Ercan Jan AKTAŞ
Fransa, Emmanuel Macron’un cumhurbaşkanlığı döneminde, liberal demokrasinin en belirgin krizlerinden birine tanıklık etmektedir. 2017’de “ne sağda ne solda” söylemiyle yükselen Macron, kısa sürede Fransız siyasal merkezinin mutlak hâkimi haline gelirken, toplumsal meşruiyet zeminini giderek yitirmiştir. Girdiği bütün seçimlere ‘ya ben ya da aşırı sağ’ denklemi üzerinden siyaset yapan ve bu şekilde kendisini iktidarda tutan Macron artık bu siyasetinin de sonuna gelmiş durumda.
2024 Avrupa Parlamentosu ve yasama seçimleri, bu sürecin kırılma noktasını oluşturmuştur. Nouveau Front Populaire (NFP) koalisyonunun beklenmedik başarısı, neoliberal merkez siyasetinin çözülüşünü görünür kılmış; buna rağmen Macron’un sağdan atama ısrarı, yürütme erkini koruma refleksinin bir sonucu olarak hükümet krizlerini ardı ardına doğurmuştur.
Bu durum, Beşinci Cumhuriyet’in yarı-başkanlık sisteminin sınırlarını aşarak yürütme merkezli bir otoriterleşmeye evrildiğini göstermektedir. Macron’un siyasal tarzı, temsili demokrasinin kurumsal alanını daraltmış; muhalefetle diyalog kanallarını kapatarak “post-demokratik” bir yönetim biçimi üretmiştir (Crouch, 2004). Bu bağlamda Fransa’da yaşanan kriz, yalnızca bir hükümet krizinden ibaret değildir; liberal merkez siyasetin tarihsel bir meşruiyet kaybına dönüşmüştür.
Krizin anatomisi: 2024 seçimleri ve siyasal dengesizlik
Meşruiyet krizine düşen Macron şaşırtmadan siyasi hayatına yeni rekorları ile devam ediyor. 8 Eylül Pazartesi günü Macron’un son Başbakanı François Bayrou’nun kemer sıkma politikaları çerçevesinde açıkladığı 2026 bütçe tasarısı ve ardından hükümetin güven oylamasıyla düşmesi, yalnızca parlamenter düzeyde bir istikrarsızlığa değil, aynı zamanda toplumsal düzeyde yeni bir hareketin doğuşuna da zemin hazırlamıştı. Bütün bu sorunların merkezinde elbette Cumhurbaşkanı Macron bulunuyor.
Haziran 2024 Avrupa Parlamentosu seçimlerinin ardından yükselen sağ karşıtı dinamikler çerçevesinde 2024 yasama seçimlerine hazırlanmak amacıyla kısa sürede örgütlenen Nouveau Front Populaire (NFP), Fransız solunun önde gelen siyasi partilerini bir araya getiren geniş tabanlı bir koalisyon olmuştu. Merkezinde La France insoumise (LFI)/Fransa Boyun Eğmeyen Hareketi, Parti Socialiste (PS)/Sosyalist Parti, Les Écologistes/Ekolojistler ve Parti Communiste Français (PCF)/Fransa Komünist Partisi bulunuyordu. Ayrıca çeşitli sol ve ekolojik partiler, küçük topluluklar, sivil hareketler ve sendikal destekçiler de bu ittifakın bir parçası oldu.
İlk turu 30 Haziran 2024, ikinci turu ise 7 Temmuz 2024 tarihinde yapılan yasama seçimlerinde NFP sürpriz biçimde en fazla sandalye sayısını elde ederek birinci parti konumuna yükseldi; 182 milletvekili kazandı ve mecliste en güçlü blok haline geldi. Bunun sonucunda, koalisyon bir program çerçevesinde ilk hükümeti kurma adayı olarak Lucie Castets’i isim olarak önerdi. Ancak Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron soldan gelen önerilere kulağını kapatarak sağdan Michel Barnier’i hükümeti kurması için atadı. Barnier hükümeti kısa süre sonra siyasi krizler nedeniyle çöktü; ardından Macron, 13 Aralık 2024 itibarıyla François Bayrou’yu atadı.
Ancak ne Barnier hükümeti, ne de Bayrou hükümeti Fransa’da yaşanan sorunlara etkili çözümler üretemediler. Ve bir kez daha Macron insanları şaşırtmadan, yaptığı yanlışlarına yenisini hemen ekledi. Emmanuel Macron tarafından iki yıl içinde atanan beşinci başbakan Sébastien Lecornu oldu. Bayrou’nun düşürülmesinden hemen sonra apar topar sağdan yeni Başbakanı’nı atadı. François Bayrou hükümetinin düştüğü günün gecesinde, 8 Eylül gecesi yeni hükümeti kurmayı devralan Sébastien Lecornu hükümetini açıkladıktan tam bir gün sonra, daha güven oylamasına gitmeden hükümetini kurmadan istifa eden Başbakan olarak Fransa siyasi tarihinde yerini almıştı.
Hükümetinin kompozisyonu nedeniyle hem sağdan hem soldan yoğun eleştirilere maruz kalan, “yenilenme” vaadiyle yola çıkan Lecornu’nun ekibi, muhalefet partileri tarafından “eski sistemin bir devamı” olarak değerlendirildi. Bu baskıların ortasında, 24 saat geçmeden istifasını sunması Fransa siyasetinde benzeri görülmemiş bir hızla yaşanan bir çöküş olarak nitelendirildi. İstifa açıklamasından sonra meclisin en büyük partisi aşırı sağdan RN, Ulusal Meclis’in feshini talep etti. Ulusal Birlik Partisi (RN) lideri Jordan Bardella, Sébastien Lecornu’nun istifasını öğrenince basın mensuplarına yaptığı açıklamada, “Seçimlere geri dönülmeden ve Ulusal Meclis feshedilmeden istikrar sağlanamaz” dedi. Marine Le Pen de, RN başkanı ile yapacağı toplantı öncesinde, “Tek akıllıca karar, sandığa gitmektir” dedi.
Soldan da açıklamalar hızlı bir şekilde gelmeye başladı. PS (Sosyalist Parti) sözcüsü Arthur Delaporte, Sébastien Lecornu’nun istifasının ardından “Bu geçici hükümet tek bir şeyi gösteriyor: Macronizm ülkeyi bir kez daha kaosa sürüklüyor” dedi. Ulusal Meclis’teki LFI (Jean-Luc Mélenchon’un liderliğini yaptığı ‘Boyun Eğmeyen Fransa’) grubunun başkanı Mathilde Panot ise “Geri sayım başladı. Macron gitmeli” şeklinde tepki gösterdi. Jean-Luc Mélenchon da, Bayrou hükümetinin düşüşünün ertesi günü, 9 Eylül’de sunulan Emmanuel Macron’un görevden alınması önergesinin “derhal incelenmesi” çağrısında bulundu. NPA (Yeni Antikapitalist Parti)’nin son açıklaması ise yaşanan durumu en iyi ifade eden cümle oldu: “Yeni hükümet hakkında bir basın bülteni yazıyorduk ama bitirmemize yetecek kadar uzun sürmedi” diyerek duruma dair açıklamada bulunuyordu.
Macronizm’in meşruiyet krizi: Kurumsal merkezileşme ve toplumsal kopuş
Farklı politik kesimlerden gelen öneri ve tepkileri dikkate almayan Macron, 10 Ekim’de bir haftadır süren siyasi belirsizliğe son vererek Sébastien Lecornu’yu yeniden başbakanlığa atadı. Elysee Sarayı’nın cuma gecesi geç saatlerde yayımladığı kısa açıklamada, “Cumhurbaşkanı, Sébastien Lecornu’yu Başbakan olarak atamış ve kendisine yeni bir hükümet kurma görevi vermiştir” denildi. Macron, bütçenin zamanında Meclis’ten geçebilmesi için merkez ve sağ partiler arasında bir denge formülü arayışına girmişti. Hafta boyunca yapılan temaslarda özellikle Les Républicains (LR) ile uzlaşma yolları aranırken, sosyalist ve çevreci partilerle yapılan görüşmeler sonuçsuz kaldı. RN (Rassemblement national) ve LFI (La France insoumise) temsilcileri ise Elysee’ye davet edilmedi. Elysee kaynaklarına göre, bu iki parti “Meclis’in feshedilmesini istedikleri için” toplantıya çağrılmadı.
Macron’un aynı ismi yeniden seçmesi, bir kez daha muhalefet partilerinin sert tepkisine yol açtı. Ulusal Birlik Partisi (RN) lideri Jordan Bardella, sosyal medya hesabı X’te yaptığı açıklamada “Bu hükümet, Emmanuel Macron’un halktan tamamen kopuk bir lider haline geldiğinin göstergesidir” derken, Boyun Eğmeyen Fransa (LFI) lideri Jean-Luc Mélenchon ise ironik bir dille “Her turda manevra aynı, pompon hep aynı yerde kalıyor. Bu komedinin figüranları sadece kendilerini gülünç duruma düşürdü” ifadelerini kullandı.
Anlaşılan Macron’un Elysee Sarayı’ndaki toplantılarda sağ muhalefetteki Cumhuriyetçiler (LR) grubunun çoğunluğu yeni hükümete destek için ikna olmuş. Lideri Laurent Wauquiez’in düzenlediği çevrim içi toplantıda 50 milletvekilinden 41’i desteğini açıklarken, yalnızca 3 milletvekili çekincelerini dile getirdi. Ancak Wauquiez, “hükümete katılım” fikrine karşı çıkmayı sürdürüyor: “Katılımı değil, desteği tartışıyoruz; ama grubun çoğunluğuna uyacağız” dediği bildirildi. Sébastien Lecornu’nun ikinci kez başbakanlığa atanması, Macron’un iktidarının devamı açısından bir “istikrar arayışı” olarak değerlendirilirken, RN, LFI ve PCF’nin (Fransız Komünist Partisi) hükümeti sansürleyeceklerini açıklamaları, Meclis’te önümüzdeki haftalarda yeni bir güven oylaması krizinin yaşanabileceğine işaret ediyor.
Beşinci Cumhuriyet’in sınırında: Otoriter restorasyon mu, demokratik dönüşüm mü?
Bütün bu gelişmeler Macron’un Haziran/Temmuz 2024 seçimlerindeki sonuçları dikkate almadan yol alma uğraşısının yol kazalarına dikkat çekiyor. Macron’un solu yok sayma pratiği Fransa’daki siyasi krizin tam ortasında yer alıyor. Macron’un siyasal tarzı, Fransa’da giderek derinleşen meşruiyet krizinin merkezinde duruyor.
Kurumsal çerçevede cumhurbaşkanlığı yetkilerinin aşırı merkezileşmesi, toplumsal düzeyde artan eşitsizliklerle birleştiğinde, yürütme erkinin siyaseti tıkayan bir güce dönüştüğünü gösteriyor. Bugün Fransa’da yaşanan yalnızca hükümet krizleri değil; aynı zamanda Beşinci Cumhuriyet modelinin tarihsel sınırlarına dayanmış olmasının da ifadesidir. “Macronizm”, kendi iç çelişkileriyle, liberal merkez siyasetin artık toplumu temsil etme kapasitesini yitirdiğini görünür kılmaktadır. Önümüzdeki dönemde Fransa’yı bekleyen temel soru, bu çöküşün otoriter bir yeniden kuruluşla mı, yoksa tabandan yükselen demokratik bir dönüşümle mi sonuçlanacağı olacaktır.