Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Nihat ALTAN yazdı |

Doğuş, oluş ve yeni bir başlangıç

Nihat ALTAN yazdı |

Hakikate sadakat, temsiliyet ile var olacaktır. Bu da kişinin yaşamı boyunca kendini sürekli yeniden inşa etmesiyle mümkündür. Unutmamak gerekir ki, dönüşüm yaratıcılık gerektirir ve görev, dogmalara bağlı kalmak değil, paradigmayı her an yeniden yaratmaktır.

Nihat ALTAN

27 Şubat 2025’te Abdullah Öcalan’ın devlet, toplum ve PKK’ye yönelik yaptığı tarihsel çağrı ile PKK’nin bu çağrı doğrultusunda aldığı 12. Kongre kararları, başta Türkiye ve Kürdistan olmak üzere tüm dünyada ciddi bir siyasal sarsıntıya yol açtı.

Kuşkusuz ki herkes kendi tarihsel, ideolojik ve siyasal konumundan bu süreci ele alıyor ve değerlendirmeye çalışıyor. Başlatılan bu sürecin nedenleri ve doğuracağı sonuçları çok yoğun bir biçimde tartışıyor.

Yapılan çağrının ezber düşünüş ve siyaset tarzında yaratacağı kırılma daha şimdiden kendini belli etmeye başladı. Deyim yerindeyse, çağrı ile birlikte tüm Ortadoğu sahasında kartlar yeniden karılmaya başlandı.

Elbette ki, karşıt tutumlarda ortaya çıkmaktadır. Ancak bu çeşitliliğe rağmen dile getirilen ortak nokta, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı yönündedir. Bunun toplumun özgürlük ve eşitliği yönünde gelişmesi ise, kuşkusuz ki çağrıyı sahiplenenlerin pratikleri ile olacaktır…

Biz de bu yazıda, bu tarihsel momenti kendi kavrayışımız ölçüsünde ele alacak, anlamaya ve yorumlamaya çalışacağız.

Bu metin, PKK’nin fesih edilmesi üzerinden dört düzlemde değerlendirme sunmaktadır:

1-Tarihsel süreksizlik, 2-Felsefi anlam krizi, 3-Siyasal stratejik dönüşümler, 4-Öznenin (Kadro) sorumluluğu.

Kuşkusuz ki amacımız, yalnızca durumu analiz etmek değildir; örgütlü direnişin etik, politik ve varlık boyutlarını yeniden düşünmeye katkı sağlamaktır.

Giriş

20. yüzyıl Ortadoğu’sunun çatışmalı tarihinin içinde doğmuş ve onu dönüştüren en güçlü kolektif iradelerden biri olan PKK, 1978’deki kuruluşuyla yalnızca politik bir organizasyonun başlangıcını değil, inkâr edilmiş bir halkın ontolojik direnişinin kurumsallaşmasını temsil etmiştir. Bu anlamıyla PKK, salt silahlı bir mücadele aygıtı olmayıp, Kürt halkının görünmezliğe, sessizliğe ve yokluğa karşı geliştirdiği tarihsel anlam üretme mekanizması olarak ortaya çıkmış, gelişmiş ve tarihe damgasını vurmuştur.

Kuruluşunda klasik Marksist-Leninist çizgiyi benimseyen PKK, 1990’ların sonlarından itibaren teorik paradigmasını derin bir dönüşümle demokratik modernite eksenine oturtmuştur. Elbette ki bu dönüşüm, sadece ideolojik bir değişim değil; özgürlük mücadelesinin eski prangalarından sıyrılıp yeniye doğru varoluşsal kırılmasını da ifade etmiştir. Bu andan itibaren PKK öncülüğünde yürütülen Kürt özgürlük mücadelesi, devlet karşısında bir başkaldırı olmaktan öte, yeni bir toplumsallığın, yeni bir yaşam biçiminin ve yeni bir siyasal tahayyülün inşasına dönüşmüştür.

Bu çerçeveden bakıldığında, PKK’nin kendini feshetmesi, teknik ya da taktiksel bir karar olmaktan çıkmakta; derin felsefi, politik ve varoluşsal bir dönüşümün derin işaretlerini vermektedir. Fakat sadece bununla da sınırlı kalmamakta, bunu bizzat hayata geçirici güç ve özne olarak, yeni dönem rolünü de çok net belirtmektedir.

1. Tarihsel Bir Öznenin Sonu mu?

Biliniyor ki her tarihsel özne, ortaya çıktığı tarihsel zorunluluğa bağlıdır. PKK de, Türkiye Cumhuriyeti’nin tekçi ulus-devlet paradigması karşısında, Kürt halkının kolektif varoluşunu savunmak için doğdu. Ancak bu doğuş, sadece etnik taleplerin örgütlenmesi değil, ontolojik bir yokluğun karşısında “olmak” iradesinin ifadesiydi. Sartre’ın “varlık kendini bilinçte açığa çıkarır”; önermesinden hareketle; PKK’nin Kürt halkının tarihsel bilincinde özneleşme anı ve hareketi olarak somutlaşması bundan ötürüdür.

Örnek olsun; 1973’ten başlayan süreç, 1984’te silahlı mücadelenin sahneye çıkmasıyla somutlaştı. Ve elbette mücadelenin meşruiyeti, yalnızca devlet şiddetine tepki değil, halkın bu mücadeleyle kurduğu tarihsel ve duygusal bağla belirginleşti. 1990’larda kitleselleşerek silahlı mücadeleyi aşan bir halk hareketine dönüştü ve sadece direnişi değil, kimliğin yeniden inşasını da temsil etmeye başladı!

Buradan bakıldığında PKK’nin feshedilmesi, bir kapanış değil; tarihsel sürekliliğin yeni biçimde nasıl sürdürüleceği sorusu olarak orta yerde durmaktadır. Konunun anlaşılması açısından Hegel’in “tarihsel özne” kavramı yol gösterici olabilir: Hegel’e göre, Özne sadece eyleyen değil, tarihin taşıyıcısı ve anlamlandırıcısıdır. PKK, çıkışı, gelişimi ve eylemi itibariyle, tarihsel belleği taşıyan bir bilinç formu olarak rol oynamıştır. “Fesih’in”, literal son değil, bilinç formunun başka düzleme geçişi olması bu nedenledir! Ve bu geçiş, aynı zamanda tarihsel bir sezgidir: Artık o bilinç, başka biçimde, başka zamanda ve başka bir mekan anlayışında yeniden ortaya çıkacaktır ve bu dönüşüm ne inkâr ne de teslimiyettir; fakat yeni bir tarihselliğin doğuşudur.

2. Felsefi Düzlem: Oluşun dramatiği ve yeniden başlama cesareti

Her son, aynı zamanda bir başlangıcın olasılığıdır. Heidegger’in “Varlık ve Zaman”ında belirttiği gibi varlık, sonluluğu üzerinden anlam kazanır. Ölüm, yok oluş değildir; varlığın kendini sorgulamasının dönemeç noktasıdır. O vakit şunu belirtmek yanlış olmayacaktır: PKK’nin kendisini feshetmiş olması, bir son değil; varoluş biçiminin kendine dönüp anlamını yeniden sorgulamasıdır!

Tıpkı, Nietzsche’nin “Tanrı öldü” ifadesinin yıkım değil, yeni değerlerin yaratılmasının müjdecisi olması gibi, PKK’nin feshi de mevcut değerler sisteminin, ideolojik hiyerarşilerin çözülüşünü; bunun yerine daha yatay, daha etik ve öznellik üretici bir siyasallığın doğuşunu işaret eder.

Bu bağlamda Öcalan’ın paradigması önemlidir. Öcalan’ın çağrısı, eski merkezci ve hiyerarşik yapının yerine, daha ademi merkeziyetçi, daha feminist, daha ekolojik ve radikal demokratik yeni bir siyasal tahayyül getirmektedir.

Pek tabi ki bu dönüşüm, aynı zamanda örgütlü olmanın yeni biçimlerini gerektirir: merkeziyetçilikten uzak, sosyal, kültürel, ekonomik, dilsel ve dinsel ağların, yerel ve özerk öz yönetim (halkın kendi kendini yönetmesi) modellerinin gelişimi, konsensüsle işleyen karar mekanizmaları vb.

Emmanuel Levinas’ın etik felsefesi burada kritik rol oynar: PKK’nin feshedilmesiyle temsil ve vekalet sınırları aşılır, asli özneleşme ve doğrudan irade ön plana çıkar. Levinas’ın dediği gibi “öteki karşısında sorumlu olmak, özgürlükten önce gelir.” Bu durum siyasetin yeniden tanımlanmasını, etik ile politik arasındaki ilişkinin yeniden kurulmasını zorunlu kılar.

PKK’nin feshedilmesinin, bir etik-politik yeniden doğumun simgesi olduğu-olacağı önermesi de buradan gelmektedir. Abdullah Öcalan’ın düşünce sistematiğinde somutlaşan bu dönüşüm, kolektif yaşamı ve direnişi yeni, çoğulcu ve yaratıcı biçimlere taşıma iradesi olarak belirmektedir.

3. Siyasal strateji: Boşluğun imkânları ve tehlikeleri

Bundan hareketle; PKK’nin feshedilmesi, siyasal alanın boşaltılması değil, yeniden inşasıdır. Ancak bu yaratıcı ‘boşluk’, aynı zamanda risklerde taşımaktadır. Bu çağrı ve ardından gelen fesih kararı, ile devletin uzun süredir uyguladığı güvenlikçi, askeri paradigma sarsılacak, “terörle mücadele” söylemi, PKK sahneden çekilince işlevsizleşecektir. Nitekim daha çağrı yapılmadan bu durum tartışılmaya başlanmıştır. Ancak bu otomatik çözüm anlamına gelmemektedir-gelmeyecektir; devlet, yıllardır karşısında olan fiziki gücün artık olmadığı-olmayacağı algısıyla asimilasyon ve sindirme yöntemlerini daha da artırabilir ya da tasfiye politikalarına hız da verebilir!

Tam da bu nedenle, Kürt halkının siyasal temsiliyeti dönüşmek zorundadır. Çünkü fesih sadece bir formun bitimini değil, yeni öz örgütlenme biçimlerine yönelişi gündeme getirmektedir. Yerel meclisler, kadın kolektifleri, ekolojik komünler gibi yapılar güçlendirilerek halkın doğrudan siyasal özneleşmesine hizmet edilmek zorundadır. Hannah Arendt’in dediği gibi siyaset “birlikte eylemdir”; bu da bireylerin kamusal alanda eylemidir.

Rojava deneyimi bu dönüşümde özel bir yere sahiptir. Rojava, artık daha fazla yerel öznellik ve toplumsal iç dinamiğe dayanmak zorunda kalabilir. Bu, Rojava’nın kendi ayakları üzerinde durması için birçok yeni gelişme açığa çıkaracak ve demokratik modernitenin teorik içeriğinin pratik karşılıklarını yeniden tartışmaya açarak Rojava deneyiminin kurumsallaşması için de zemin sunacaktır.

Sonuç: “Fesih” olarak oluşun devamlılığı

Fesih, yok oluş değil; başka bir varlık kipine geçiştir. Bu perspektiften bakıldığında, PKK’nin feshedilmesi, klasik devrimci paradigmadan post-otoriter, post-hiyerarşik ve etik temelli bir direniş anlayışına geçişin simgesidir. Halkın kendi siyasal öznelliğini kurduğu bir çağ açılmıştır. Dolayısıyla, burada söz konusu olan “PKK’nin bitişi” değil; mücadele ve direnişin yeni bir dil, zemin ve etik-politik form içinde devam etmesidir. Ve bu, daha rafine, daha çoğulcu ve daha yaratıcı bir politik mücadelenin de bir habercisidir. Öcalan ve PKK’nin 50 yıllık mücadelesiyle ortaya çıkardığı ontolojik varlık olarak Kürt halkının bu boşluğu kolektif bir varoluşla doldurma kudretine kavuşmuş olması, belki de devrimin kendisidir…

4- İlk günden bugüne özne olarak ‘kadro’nun sorumluluğu

Öcalan’ın paradigmasında kadro, örgütlenmiş ve eylemsel kılınmış hakikat olarak kurucu özne olarak yer almaktadır. Bu paradigmada yer alan kişi, sadece “bir örgütün mensubu” olmayı değil, hakikatin taşıyıcısı ve yeniden kurucusu olmayı seçmiş bireyler olarak tanımlanmaktadır. Bu, kökten bir ontolojik kırılma gerektirir. Zira özne sadece “eylem yapan birey” değil, “kolektif eylemin ahlaki taşıyıcısı”dır-öyle olmak zorundadır. Çünkü birey, egosunu devrimleştirip kolektivizme açıldığında, yalnız bir “militan” değil, etik bir özne haline gelir. Bu nedenle felsefi düzlemde görev, artık sadece “mücadele etmek” değil; hakikatin, adaletin, eşitliğin bilgisini hem üretmek ve hem de bu bilgiyi halk ile inşa etmektir. Bu nedenle dönüşüme inananlar için görev: “İktidar olmadan siyaset yapmak; hakikat üretmeden mücadele etmemek olacaktır.”

Bunun için kişisel dönüşüm kadar; epistemolojik bir yaklaşım da gerekir. Yani doğayı, toplumu, kadını, devleti, iktidarı ve zamanı başka türlü düşünmek gerekir. Bu da günlük yaşamda hem felsefeyi hem politikayı hem teoriyi hem pratiği ciddiye almakla, her eylemi bir düşünsel derinlik ile beslemekle mümkündür.

İktidarla değil, yaşamla siyaset kurmak

Tekrar etmekte fayda var: Paradigma bir iktidar projesi değildir. Bu paradigmada ve dönüşümde devleti önemsizleştiren yaşam biçimleri kurmak esastır. Görev, “devletin alternatifi” olan bir yaşamı örgütlemektir. Siyasi özneleşmede hedef iktidar değil, toplumsal inşadır. Parti kurmak değil, komün kurmak; Parlamento hedeflemek değil, meclisler inşa etmek; Propaganda yapmak değil, yaşamı doğrudan dönüştürmek temel görevdir. Yani politika artık bir “iktidar mücadelesi” değil, bir “toplumsal örgütlenme pratiği”dir. Bu, öz disiplinin dışsal denetimle değil, içsel etikle sağlanması demektir.

Sonuç yerine:

Kuşkusuz ki hakikate sadakat önemlidir. Ancak unutulmasın ki hakikate sadakat, temsiliyet ile var olacaktır. Bu da kişinin yaşamı boyunca kendini sürekli yeniden inşa etmesiyle mümkündür. Unutmamak gerekir ki, dönüşüm yaratıcılık gerektirir ve görev, dogmalara bağlı kalmak değil, paradigmayı her an yeniden yaratmaktır.

Düşünmek, tartışmak, eleştirmek, yeniden üretmek.

Yeni yaşam alanları inşa etmek, pratikte denemek, başarısızlıktan korkmamak.

Özgürlüğü sadece istemek değil, onu yaşamak.

Benzer Haberler