Gerçek bir kardeşlik, ortak haklar, eşit fırsatlar ve adil temsil anlamına gelir. Türkiye’de Kürtlerle kurulacak gerçek bir kardeşlik, Kürtlerin tüm kurum ve organlarda adil temsilini zorunlu kılar.
Memo ŞAHİN
Türkiye’de devletin Kürt meselesine ilişkin yaklaşımında sıkça tekrar edilen bir söylem var: “Türk-Kürt kardeştir.” Bu söz, özellikle hak ve kimliğe ilişkin talepler yükseldiğinde bir tür siyasal yumuşatma ve meşrulaştırma işlevi görür. Ancak bu kardeşlik, eşitlik temelinde mi kuruludur, yoksa bir tarafın belirleyici, diğer tarafın edilgen olduğu asimetrik bir ilişki midir?
Türklerin devleti, resmi dili, eğitimi, yargısı ve medyası varken; Kürtlerin dili yasaklı, kimliği inkâr, talepleri kriminalize edilen bir pozisyondaysa kardeşlikten söz edilebilir mi?
Kardeşlik, felsefi ve siyasal literatürde eşitlik, dayanışma ve karşılıklı tanıma anlamına gelir. Fransız Devrimi’nin meşhur şiarı olan “liberté, égalité, fraternité“ (özgürlük, eşitlik, kardeşlik) üçlüsünde kardeşlik, diğer iki ilkenin tamamlayıcısıdır. Yani özgür ve eşit bireyler ve topluluklar arasında gelişen bir bağı vurgular. Türkiye’deki “kardeşlik” söylemi ise eşit olmayan yurttaşlar arasında, çoğunluk olan Türk kimliğinin belirleyici olduğu bir hiyerarşiye işaret eder. Bu durumda kardeşlik, ortaklık değil; tahakküm ilişkisini meşrulaştırma aracına dönüşür.
“Kardeşlik” söylemi aracılığıyla devlet, Kürt halkının eşitlik ve tanınma taleplerini gayrimeşru göstermekte; farklılıkların bastırılmasını normalleştirmektedir. Türk kimliği merkez alınır, Kürt kimliği “sorun” olarak kodlanır. Böylece kardeşlik, eşit haklar etrafında değil, sessiz sadakat temelinde kurulmak istenir.
Ayrıca, devletin resmi söyleminde kardeşlik, ayrımcılığı gizleyen bir ahlaki üstünlük dili olarak da işlev görür. “Yüzyıllardır kardeşiz” ifadesi, mevcut asimetrik yapının değişmesine gerek olmadığını savunan statükocu bir formüldür aynı zamanda. Böylesi bir kardeşlik, eşitlik yerine itaate, dayanışma yerine tahakküme dayanır.
Asimetrik kardeşlik ve dil politikası
Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti içinde devletsiz, temsilsiz ve tanınmayan bir halk olarak konumlandırılmıştır. Türk kimliği sadece anayasal vatandaşlığın değil, aynı zamanda devletin ideolojik öznesi hâline getirilmiştir. Bu durum en çok dil politikalarında kendini gösterir:
- Türkiye’de resmi dil Türkçedir.
- Kürtçe, uzun yıllar boyunca yasaklı olmuş, bugün ise neredeyse özel alana hapsedilmiştir.
- Kamu kurumlarında, eğitimde ve yargıda Kürtçe kullanmak mümkün değildir.
- Yedi yaşındaki bir Kürt çocuğu, anadilinde değil, yabancısı olduğu bir dilde eğitim sistemine dahil edilir.
Bunlar ise sadece pedagojik bir eşitsizlik anlamına gelmez; aynı zamanda kimlik inkarının süreklileştirilmesini sağlar ve eğitim, asimilasyon aracına dönüşür. Bu koşullarda kurulacak kardeşlik, bir üst kimliğin aşağı kimliğe tahakkümünü doğallaştırmaktan öteye geçmez.
Kardeşliğin ceza hukuku
Türkiye’de “kardeşlik” adına sunulan düzenin dışına çıkan, itiraz eden Kürtler ve örgütleri, hızla baskı politikalarının hedefi haline gelir. Bu baskılar, sadece bireysel, tekil ve anlık değil, sistematik nitelik taşır:
- En ufak bir hak talebinin terörle yaftalanması, hak talep eden Kürtlerin potansiyel terörist muamelesi görmesi.
- Kürt siyasetçilerin tutuklanması, partilerinin kapatılması ve belediyelere kayyım atanması.
- Kürt medyasının kapatılması, gazetecilerin tutuklanması.
- 1990’larda köy boşaltmaları ve zorunlu göç politikaları.
- İşkenceler, faili meçhul cinayetler ve uzun tutukluluk süreçleri.
Bu ceza hukuku ve baskı pratikleri, kardeşlik söyleminin karşısına devletin çıplak şiddetini ikame eder.
Barış süreci deneyimi ve geleceğe ilişkin öneriler
2013-2015 yılları arasında yürütülen çözüm süreci, ilk kez kardeşlik söyleminin ötesine geçen, siyasal müzakereye dayalı bir eşitlik zemini oluşturma girişimiydi. Bu süreçte;
- Kürt temsilciler muhatap kabul edildi.
- Anadil, yerel yönetim, kültürel haklar gibi konular tartışıldı.
- Silahların susmasıyla birlikte demokratikleşme umudu yeşerdi.
- Ve Kürt halkı uzunca bir aradan sonra yetersiz de olsa nefes almaya başladı.
Ancak süreç, kurumsal güvenceye kavuşturulmadan, devletin zihniyeti dönüşmeden sona erdirildi. Bugün barış ve kardeşlik söylemi yeniden gündemdeyse, bu kez temenniden öteye geçip somut adımlar atmak gerekir:
- Kürt halkının varlığı, dili ve kimliği anayasal düzeyde tanınmalı, çokkültürlü yaşam inşa edilmelidir.
- Anadilde eğitim hakkı anayasal güvenceye kavuşturulmalıdır.
- Siyasi tutsaklar özgürlüklerine kavuşmalı, kayyım uygulamalarına son verilmeli ve sürgünlerin dönüş yolu açılmalıdır.
- Yerinden yönetim güçlendirilmeli, Kürt halkının yönetime katılımı anayasal hak haline gelmelidir.
- Son yüz yılda yaşanan katliamlar, köy boşaltmalar, sürgünler, faili meçhuller ve cezasızlıkla yüzleşilmeli; hakikat ve adalet mekanizmaları kurulmalıdır.
- Ve Kürt halkı, özgür bir ortamda kendi iradesiyle geleceğine ilişkin karar verebilmelidir.
Gerçek bir kardeşlik, ortak haklar, eşit fırsatlar ve adil temsil anlamına gelir. Türkiye’de Kürtlerle kurulacak gerçek bir kardeşlik, Kürtlerin tüm kurum ve organlarda adil temsilini zorunlu kılar. Ve kardeşlik, ancak birlikte eşit ve özgür yaşama iradesiyle anlam kazanır.
Bunlar sağlanmadığı müddetçe kardeşlikten bahsedilemez!