Kadının kadın olamadığı yerde, toplumun toplum olabilme vasfı çoktan kaybedilmiştir. Anadan Miraz’ın miras haline gelişinin acı ve mücadeleye davet eden yüzü. Şimdi her zamankinden daha fazla yeni kral yollarını nefessiz bırakacak kızkardeşlik yollarını “tapınaklarını”döşemenin zamanı…
Seda CAN
Gün geçmiyor ki toplumda çözülen ahlaki değer yargıları beynimizin ve yüreğimizin sınırlarını zorlamayan bir hal alsın. Ahkam kesecek değilim. Altın hilalin bereketli kültürünü koklamaya çalışan her kadın gibi köklerime yolculuk belki de yaşamımda en eşsiz çekim uyandıran yan oldu.
Ne yalan söyleyeyim işin içinde öznel etkenler de yok değil tabi konu itibariyle.
İlkokula giderken ısrarla ana baba ismini sorduklarında annemin ismi olan Sıtti hep bir “bu ne anlamı var mı” şeklinde karşılanmıştı. Sıdıka‘ya evriltip işin içinden çıkma durumu genelde çokça yaşanmıştı.
O vakitler darbe sonrasının yükselen cumhuriyet öğretmenleri dönemiydi. Bu anlamda mevzu bahis dönem pratikleri yanında Sıtti’den Sıdıka yaratılması bahse konu edilecek trajik bir durum değildi.
Velhasıl gel zaman git zaman IŞİD olanca karanlığıyla altın hilali kaplamak istediği en karanlık dönemlerin başlangıcında Sitti Zeyn türbesinin bombalandığı haberleri geçti dip not olarak.
Kelimenin köklerine yolculuk da biraz o zamanlardan başladı…
Sıtti, Ster, Stara, Stern, Stark ya da Star. Velhasıl onlarca kelime ‘‘koruyan, kollayan, kutsal olan‘‘ anlamına gelmekteydi Kürtçe, Farsça, Almanca ve İngilizce dillerinde. Altın hilalin altın olma hikayesi de böyle başladı belki.
Özgür kadın etrafında, onun bitimsiz üreten paylaşım ve çoğaltma ruhunda ve ahlakında…
Böyle ana olma karakteri kazanan kadın ana-dol-u, ana yatağı olarak kendini toplumda eşsiz bir noktaya, belki de bir coğrafyaya adlarını veren tanrıçalar diyarı olarak taşıdı. Sonrası o özgür kadın kimliği adı prenseslik şeklinde revize edilse de, feodal kuşatma içerisinde varlığı cendereye alınsa da özü yaşamaya devam etti.
Zerdüştlük‘le beraber aslında toplum ve doğayla barışık bir inanç olarak Hindistan sınırına dayandı. Özlü ahlaki yasalar toplum doğa ilişkilerini düzenlerken, tarih kendi mecrasında beslendiği “ana” damarları kendiyle beraber bir başka coğrafyaya sürükledi… Ateş hala kutsaldı.
Hindistan, günümüzde bile inançsal çeşitliliğin en yoğun olduğu yer, bizi üzerinde düşünmemizi gerektiren bir başka ritüelle yüzleştirdi. Sati geleneğinde kadın, ölen kocasının ardından günahkar olma potansiyeli olan varlığını-bedenini, ancak ateşin temizleyen yanıyla kanıtlayabilirdi. Diri diri yakılarak…
Kadınlar için tersine yol alan tarih akışı; koruyucu, besleyen kutsal kadın, ana özne rolünden kendini kocası için feda eden erdem ve sadakat dolu olmanın kendini cayır cayır yakmak-tırmak ile eş anlamlı olduğu o az bilinen sati kültürünün lanetli küllerine dek.
Gel gelelim Amed’de ne arar bu sati geleneği? Bir merkez köyün ismi neden sati olur? Basına yansıyan bu vahşet, bu kendini kaybetmişlik…
Takip edenler bilir, katledilen baba ve oğulun soyadı da Sati! Ne tesadüf değil mi? Cayır cayır yakılan iki can, biri daha çocuk, Peki ne niçin?
Bu sorular kriminal anlamda cevap bulacak belki ama kaçımız kadının kadın olmaktan vazgeçi-rili-şi ile başlayan bu lanetli çağın, bizim toplum olma özelliğimizin canına okuduğunu bilince çıkaracak.
Kaçımız ‘medeniyet‘in Ortadoğu‘da söken şafağına, maddiyatın bizi biz olmaktan çıkaran dehşet yanına dur deyip safları sıklaştıracak.
Ve özünden etmeye kadınla başlayan kutsanan feodalizm, yüceltilen iktidar ve sömürü-kâr denkleminin, değerlerimizi günlük olarak vahşice çiğneten tüketim merkezli kişiliklere set çekecek.
Kaçımız ateşe günlük olarak atılan ana değerlerimiz olduğunun bilinciyle acı ve yas tutmanın ötesine geçecek.
Mesele tam da burada gizli; neyi içimizde, yaşamımızda ve zihnimizde kutsayıp büyüttüğümüzle ilgili.
Daha dün gibi mülkleştirmiş olsa dahi toprağı doğan çocuğa hediye eden, pay eden, yaşamı, doğumu, varlığı kutsayan ana damarlarımız, bizi biz yapan o arkaik bilinç yerini kapitalizmin yeni kral yolunda uşaklığı krallık sananlara bıraktı. Üstelik uzun sayılmayacak önceki bir zaman diliminde…
Kime sorsan rahatsız bu gidişten. İşin paradoksal tarafı rahatsız olanların da yeni kral yolunda bir maratoncu oldukları.
Kadının kadın olamadığı yerde, toplumun toplum olabilme vasfı çoktan kaybedilmiştir. Anadan Miraz’ın miras haline gelişinin acı ve mücadeleye davet eden yüzü.
Şimdi her zamankinden daha fazla yeni kral yollarını nefessiz bırakacak kızkardeşlik yollarını “tapınaklarını”döşemenin zamanı…