar” devleti ele geçirince, devletten geçinmek boyutuna erişmiştir. Bu da muhafazakârlık çalışmalarına yerli bir katkıdır.

Son dönemde, Türkiye’de ‘muhafazakârlar’, siyasetteki ağırlıkları aracıyla devleti ele geçirdiler. Batı geleneğinde olmayan ve büyük ölçüde dayandıkları dinsel ahlâk öğretisinde olumsuzlanan bir yol keşfettiler: Devletten geçinmek! Bu eylemlerini meşrulaştırmak için “Yolsuzluk hırsızlık değildir!” diye kıymeti kendinden menkul fetvalar bile ürettiler.


*Ontoloji, varlık kavramını ve varlık türlerini inceleyen felsefenin bir dalıdır.

*Rezonans: Eğer istediğimiz sonuçlara ulaşmak istiyorsak; düşüncelerimizi, duygularımızı ve inançlarımızı yönlendirmeye başlamalıyız, zira hissettiğimiz ya da düşündüğümüz her şey, bir rezonans (titreşim) alanı oluşturur. Pierre Franckh’ın anladığı şekilde Rezonans Kanunu’na göre (bilincimizi hedefe yönlendirirsek yaşamımızda sahip olmak istediğimiz şeylerle etkileşime geçebiliriz. Biz sürekli “yayındayız”. Rezonans alanımızı durmaksızın pozitif ve negatif düşüncelerimizle programlıyoruz. Rezonans alanımız bizimle aynı titreşimde olanları bize çeker, olayları da etkiler.

Benzer Haberler

Menekşe Kızıldere yazdı |

Bir COP30 değerlendirmesi: İklim krizi finansal bir spekülasyona nasıl dönüştürüldü?

İBB soruşturması |

Tahliye edilen 11 kişiye gözaltı kararı -YENİLENDİ

Doğu Ergil yazdı |

Muhafazakârlık ve yeni muhafazakârlık

Koçyiğit İmralı görüşmesini anlattı:

Öcalan'a göre Şara diktaröre dönüşebilir

“İmralı tutanaklarının tamamı paylaşılsın” |

DEM Parti: Üyemizin özet metnin hazırlanmasına dahli olmamıştır

Muhalefet tüm tutanakları istedi |

Öcalan ile görüşme tutanaklarının özeti paylaşıldı