Arabulucu olması beklenen ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Trump’ın Suriye Özel Temsilcisi’nin açıkça Şam yönetiminin yanında yer alması, onların tezlerine yol açması sadece müzakereleri tıkama riskiyle karşı karşıya bırakmadı, bundan sonraki olası görüşmelere de gölge düşürdü. Çünkü Barrack birçok insana göre artık ‘bir taraf‘.
Mesut DEMİR
Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ile Şam rejimi arasında geçtiğimiz hafta başlatılan, ABD ve Fransa’nın da katıldığı müzakereler tıkanma riskiyle karşı karşıya ve bu da yeni bir krizin kapısını araladı. Süreci yakından takip eden gözlemciler, özellikle ABD’nin tutumunun tüm tarafların taleplerini gözeten bir yapıcılıkta olmadığı konusunda hemfikir. Afrin, Serêkaniyê ve Girê Spî gibi Türkiye’nin fiilî işgali altında olan, İslamcı grupların şiddet uyguladığı bölgeler müzakere gündemine dahi alınmadı.
Bu bağlamda, Demokratik Suriye Güçleri’nin (DSG) Tabka, Rakka ve Deyrezor’dan şartsız çekilmesi, merkezi hükümete dahil olması, özerklik ya da federatif yapılar bir yana, ademi merkeziyetçilikten dahi söz edilmesine tahammül gösterilmemesi talep edildi. Tabka, Rakka ve Deyrezor bölgeleri stratejik öneme sahip oysa. Çünkü Rakka Suriye’nin gıda deposu, Tabka barajdan dolayı enerji merkezi ve Deyrezor ise zengin petrol ve doğalgaz kaynağı olarak biliniyor.
Dayatmaların gerçekleşmesi ve planın devreye girmesi halinde DSG’nin bu üç bölgeden çekildikten sonra buranın kim tarafından ve nasıl yönetileceği ise muamma. Bu bölgeler merkezi hükümete mi devredilecek yoksa ne Şam ne de Rojava’nın etkisi altında bulunan ‘‘bir güç‘‘ tarafından mı yönetilecek? DSG’nin bölgeden çekilmesi, bu bölgelerdeki özerk siyasi ve toplumsal sistemi nasıl etkileyecek? DSG ile birlikte bu yapılar da mı kendini feshedecek?
Arabulucu olması beklenen ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Trump’ın Suriye Özel Temsilcisi’nin açıkça Şam yönetiminin yanında yer alması, onların tezlerine yol açması sadece müzakereleri tıkama riskiyle karşı karşıya bırakmadı, bundan sonraki olası görüşmelere de gölge düşürdü. Çünkü Barrack birçok insana göre artık ‘bir taraf‘.
Bu gelişmelerin ışığında sahadaki dengeler yeniden sarsılıyor. 2011’den bu yana çok katmanlı hale gelen iç savaş, bugün daha farklı biçimlerde yeniden şekilleniyor. “Barışçıl çözüm ya da müzakere” adı altında yürütülen diplomatik temaslar, pratikte etnik temizlik, baskı politikaları ve merkezi otoriter yapının yeniden tahkimi anlamına geliyor.
ABD’nin Şam’ı yeniden meşrulaştırma girişimleri, İsrail’in Golan pazarlıkları ve Türkiye’nin hem kuzey hem güneyde yürüttüğü hâkimiyet siyaseti, başta Kürtler olmak üzere Dürziler, Aleviler ve Hristiyanlar gibi halkların geleceğini doğrudan etkiliyor. Bu bağlamda Süveyde’de yaşanan saldırılar, karmaşık denklemin küçük ama tüm bölgeye yayılma riski yüksek kritik bir çatışma alanına dönüştüğünü gösteriyor.
ABD: BARRACK’IN ROLÜ VE ESKİ-YENİ STATÜKO ARAYIŞI
ABD adına Suriye dosyasını üstlenen Ankara Büyükelçisi ve Trump’ın Suriye Koordinatörü olan iş insanı Thomas Barrack, son aylarda HTŞ’yi (Heyet Tahrir el-Şam) yeniden “masadaki aktör” haline getirme çabalarını hızlandırdı. Bu sembolik değil, yeni bir Suriye vizyonunun açık işaretiydi.
Washington, Colani ya da Ahmed El-Şara liderliğindeki Şam yönetimini “meşru” ve “tek yönetim” olarak tanımak istiyor ve bunu hem uluslararası kamuoyuna hem de bölgedeki dini/etnik yapılara dayatıyor. Siyasi ve askeri olarak bölgede en belirgin güç olan Kürtler başta olmak üzere, tüm özerk yapılar pasifleştirilmeye çalışılıyor. Kabul etmemeleri durumunda askeri olarak tasfiye edilmelerinin önü açılıyor.
Bu süreçte, Dürziler, Aleviler, Hristiyanlar gibi farklı etnik ve dini grupların desteklediği federatif yapılar, özerklik ve ademi merkeziyetçilik fikirleri itibarsızlaştırılıyor. ABD, İbrahimi Anlaşmaları çerçevesinde Şam’ı Arap-İsrail dengesine entegre etmeyi hedefliyor.
Barrack, iki ay önce “Sykes-Picot öldü” derken halkların suni sınırlarla ayrıştırılamayacağını savunuyordu. Bugün ise aynı sınırları, bu sınırları koruyan ve yerel halkların taleplerini yadsıyan tekçi zihniyeti dayatıyor. Rojava’nın elde ettiği çoğulcu ve demokratik sistem, Tabka, Rakka, Deyrezor’un statüsü ve Süveyde’deki Dürzi varlığı bu planın önünde engel olarak görülüyor.
ABD yönetimi, ekonomik ve ticari çıkarlarını öne alarak, rejimle uyumlu bir bölgesel düzene yöneliyor. Bu düzende Körfez sermayesi ve Türkiye’nin inkarcı politikaları başat rol oynuyor. Demokrasi ve yerel haklar artık diplomatik belgelerin dipnotlarında dahi yer bulamıyor.
İSRAİL: GOLAN TEPELERİ VE ‘RASYONEL ŞAM’ ARAYIŞI
İsrail, bu dönüşüm sürecinden pragmatik çıkarlar elde etmenin yollarını arıyor. Golan Tepeleri üzerindeki tartışmalı egemenliğini zayıf bir Şam yönetimi aracılığıyla kalıcılaştırmak istiyor. Şam’ın Golan’daki haklarından feragat etmesi ve bunu resmî bir anlaşmayla kayıt altına alması artık açıkça dillendiriliyor.
Şam yönetimi eğer İbrahimi Anlaşmaları’nı tanır ve İsrail karşıtı söylemden vazgeçerse, İsrail kısa vadeli bir normalleşmeye sıcak bakıyor. Karşılığında ise Şam’a sınırlı uluslararası açılım sağlanmasına rıza gösteriyor ve özerk yönetimlerin tasfiyesine de zımni onay veriyor. En azından şimdilik ABD’nin politikasına karşı bir pratik içinde olmak istemiyor.
İsrail’in Süveyde’deye saldıran Şam güçlerine hava saldırılarıyla yanıt vermesi, bu planın ne denli hassas dengelere dayandığını gösteriyor. Tel Aviv, Dürzilerin tamamen bastırılmasını ya da bölgede radikal Sünni yapılarla iş birliğinin artmasını istemiyor. Ama aynı zamanda Kürtlerin güçlenmesine de şimdilik mesafeli. İsrail için ideal olan: zayıf ama kontrol edilebilir bir Şam.
TÜRKİYE: İKİLEMLER, ALAN KAZANIMI VE FIRSATÇI TUTUM
Türkiye bu sürecin çelişkilerle dolu üçüncü büyük aktörü. Bir yandan Rojava’daki Kürt özerkliğini birincil tehdit olarak görüyor; diğer yandan Şam’ın çok güçlenmesini de istemiyor. Ankara, Şam’ın uluslararası dengelerde özerk bir güç haline gelmesini ve kendi kontrolünden çıkmasını tercih etmiyor.
Ankara, Rojava’nın federatif taleplerine karşı çıkıyor ve ademi merkeziyetçiliği veto ediyor. Türkiye için kritik nokta, ABD ve İsrail’in Şam’la kurmaya çalıştığı yeni denklemde alan kazanan bir aktör olmak. Diplomatik temaslar, ekonomik açılımlar ve yerel seçim süreçleri dikkatle izleniyor, ancak şimdilik açık bir itiraz dile getirilmiyor.
SÜVEYDA: YENİ SAVAŞIN DENEME SAHASI MI?
Son günlerde Süveyde’de yaşanan gelişmeler bu jeopolitik dönüşümün doğrudan sonucu. Şam yönetimi saldırıların Bedewi aşiretler tarafından başlatıldığını iddia ediyor. Ancak sahadaki veriler, tanklar, İHA’lar ve ağır silahlarla düzenlenen saldırıların doğrudan rejim tarafından organize edildiğini gösteriyor. Yerel kaynaklara göre HTŞ en başından beri saldırılarda aktif; ayrıca bu saldırılarda el altında tutulan IŞİD unsurlarının da kullanıldığı belirtiliyor.
Tabi Süveyde’deki bu saldırılar hatırlanacaktır yeni değil. Daha önce yine Süveyde hedef alınmış, ondan bir süre önce de Aleviler katliamı gerçekleştirilmişt. Bunun karşısında sergilenen uluslararası sessizlik Şam yönetimi tarafından ‘dolaylı bir onay‘ olarak kabul edildiği için şimdi yeniden Süveyde’ye karşı harekete geçmiştir. Bunu yaparken de olası bir yol kazasının önüne geçmek için Tel Aviv ile görüşmeler başlatmış, ‘bazı şartlarını kabul ederim‘ mesajı vererek, olası tepkileri yumuşatma yoluna gitmiştir.
KÜRTLER NE DİYOR?
Rojava’daki Kürt yönetimi ve bileşenleri, ABD’nin Şam yanlısı tutumuna net bir şekilde karşı çıkıyor. Özellikle ademi merkeziyetçiliği reddeden ve halkları tek potada eriten bir yapıyla iş birliği zemininin zayıfladığını vurguluyorlar.
Barrack’ın “tek Suriye” vurgusu ve DSG’yi PKK ile özdeşleştiren söylemleri, Kürtler arasında büyük tepkiyle karşılandı. Barrack’ın özerklik ve adem-i merkeziyetçi modeli reddetmesi, Kürtlerce bir “teslimiyet dayatması” olarak değerlendiriliyor.
Kürtler, ABD’nin Şam’ı tek meşru güç olarak kabul etmesini ve kazanımlarını göz ardı etmesini, daha önce baskı gören halklara karşı yeni bir zulüm döneminin habercisi olarak yorumluyor. Barrack’ın önce “Sykes-Picot öldü” deyip ardından fiilen o sınırları savunması, güven krizini derinleştiriyor.
Rojava yönetimi şu başlıklarda ısrarcı: Elde edilen haklardan geri adım atılmayacak, ademi merkeziyetçilik, ortak yaşam ve demokratik anayasa olmazsa çözüm olmayacak. Çoğulculuğu ve yerel gerçeklikleri esas alan model, tek geçerli çözüm yolu olarak görülüyor. Rojava yönetimi, hem Dürzilerle hem de Alevilerle kaderinin ortak olacağının farkında.
SONUÇ: DİPLOMASİ MASKELİ YENİ BÖLÜŞÜM
Suriye yeniden şekillendirilirken masada halklar yok. Kürtler, Dürziler, Aleviler ve Hristiyanlar gibi topluluklar, yeni statüko arayışında taşeron yapılarla bastırılmaya çalışılıyor. ABD’nin Şam yanlısı politikası, İsrail’in kısa vadeli çıkarları ve Türkiye’nin oyun bozucu hamleleri, çoklu kriz üretme potansiyelini artırıyor.
Bu tablo, sadece yeni bir Sykes-Picot düzeninin değil, yerel iradelerin tamamen dışlandığı bir “protokol devleti” modelinin doğmakta olduğuna işaret ediyor. Süveyde’den Rojava’ya uzanan hatta yaşanan gelişmeler, Suriye’nin “geçiş hükümeti” söylemiyle başlattığı sürecin, çoğulculuk, demokrasi ve farklılıkları hedef alan bir tasfiye süreci olarak ilerlediğini gösteriyor.