Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Kawe Karzan Suriye’deki gelişmeleri yazdı |

Ulus-devlet ve soykırımcılık

Kawe Karzan Suriye’deki gelişmeleri yazdı |

Bu süreçte, tüm bölgesel hesaplaşmaların Suriye üzerinden yürütüldüğü görülmektedir. Bu hesaplaşmalar, ülkenin istikrara kavuşmasını sağlamak bir yana, onu çok daha şiddetli bir girdaba sürüklemektedir. Eğer soykırımcı politikalar sürdürülürse, bu, geçici olan Şam rejiminin de kalıcı sonunu getirecektir.

Kawe KARZAN

İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), pazar günü Süveyda’da başlayan çatışmalardan bu yana bölgede 600’den fazla kişinin hayatını kaybettiğini bildirdi. Aynı zamanda BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk, güneydeki Süveyda kentinde son zamanlarda yaşanan şiddet olaylarına ilişkin güvenilir insan hakları ihlali raporları aldıklarını, bu ihlaller arasında “yargısız infazlar ve keyfi cinayetler”in de yer aldığını ifade etti. Açıklamada, failler arasında güvenlik güçleri, geçici hükümete bağlı silahlı gruplar ve yerel unsurların bulunduğu belirtildi.

Bu gelişmelerin ardından İsrail ordusu, ilk kez Şam’daki Suriye Savunma Bakanlığı’na hava saldırısı düzenledi. İsrail Savunma Bakanı, önceki uyarı döneminin sona erdiğini ve bundan sonra gerçek operasyonların başlayacağını açıkladı.

İsrail, ordu güçlerinin Güney Suriye’deki sivil bölgeleri koruma altına almak ve Süveyda şehri ile çevresinde hükümet yanlısı güçlerin saldırılarına karşı Dürzi sivilleri korumak amacıyla harekete geçtiğini duyurdu. Dürziler, Suriye ve Lübnan’da Arapça konuşan etnik-dini bir gruptur ve bir kısmı İsrail’de yaşamaktadır. Hatta bazı Dürziler İsrail ordusunda da görev yapmaktadır. Süveyda’ya yaklaşık 70 kilometre mesafedeki, İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri’nde yaklaşık 25.000 Dürzi yaşamaktadır.

Mart ayında benzer bir saldırıda yüzlerce, hatta binlerce Alevi sivil infaz edilmişti. Birleşmiş Milletler görevlileri, o dönemki çatışmalarda 111 sivilin öldürüldüğünü doğrulamıştı. Ancak bunlar yalnızca belgelenebilen vakalardı. Bazı medya kuruluşlarına göre, belgelenememiş infazların sayısı binleri buluyordu.

Geçici Devlet Başkanı Ahmed el-Şara (Colani), Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ile yaptığı son görüşmelerde, Aleviler ve Dürziler üzerinde uygulanan politikalara benzer bir yaklaşımın demokratik özerk bölgelere de uygulanabileceğini ima ederek tehditkâr bir dil kullanmıştır.

İran’a gelince; Tahran yönetimi, Suriye’deki gelişmeler bağlamında olaylardan İsrail ve Batı Koalisyonu’ndan çok, Türkiye ve Arap ülkelerini sorumlu tutmaktadır. İranlı eski diplomat Prof. Seyyid Hüseyin Musavian, İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırılarının Beşar Esad’ın devrilmesinden sonra yoğunlaştığını belirtmekte ve bu saldırıların Colani hükümetini devirmeyi, Suriye’yi parçalamayı ve mümkün olduğunca çok toprağı İsrail’e katmayı amaçladığını ifade etmektedir. Musavian, şu iki olası hedefin önümüzdeki süreçte netleşeceğini söylemektedir:

Suriye halkını, demokrasiyi, insan haklarını ve toprak bütünlüğünü korumak mı?

Yoksa ülkeyi bölmek ve “Büyük İsrail” projesini kolaylaştırmak mı?

İlk senaryo gerçekleşirse, Türkiye ve Arap ülkelerinin yıllardır izlediği politikaların doğru olduğu; İran’ın Esad rejimine verdiği uzun soluklu desteğin ise yanlış olduğu ortaya çıkacaktır. Ancak ikinci senaryo gerçekleşirse, Türkiye ve Arap ülkelerinin politikalarının yalnızca İsrail’in hedeflerine hizmet ettiği; İsrail ve ABD’nin İran’a yönelik baskı, yaptırım ve askeri müdahalelerinin Ortadoğu’daki İsrail hegemonyasını pekiştirme amaçlı olduğu; İran’ın nükleer programına dair suçlamaların ise uydurma olduğu ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın siyasi bir araç haline geldiği anlaşılacaktır.

Bu kapsamlı değerlendirmeden de görülebileceği gibi, İran Türkiye’den ve Arap ülkelerinden son derece rahatsızdır. Bu ülkeleri Suriye ve Ortadoğu’daki gelişmelerden doğrudan sorumlu tutmaktadır.

Ortadoğu’da zaten yüksek olan siyasi ve askeri tansiyon, giderek açık şiddet içeren, katliamcı ve soykırımcı bir doğrultuya evrilmektedir. Bölge, yeniden uluslararası bir bölünme ve dizayna tabi tutulurken, söz konusu güçler birbirlerine yönelttikleri şiddetin kat kat fazlasını topluma yöneltebilecek kapasiteye sahiptir. Bu durum karşısında Ortadoğu halkları son derece savunmasız ve desteksiz görünmektedir.

Böylesi bir atmosferde, soykırım tehdidinin her zamankinden çok daha hızlı bir şekilde gerçekleşme ihtimali oldukça yüksektir. Gazze, Suriye ve Lübnan’da sivil katliamlar hız kesmeden sürerken; İran-İsrail gerilimi, yıkıcı bir savaşın ayak seslerini daha da net duyurur hale gelmiştir. Bu ateş çemberinin zamanla İran ve Türkiye’yi de içine çekebileceğine dair güçlü emareler mevcuttur.

Peki çokça sözü edilen devlet rasyonalitesi nerede? Görünen o ki, Ortadoğu’daki ulus-devlet yapıları içinde rasyonalite ya hiç olmamış ya da tamamen iflas etmiştir. Bu farklı bir tartışma konusu olmakla birlikte, mevcut güçler arası çatışma ve çıkar savaşımında rasyonel politika yaşamsal öneme sahiptir. Her geçen gün, demokratikleşmenin bu ateş çemberinden çıkış için tek yol olduğunu acı tecrübelerle kanıtlamaktadır.

Ancak ideolojik kalıplara hapsolmuş, rasyonellikten uzak resmi politikalar, bölgeyi her geçen gün daha büyük felaketlere sürüklemektedir. Sahada iç içe geçmiş güçler, klasik ulus-devlet refleksiyle ya karşısındakini yok etme ya da kendisi yok olana kadar mücadele etme mantığına kilitlenmiştir.

Rasyonel bir yaklaşım, Suriye’de Dürziler, Aleviler, Kürtler ve diğer etnik-dini kimliklerle uzlaşı ve hoşgörü temelinde bir ilişki biçimini gerektirirken; tekçi ve dışlayıcı politikalar uygulayan sözde devletler, en büyük zararı kendilerine vermektedir. Hatta bu anlayış, ülkenin işgaline dahi zemin hazırlamaktadır. Şam geçici hükümetinin akıl dışı siyaseti, Golan Tepeleri’nde yaşananlarla kendini açıkça göstermektedir. Aynı durum İran ve diğer bölge ulus-devletleri için de geçerlidir.

Türkiye, İran, İsrail-ABD ve Batı Koalisyonu arasındaki Suriye üzerindeki rekabetin nerede ve nasıl sonuçlanacağı merak konusu. Şam’daki yeni rejim ise, ayakta kalabilmek için çeşitli dini, etnik ve mezhepsel grupların desteğine her zamankinden fazla muhtaçtır.

Ancak Beşar Esad sonrası süreçte klasik ulus-devlet anlayışını taklit ederek hareket etmek, rejimin ömrünü daha da kısaltacaktır. Şam hükümetinin ideolojik yönelimi göz önünde bulundurulduğunda, Suriye’yi toparlaması oldukça zor görünmektedir. Kısa vadede toparlayıcı bir yol haritası da görünmemektedir.

Bu süreçte, tüm bölgesel hesaplaşmaların Suriye üzerinden yürütüldüğü görülmektedir. Bu hesaplaşmalar, ülkenin istikrara kavuşmasını sağlamak bir yana, onu çok daha şiddetli bir girdaba sürüklemektedir. Eğer soykırımcı politikalar sürdürülürse, bu, geçici olan Şam rejiminin de kalıcı sonunu getirecektir. Çünkü Suriye’deki dini, etnik ve ulusal kimlikler Şam’a muhtaç değildir. Aksine, Şam hükümeti bu yapıların desteğine hayati derecede ihtiyaç duymaktadır.

Çözüm; katı merkeziyetçilikten uzak, katılımcı ve çoğulcu bir demokratik Suriye inşasından geçmektedir. Yapı İslami bile olsa, çoğulculuğa ve demokratik katılıma açık olmak, dış müdahalelerden korunmak için tek yoldur. Üçüncü dünya savaşı benzeri koşullarda, özellikle Ortadoğu gibi kırılgan bir bölgede, katılık, merkeziyetçilik ve inkârcılıkta ısrar edenler; kendi elleriyle ülke bütünlüğünü parçalayacak, işgal ve ilhaka zemin hazırlayacaktır. Katı ulus-devletçiliğin bölücülük ve soykırımcılıkla eşdeğer olduğu gerçeği bir kez daha doğrulanmaktadır.

Zira, sıkça iddia edildiğinin aksine, ülkeleri bölen demokrasi değil; milliyetçi ve merkeziyetçi ulus-devlet yapılarıdır. Demokrasi doğası gereği birleştirici, kaynaştırıcı ve uzlaştırıcıdır. Hem içte hem de dışta gereksiz savaşlardan ve çatışmalardan koruyucudur.

Bu genel çerçevede Suriye’deki gelişmelere bakıldığında; Araplar, Dürziler, Aleviler, Asurî-Süryaniler, Ermeniler ve Kürtler arasında kurulacak ilişkiler, Şam’la olan ilişkiler kadar hatta daha da hayati bir öneme sahiptir. Bu grupları birleştirecek güçlü potansiyeller mevcuttur. Baskıcı ve soykırımcı saldırılar, bu topluluklar arasında dayanışma zemini yaratmakta, demokratik bir geleceği birlikte kurma iradesini güçlendirmektedir. Suriye’nin geleceği Şam merkezli değil, bu halkların ortaklığıyla şekillenecektir.

Benzer Haberler