BIG_TP
Bluesky Social Icon
Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Ercan Jan Aktaş yazdı |

Militarizmi ve yapısal şiddeti sürdüren görünür–görünmez ittifaklar

Ercan Jan Aktaş yazdı |

Ercan Jan AKTAŞ

Türkiye “negatif barış”tan “pozitif barış”a geçisin sancılarını yaşıyor. Çatışmanın görünürde durduğu, ancak çatışmayı üreten yapısal, siyasal ve kültürel şiddet biçimlerinin varlığını sürdürdüğü kırılgan bir eşikteyiz. Pozitif barışın gerektirdiği demokratikleşme, yüzleşme, adalet, toplumsal katılım ve eşitlik mekanizmaları devreye sokulmadıkça, şiddeti yeniden üreten yapısal koşullar ortadan kalkmaz.

Türkiye’de iktidar itina ile bunu yapmaktan uzak duruyor. Negatif barış dönemleri bu nedenle sıkça otoriter konsolidasyon, ekonomik sömürü ve militarizmin yeniden üretimiyle iç içe seyredebiliyor. AKP iktidarı ise bu çatışmasızlığın yarattığı siyasal “rahatlama” alanını kendi hegemonik konumunu pekiştirmek için kullanmaya çalışıyor. Türkiye pratiğinde bir kez daha görmekte olduğumuz negatif barış, özünde toplumsal dönüşümün gerçekleşmediği, çatışmanın kök nedenlerinin çözümsüz bırakıldığı bir ara evre olarak orta yerde durmaktadır. Kalıcı bir barış düzeninin kurulabilmesi için pozitif barışa—yani adaletin, hak eşitliğinin ve demokratik katılımın inşa edildiği bir toplumsal düzleme—geçilmesi zorunludur.

Türkiye’de ‘barış’a dair konuşmak hiç bir zaman kolay olmdı, barış için çalışma yapan yapı, grup ve dernekler defalarca absürt nedenler ile kapatıldı. Mevcut siyasi elitler, düne kadar AKP/MHP ittifağı ‘barış’ kelimesini, ya da ‘barışı talep etme’nin kendisini bir anda sakıncalı kelimeler listesine ekleyerek ‘terörle iltisaklı’lar torbası içine atabiliyorlardı. Zira barışa dair konuşmak, barışı talep etmek ‘terör örgütü’ ağzı ile konuşmak gibi bir argüman ile ifade ediliyordu. Bu torbada isimlerini bulanan binlerce insan hala Türkiye cezaevlerinde tutsakken, binlercesi de sürgün hayatını yaşamak durumunda bırakıldılar. Bu gerçeği görüp buna uygun adımlar atmadan “negatif barış”tan “pozitif barış”a geçmek mümkün olmayacaktır.

Bir kez daha altını çizmekte fayda var; siyasi iktidarın/sermaye elitlerinin hiçbir zaman ‘barış’a dair bir politikaları/dertleri olmadı/olmaz. Onlar için kendi iktidar ve güç alanlarını tahkiminde sadece bir araçtır ‘barış’. Türkiye’de itina ile adı konulmayan bu süreci yaşıyoruz. Barışa, Türkiye’nin demokratikleşmesine dair dertleri olanlar bu sürece dair söz kuruyor, yol alması için katkı sunmaya çalışıyor. Bu kez de engel olarak karşımızda bilcümle ‘memleketin demokratikleşmesi derdi’ olanlar sıra sıra duruyorlar.

Adı konulmayan bu sürece bir ad koymak, içeriğini doldurmak, barışı toplumsal bir talebe dönüştürmekten ziyade günün her saatinde, iktidarın antidemokratik uygulamalarına dikkat çekerek; “Biz dememiş miydik?” gibi bir hamasete hızlıca savrulabiliyorlar. Oysa barış, halkların, emeğin, kadınların özgürleşmesini temel alan kişi, yapı ve partiler doğrudan karşı olabilecekleri bir şey değildir. Barış, farklı toplumsal kesimlerin kendi pratikleri, emekleri ile kurulan bir süreçtir, bu anlamda toplumsal mücadelenin alanıdır.

İktidarın toplumsallaşmış bir barıştan çekindiğini çok rahat bir şekilde kendi pratiklerinden görebilmekteyiz. AKP açısından barış, bir yandan kendi iktidar alanını tahkim ederken, öte yandan silahların susmasıyla birlikte bölgede iktidara yakın sermaye gruplarına kaynak aktaracak yeni ekonomik düzenin kurulmasıdır. AKP/Erdoğan perspektifinde barış, savaşın durduğu ancak sömürünün kesintisiz ve daha katmerli sürdüğü bir negatif barış halidir. Bu yüzden süreç topluma açılmıyor, çünkü barış toplumsallaşırsa, yağmanın değil halkların kendi ihtiyaçları ve talepleri doğrultusunda belirlediği yön kazanacaktır.

Bir yandan AKP/Erdoğan barışın toplumsallaşması önünde engel olarak dururken öte yandan, muhalifliklerini AKP/Erdoğan karşıtlığına eşitleyen/indirgeyen geniş kesimler de benzer bir pratiğin sahipleri olarak barışın toplumsallaşması için mücadele edenlerin önlerinde bir engel olarak durmaktadır. Kürt siyasasının barış ve çözüme dair söylem ve politikalarından kelimeler, cümleler çekerek barışa, çözüme, barış toplumsallaştırılmasına dönük çaba ve emekleri iktidara payanda olarak göstermekten imtina etmemekteler. Bu tavırları ile çoğu zaman farkında olunmadan, barış ve çözüm sürecinin asli öznesi olan Kürtlerin deneyimini ve biriktirdiği toplumsal hafızayı görünmez kılarak demokratikleşme mücadelesine zarar veren bir yaklaşım olarak karşımıza çıkmaktadır.

Barış talebinin kriminalize edilmesi sadece devlet aklının değil, aynı zamanda toplumsal-siyasal muhalefetin de içine sıkıştığı bir konfor alanını görünür kılıyor. Barış, Türkiye siyasetinin alışageldiği kutuplaşma ve suçlama dilinin içinde giderek daha fazla “tehlikeli” bir alan olarak kodlanıyor. Oysa barış, tehlikeli değil; ancak iktidarın militarist, erkek egemen ve sömürüye dayalı yapıları için tehdit edici bir potansiyele sahip. Çünkü barış talebi, bu yapıları meşrulaştıran şiddet döngüsünü kırma kudretine sahiptir. Bu yüzden iktidarın ötesinde, geniş muhalif kesimlerin de barıştan duyduğu bu “çekingenlik”, aslında kendi politik tahayyüllerinin sınırlılığının bir yansımasıdır.

Tam da bu nedenle, barış mücadelesi reel politik hesapların ya da partisel çıkarların ötesine geçen bir toplumsal etik meselesi olarak ele alınmalıdır. Barışı talep etmek, sadece çatışmanın sona ermesini istemek değildir; aynı zamanda demokratik dönüşümü, adaleti, yüzleşmeyi ve yeni bir toplumsal sözleşmeyi talep etmektir. Bu anlamıyla barış, kendi kendine gelecek bir bahar değildir; toplumsal güçlerin ısrarı, cesareti ve dirençli örgütlenme pratikleriyle mümkün olur. Bugün ihtiyaç duyulan, barışı “riskli” bir söylem olmaktan çıkarıp halkların ortak geleceği için kurucu bir siyasal hat haline getirmektir.

Türkiye’nin bugün içinden geçtiği süreç, barışın bir lütuf ya da iktidar mühendisliğiyle inşa edilemeyeceğini açık biçimde göstermektedir. Gerçek bir barış, ancak toplumsal öznenin—özellikle de bu ülkenin en ağır bedellerini ödeyen başta Kürtler olmak üzere halkların, inançların, kadınların, emekçilerin—iradesi, sözü ve hafızasıyla kurulabilir. Bu nedenle barış mücadelesi, devletin tanımladığı sınırların dışına taşan; militarizmi, sömürüyü ve inkârı aşındıran bir toplumsal seferberliği zorunlu kılar.

Bugün barışa cephe alan tüm politik tutumların karşısına, halkların eşitliği, özgürlüğü ve ortak geleceği için ısrarlı, sabırlı ve cesur bir barış hattı çıkarmak tarihsel bir görevdir. Barış, ancak bu ısrar sayesinde, bir suçlama konusu olmaktan çıkıp yeni bir demokratik yaşamın kurucu zemini haline gelebilecektir. Farklı toplumsal yapılar ile kendisini muhalif ve demokrat olarak tanımlayan tüm çevrelerin dikkat etmesi gereken temel nokta, barış meselesini iktidara karşı pozisyon alışlarının basit bir uzantısı olarak değil, toplumun geleceğini belirleyen stratejik ve etik bir mesele olarak ele almaları gerekmektedir.

Bu bağlamda öncelikle, barışın asli öznesi olan Kürtlerin deneyimini, hafızasını ve siyasal taleplerini görünür kılmak; onları araçsallaştırmayan, yok saymayan bir dil kurmak zorunludur.

İkinci olarak, barışın kriminalize edilmesine karşı ortak bir tutum geliştirmek, devletin militarist söylemlerini muhalefet içinde yeniden üretmekten kaçınmak gerekir.

Üçüncü olarak, barış talebinin ‘iktidara yarar’ klişesine sıkıştırılmasına karşı politika üretmek ; barışı yalnızca çatışmanın bitmesi değil, demokratikleşmenin kurucu zemini olarak kavramak önemlidir.

Son olarak, barış sürecini kapalı kapılar ardında yürüyen bir teknik müzakere alanı değil, toplumsal katılımın, şeffaflığın ve ortak aklın güçlendiği bir demokratik mücadele sahası olarak görmek gerekmektedir.

Benzer Haberler

Gazeteci İmrek’ten HDK davasını sahiplenme çağrısı |

Sanatçı Pınar Aydınlar’a 6 yıl 3 ay hapis cezası

Bahçesaray’da kayyum kararının kaldırılması için başvuru |

Ayvaz Hazır: Sürecin ruhuna uygun bir karar alınmasını bekliyoruz

İşte isimler… l

TFF 22 hakem hakkında soruşturma başlattı

Osman Kavala’dan açıklama l

MHP'li Yıldız'ın "hukuka uygun yargılama" çıkışına destek

Komisyonda rapor hazırlığı |

EMEP önerilerini sundu: Siyasi genel af, TMK’nin kaldırılması, anadilde eğitim…

Bahçesaray’da kayyum kararının kaldırılması için başvuru |

Ayvaz Hazır: Sürecin ruhuna uygun bir karar alınmasını bekliyoruz

Bakan Tunç’tan “yasal adımlar” açıklaması |

Komisyonu işaret etti, "Meclis yol gösterecek" dedi

“Enflasyon sadece mutfakta değil demokraside”

Uçar: En büyük açık “barış açığı”, adı da Kürt meselesi