Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

19 Temmuz: Bir halkın kendine dönüşü

19 Temmuz: Bir halkın kendine dönüşü

Rojava Devrimi, bir bölgesel altüst oluş değil; yaşama, siyasete ve topluma dair radikal bir yeniden düşünüş çağrısıydı. Bugün, bu çağrının yankısı yalnızca Suriye çöllerinde değil, tüm dünyada duyuluyor. Ama bu çağrıyı yalnızca bir siyasal deneyim olarak görmek yetersiz olur. Çünkü Rojava Devrimi, bir halkın yüzyıllardır bastırılmış belleğinin, kadınların tarih boyunca yok sayılmış sesinin ve insanlığın özgürlük arayışının buluştuğu nadir bir andı.

Amed Dicle

Kimi coğrafyalar yalnızca toprak değildir; zamanın tortusunu taşır, halkların acısını ve umudunu gövdesine kaydeder. Mezopotamya, tarihin yalnızca başladığı yer değil; aynı zamanda iktidarın, sömürünün ve isyanın iç içe geçtiği kadim bir sahnedir. Bu topraklarda devlet doğdu ama aynı zamanda ona karşı direnişin ilk tohumu da atıldı. Ve o tarihsel çizgi, 13 yıl önce bir kez daha hareketlendi: 19 Temmuz 2012’de, Suriye’nin kuzeyinde, Kürt halkının öncülüğünde, ama Araplardan Süryanilere, kadınlardan gençlere dek uzanan bir toplumsal iradeyle Rojava Devrimi başladı.

Ancak bu devrim boşlukta doğmadı. 1970’lerden bu yana şekillenen Kürt özgürlük mücadelesi, halkın örgütlü bilinci, kadın özgürlük ideolojisi ve kapitalist modernitenin yaşamı çölleştiren şiddetine karşı geliştirilen yeni yaşam arayışları… Tüm bunlar, Rojava’nın tohumlarını çok önceden toprağa sermişti. 19 Temmuz, bu sürekliliğin sıçrama noktası, düşüncenin ete kemiğe büründüğü gündü.

Rojava’da inşa edilen yapı, yalnızca yeni bir yönetim biçimi ya da askeri-siyasi bir düzenleme değildi. Bu, Ortadoğu’ya bir asırdır egemen olan ulus-devletçi, sınır merkezli ve tekçi iktidar mimarisine doğrudan bir itirazdı. Kürtleri, Arapları, Süryanileri, kadınları ve inanç topluluklarını bastıran bu siyasal yapının karşısına; çoğulcu, yerel ve özgür bir toplumsal sistem konuldu. Halk meclisleri, komünler ve yerel konseyler aracılığıyla karar alma süreçleri doğrudan toplumsal tabana yayıldı. Ekonomi ise toplumsal ihtiyaçları esas alan, kooperatiflere ve kolektif üretime dayanan komünal bir anlayışla örgütlendi, örgütleniyor.

Bu yeni yaşamın taşıyıcı kolonlarından biri değil, bizzat kurucu zemini kadın özgürlük mücadelesiydi. Rojava’da kadınlar, geleneksel devrim anlatılarında olduğu gibi “destekleyici” ya da “görünür” bir rol üstlenmediler; devrimsel sürecin en temel öznesi oldular. Kadın Savunma Birlikleri (YPJ), yalnızca IŞİD’e karşı bir askeri güç değil; ataerkinin tüm kurumsal biçimlerine karşı toplumsal bir devrimdi. Eşbaşkanlık sistemi, kadın meclisleri, jineoloji, kadın akademileri ve kooperatifleriyle inşa edilen bu yapı, kadınların siyasetin nesnesi değil, kurucusu ve denetleyicisi olduğu bir toplumsal modeli hayata geçirdi. Rojava’da kadın devrimi, özgürlük fikrinin sınırlarını değiştirdi; sadece kadınları değil, toplumu da özgürleştiren bir dönüşüm olarak yaşandı.

Ancak özgürlük fikri, yalnızca düşünceyle değil, bedelle, dirençle ve insanın en çıplak haliyle verdiği mücadeleyle sınandı. Rojava, aynı zamanda tarihimizin en vahşi barbarlığına karşı verilen en insani direnişlerden birine sahne oldu. IŞİD’in elinde yakılan kadınların, pazarlarda satılan Ezidilerin, Kobanê’deki son savunmanın, Cizîrê’deki barikatların hatırası henüz silinmedi. Bu devrim, tanklara karşı direnen çıplak bedenlerle, siper kazılan topraklarla, yokluk içinde yaratılan çözümlerle ayakta kaldı. Sıradan köylüler, genç öğretmenler, anneler, öğrenciler; hepsi bir araya gelerek imkânsız görüneni mümkün kıldı. Rojava, fedakârlığın coğrafyasıdır. Evladını toprağa veren ama ertesi gün komün toplantısına katılan bir annenin gözyaşında bu devrimin ruhu saklıdır.

İşte bu fedakarlıkların üzerine kurulu olan şey, bugün sadece korunması gereken bir miras değil; hala yaşayan, nefes alan bir toplumsal gerçekliktir. Bugün 19 Temmuz 2025. Aradan geçen 13 yılda dünya çok değişti; ama Rojava hala orada. Komünler hala çalışıyor. Kadın akademileri hala bilgi üretiyor. Gençler, kendi dillerinde, kendi kararlarıyla hayatlarını kurmaya devam ediyor. Belki uluslararası medya artık manşet atmıyor; ama devrim sessizce, inatla ve ısrarla sürüyor.

19 Temmuz’u sahiplenmek, sadece geçmişe bir selam değil; bugüne karşı bir duruş ve geleceğe karşı bir sorumluluktur. Çünkü Rojava, bir halkın kendi kaderini eline almasının ötesinde, insanlığın da kendi geleceğini yeniden düşünmeye zorlayan bir deneyimdir. Bugün yaşadığımız krizler (ekolojik yıkım, toplumsal yabancılaşma, cinsiyetçilik, milliyetçilik) Rojava’nın açtığı yolu daha da görünür kılıyor. O yol kolay değil, eksiksiz değil; ama başka bir dünyanın mümkün olduğunu hatırlatmak için hala en güçlü işaret fişeğidir.

Bu yüzden Rojava olmuş bir şey değildir; olmakta olan, direnmekte olan, dönüşmekte olan bir çağrıdır. Ve o çağrı hala Mezopotamya’nın derinlerinden yükselmektedir: “Devletsiz, patriyarkasız, sömürüsüz bir yaşam mümkündür. Eğer onu inşa edecek cesaretin varsa.”

Ve elbette Rojava, sadece Suriye’nin kuzeyinde değil; bütün Ortadoğu’da tarihin başka türlü yazılabileceğini gösteren bir kıvılcımdır. Mezhepçilikle bölünmüş, ulus-devletle parçalanmış, erkek egemenliğiyle bastırılmış bu coğrafyada; halkların birlikte yaşayabileceği, kadınların toplumu yeniden inşa edebileceği, doğayla uyumlu bir yaşamın mümkün olduğu bir örnek sunuldu. Bu, yalnızca bir bölgenin alternatif sistemi değil; Ortadoğu’nun kendi iç dinamiklerinden doğmuş evrensel bir fikirdir. Rojava, halkların birbirini boğmak için değil, birlikte var olmak için örgütlenebileceğini; zorbalığın ve inkârın değil, karşılıklı tanımanın ve paylaşımın temel alınabileceğini hatırlattı. Bugün Ortadoğu için Rojava, bir umut değilse bile bir başlangıç çizgisidir: Karanlığın ortasında yakılan bir ateş, hala sönmemiş bir fikirdir.

Benzer Haberler