İnşa süreci, sadece bir barış süreci değildir; halkların yeni bir sözleşme ile özgür ve eşit yaşamı birlikte inşa etme sürecidir.
Ebru GÜNAY
Kürt sorununun demokratik çözümüne dair tarihsel bir eşikteyiz. 27 Şubat 2025’te Sn. Abdullah Öcalan’ın kamuoyuna yansıyan çağrısı, çoğu çevre tarafından “çözümün feshi” ya da “nihai ret” olarak yorumlansa da, meseleyi Öcalan’ın tarihsel mücadele çizgisi ve felsefi yaklaşımları çerçevesinde okuyanlar açısından bu çıkış, esasen bir değişim ve yeniden inşa sürecinin başlangıç bildirisiydi.
İmralı Heyeti’nin 18 Mayıs 2025 tarihli açıklamasında yer alan şu ifadeler, bu sürecin özünü açıkça ortaya koymaktadır:
“Kardeşlik hukuku üzerinde yeni bir sözleşmeye ihtiyaç var. Yaptığımız şeyler büyük bir paradigma değişikliğini ifade ediyor. Türk-Kürt ilişkisinin mahiyeti bambaşkadır; bozulan şey kardeş ilişkisidir. Bu ilişkiyi bozan tuzakları, mayınları tek tek temizliyoruz; bozulan yolları, köprüleri onarıyoruz.”
Bu sözler, sadece bir barış çağrısından ibaret değil; aynı zamanda diyalektik bir inşa programının işaretidir. Öcalan’ın yaklaşımında “değişim”, salt bir dönüşüm değil; “onarma”, “yeniden kurma” ve “yeni bir toplumsal sözleşme inşa etme”dir. Özellikle Türk-Kürt ilişkilerinin kardeşlik hukuku temelinde yeniden tarif edilmesi bu sürecin merkezindedir.
Tarihsel Bozulma: İttihatçılık ve Beyaz Türk Faşizmi
Bin yıllık Kürt-Türk ilişkilerinin esasını oluşturan simbiyotik ve uzlaşmacı diyalektik, son yüz yılda İttihat ve Terakki’nin temsil ettiği Beyaz Türk faşizmi ile köklü bir kopuş yaşadı. Toplumsal yapının doğasında var olan eşit ve çok kültürlü bir arada yaşama hali, tekçi ve merkeziyetçi ulus-devlet aklı ile parçalandı. Bu kırılma, cumhuriyetin kuruluşu ile kurumsallaşan Kürt inkârı ve imhasıyla daha da derinleşti.
Her ne kadar Kürt halkı tarih boyunca Türklerle stratejik ve kardeşane ilişkiler kurmayı tercih ettiyse de, Beyaz Türkçülüğün Batıcı, elitist ve ırkçı kodları, bu doğal ilişki biçimini ters yüz etti. 29 isyan ve sayısız katliam, bu zoraki entegrasyon ve tek tipleştirme siyasetinin sonucudur.
Öcalan’ın Çok Katmanlı Çözüm Arayışı
Abdullah Öcalan’ın liderliğinde gelişen Kürt özgürlük hareketi, ilk çıkışında bağımsızlık hedeflese de, çok geçmeden Ortadoğu gerçekliğini gözeten çok katmanlı çözüm modelleri geliştirdi. 1993’ten itibaren tek taraflı ateşkeslerle başlatılan diyalog stratejisi, halkların ortak yaşamını temel alan bir çizgiye evrildi.
Öcalan, 1990’ların ortasında Ortadoğu Federasyonu fikrini ortaya atarak ulus-devlet dışı çözüm modellerini tartışmaya açtı. Demokratik Konfederalizm, bu çözümün teorik çerçevesi olarak şekillendi. Bu model, halkların kendi kimlikleriyle, eşit haklarla bir arada yaşamalarını esas alan, kapitalist modernitenin krizine karşı bir alternatif olarak sunuldu.
2015 ve Sonrası: Takke Düştü, Kel Göründü
2013–2015 yılları arasında geliştirilen çözüm süreci, tarihsel bir kırılmayı onarma fırsatıydı. Fakat süreç, Erdoğan liderliğindeki iktidarın taktiksel yaklaşımı nedeniyle çöktü. Özellikle Rojava’daki gelişmeler karşısında iktidarın pozisyonu, çözüm sürecine hiç de stratejik bir anlayışla yaklaşmadığını ortaya koydu.
Kürtlerin bölgesel kazanımlarını tehdit olarak gören bu zihniyet, Yeşil Türkçülük biçiminde din soslu bir milliyetçilikle Beyaz Türkçülükle birleşti. Ortak düşman olarak Kürt kimliği karşısında bir araya gelen bu iki damar, Türkiye içinde kültürel soykırım politikalarını derinleştirirken, dışarıda Kürtlerin kazanımlarını boğmayı hedefleyen topyekûn bir savaşı dayattı.
Bugün: Onarım ve Yeni Sözleşme Zamanı
Gelinen noktada Kürt halkı yalnızca devletle değil, kendi içiyle de yüzleşen bir muhasebe süreci içerisindedir. Bu anlamda Rojava’da gerçekleşen son konferans, Kürtler arası birlik arayışının önemli bir adımıdır.
Türk-Kürt çatışması ve düşmanlığının ne Türkiye’ye ne de Kürdistan’a bir fayda sağlamadığı artık herkesçe görülmektedir. Bu çatışmanın kaybedeni her zaman halklar, kazananı ise sadece militarist ve faşizan rejimler olmuştur.
Dolayısıyla Öcalan’ın çağrısı bir kez daha tarihsel ittifak zeminine dönme davetidir:
“Türksüz Kürt, Kürtsüz Türk var olamaz. Mezopotamya’da Kürtler bitirildiği vakit Anadolu’da Türklük adına da geriye bir şey kalmayacaktır.”
Demokratik Ulus: Tek Alternatif
Bugün yalnızca Kürt meselesi değil, Ortadoğu’nun tamamı bir kriz girdabındadır. Suriye, Irak, Lübnan, İran, Yemen, Filistin… Tüm bu coğrafyalarda ulus-devlet formunun çözüm üretmediği, tam tersine krizleri kalıcılaştırdığı açıktır. Bu nedenle Öcalan’ın Demokratik Modernite paradigması, yalnızca Kürtler için değil, tüm halklar için evrensel bir çözüm vizyonu sunmaktadır.
Kadın özgürlükçü, ekolojik ve çoğulcu yapısıyla demokratik ulus modeli, Türkiye’nin demokratikleşmesi için de kaçınılmaz bir seçenek haline gelmiştir.
Sn. Öcalan’ın şu sözleri bugün her zamankinden daha günceldir:
“Türkiye ağır bir bunalımdan geçiyor. Bunun nedeni toplumsal-siyasal uzlaşıyı tasfiye eden tekçi ulus-devlet anlayışıdır. Devlet mutlaka kendini demokratik temelde yeniden yapılandırmak zorundadır. Bunun için çoğulcu, demokratik temelde; her tür kültüre, kimliğe yanıt veren, tarihsel-toplumsal uzlaşıyı kapsayan bir anayasa gereklidir.”
Bu inşa süreci, sadece bir barış süreci değildir; halkların yeni bir sözleşme ile özgür ve eşit yaşamı birlikte inşa etme sürecidir. Bu nedenle bugün, Öcalan’ın değişim diyalektiğini esas almak, hem Kürt halkı hem de Türkiye halkları açısından bir zorunluluk, bir tarihsel sorumluluktur.