Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 20 Temmuz Harekâtı’nın 51. yıldönümünde Kuzey Kıbrıs’a yaptığı ziyaret, adada hem destek hem de ciddi eleştirilerle karşılandı. Verilen “iki devletli çözüm” mesajı, özellikle muhalefet partilerinde rahatsızlık yarattı.
Peki Kıbrıs Türk halkı? Onların beklentisi, dileği, umudu ne? Ekim ayındaki Cumhurbaşkanlığı seçimi bu nedenle çok önemli: İki devletli bir çözüm mü federasyon mu?
Biz de Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Sözcüsü, Milletvekili Asım Akansoy ile görüştük. CTP, yıllardır federasyon temelinde çözüm isteyen ve BM çerçevesine bağlı kalan bir siyasi çizgiyi savunuyor.
GÜLER YILDIZ
New York’ta bir toplantı yapıldı BM ile ardından Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan geldi, federasyon isteyenleri “marjinal” ilan etti… Toplantılardan başlayalım, New York’taki toplantının önemi neydi Kıbrıs için? Uluslararası bir toplantı mı, müzakere mi, ön görüşme mi?
2017’de İsviçre Crans Montana’da Sayın Mustafa Akıncı ile Rum tarafının o dönemki başkanı Nikos Anastasiadis yanında garantör ülkelerin de katıldığı çok önemli görüşmeler yapıldı. Uluslararası bir toplantı idi ve bu toplantıda tüm kartlar açıldı. Kıbrıs Türk tarafı önemli hamleler yaptı. Türkiye de önemli açılımlar yaptı. Fakat ne yazık ki Anastasiadis, belli kaygılar ileri sürerek o masayı devirdi. Bu toplantıdan sonra 2019 Kasım ayında, BM Genel Sekreteri Guterres, yine Anastasiadis ve yine Sayın Akıncı’nın olduğu üçlü bir toplantı daha yapıldı. 2019 Kasım toplantısı son resmi toplantıydı kayıtlara geçen. Ondan sonra hiçbir resmi toplantı yapılmadı. Bir defa bunun altını çizelim.
Neden yapılamadı?
O sırada, KKTC’de yapılan 2020 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise -çok iyi biliyorsunuz- Sayın Tatar gündeme çıktı ve dedi ki “Ben yeni bir politika ile ayrı devlet iddiasını öne çıkaracağım.” Çok net olmayan, kısmen KKTC’nin tanınması değilse bile KKTC’nin statüsünün yükseltilmesi, değilse bile Kıbrıs Cumhuriyeti’nin statüsünün düşürülmesi ve nihayetinde Avrupa Birliği içerisinde iki ayrı devlet gibi -bize göre altı dolmamış, güçlü olmayan ve – uluslararası camia tarafından da anlaşılmakta zorluk çekilen bir tavır ortaya koydu. “Bir belirsizlik politikası” demiştim, ben buna.
İşte bu tavır 2020’deki Cumhurbaşkanlığı seçiminde Ankara hükümetinin desteği ile Tatar’ı Cumhurbaşkanlığına getirdi. Onun ardından süreç tamamen bir muğlaklık ile devam etti. Yani 5 yıllık süreç, taş taş üzerine konamayarak sürdürüldü. Burada esas mesele nedir, bir ona bakmak lazım. Esas mesele şu; Ada’da sürdürülemez bir durum var ve bu sürdürülemezliği Ada’daki iki taraf yanında üç garantör ülke Avrupa Birliği ve BM Güvenlik Konseyi de kabul ediyor.
KIBRIS: ÇÖZÜMSÜZLÜK POLİTİKASINDA HARCANIP GİDEN YILLAR
Demek ki bu sürdürülemez durumun değişmesi lazım. Peki sürdürülemez durum nasıl değişebilir? En kolay nasıl yeni bir duruma evrilebilir?
Esas tartışma noktası burasıdır. Şimdi Sayın Tatar ve Ankara, son dönemde “bizim için BM parametreleri olmadığına göre biz bunun dışında farklı alternatifler üzerinde durmak istiyoruz. Bugüne kadar varılan mutabakatlar, bugüne kadar görüşülen konular bir yana, biz farklı bir alanda yürümek istiyoruz. Bu çerçevede de Sayın Tatar’ın ortaya koyduğu iki ayrı devlet tezi bizim için günceldir, savunulması gerekir” diyor ama oradan da bir sonuç, bir çözüm çıkmıyor. Bu bir çözümsüzlük ya da bizde çok yaygın bir şekilde kullanıldığı tabirle, “çözümsüzlük çözümdür” olarak tanımlanması gereken bir politika. Dolayısıyla bir tarafta aslında çözümsüzlüğü savunan bir Türk tarafı var diğer tarafta çözümü savunuyormuş gibi davranan bir Hristodulidis duruyor. Çünkü aslına bakarsanız Hristodulidis, Mayıs 2017’de Montana’da Anastasiadis’in sözcüsü olarak oradaydı ve masayı devirme konusunda sorumluluğu olan kişidir. Ancak Sayın Tatar’ın politikasından dolayı Hristodulidis bir çözüm yanlısı kişi, barış meleği olarak kaldı, aldı başını gidiyor.
Ve bu siyaset bizi hiçbir yere taşımaz. Yine bu 4-5 yıllık zaman zarfında Türk tarafı, Türk Devletleri Teşkilatı’na (TDT) yönelik yoğun çalışmalar yaptı. Biliyorsunuz Türkiye, Türk Devletleri Teşkilatı üzerinden KKTC’nin de bir pozisyon almasını istedi. Çok zorlayarak KKTC’yi gözlemci üye statüsüne oturttu. Çeşitli görüşmeler yaptı Tatar. Yine siyasiler, milletvekilleri gitti, iş dünyası temaslarda bulundu. Azerbaycan’a ya da diğer ülkelere çeşitli görüşmeler yaptılar. Ama tüm bu temaslar içerisinde de en ufak bir ilerleme olmadı.
Örneğin Azerbaycan Kuzey Kıbrıs’ta ne bir kültür ofisi açtı ne de bir ticaret ofisi. Bir konsolosluğu bile yok! Mesela şimdi Ruslar bir şirket üzerinden konsolosluk hizmeti veriyor. Kuzey Kıbrıs’ta Amerika’nın, Almanya ve İngiltere’nin doğrudan konsolosluğu var.
Ne bekler insan ? Bu temaslar karşılığında Azerbaycan’ın en azından bir ticaret ya da kültür ofisi kurgusu söz konusu olabilirdi, olmadı. Peki, dedik biz, ihracat konusunda sıkıntılarımız var : Ürettiğimiz patatesi, narenciyeyi Türkiye üzerinden Azerbaycan’a satabilir miyiz ? Hayır, satamayız. Dolayısıyla aslına bakarsanız tüm bu konu bir şov olarak devam etti. Nereye kadar ?
×Türk Devletleri Teşkilatı’na bağlı 4 üye Avrupa Birliği ile Semerkant’ta önemli bir toplantı yaptı ve bu toplantıda Avrupa Birliği ile ilişkilerin geliştirilmesi, ticaret, ekonomi vesaire konularında bağlayıcı kararlar alındı.
AB liderleri ile Orta Asya’nın beş ülkesi (Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan) arasındaki bu ilk zirve Özbekistan’ın Semerkant kentinde gerçekleşti. AB, Avrupa Konseyi Başkanı António Costa ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen tarafından temsil edildi. Zirveye Özbekistan Cumhurbaşkanı Şavkat Mirziyoyev ev sahipliği yaptı.
Zirvenin sonuç metni çok önemli. Orada çok açık, net bir şekilde “Kıbrıs’ta biz KKTC’yi kesinlikle tanımayacağız, KKTC ile ilişki kurmayacağız” anlamına gelen bir vurgu yapıldı, BM Güvenlik Konseyi’nin 550 (1984) ve 541 (1983) sayılı kararlarına açık atıfla.
Şimdi 4 Nisan 2025 tarihinde, o tarihe de büyük bir olay gibi gösterilen TDT senaryosu sona erdi; kendi gerçeklerimizle yeniden yüzleştik. İslam İşbirliği Örgütü’nde de aynı sıkıntılar yaşandı. En son geçtiğimiz ay İstanbul zirvesinde, 2005’te bizim kazandığımız Kıbrıs Türk Devleti statüsünü, çok eskiden kullanılmış olan “Kıbrıs Müslüman Türk Toplumu” statüsüne dönüştürdüler. Ve rezalet rezalet üstüne yaşandı.
NE İSLAM ÜLKELERİNDE NE DE TÜRK DEVLETLERİNDE BİR KARŞILIĞIMIZ VAR
İslam İş Birliği Teşkilatı içerisinde Kıbrıs Türk tarafının da yer alması Kıbrıs Türk tarafının iradesiyle olan bir şey mi? Bu size rağmen alınan bir karar mı? Orada olmanın ne tür bir getirisi olacaktı sizlere?
1976 yılında, İslam İş Birliği Örgütü’ne “Kıbrıs Müslüman Türk Topluluğu” olarak gözlemci üye olduk. Fakat 2005’te ne zaman ki Kıbrıslı Türkler Annan Planı’na “evet” dedi, o zaman İslam İş Birliği Örgütü dedi ki, “Tamam kardeşim, bu halk önemli bir adım attı. Biz onları aynen Annan Planı’ndaki adları gibi yani Kıbrıs Türk Devleti olarak üye alalım. Ve aldılar.
Aslına bakarsanız, İslam ülkeleri arasında Kıbrıs sorununa çok fazla dokunma niyeti hiçbir zaman olmadı. Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu’nun iş başında olduğu dönemde bile biz aslında ne İslam Kalkınma Bankası’ndan ne de başka bir ülkeden destek falan alabildik. Çünkü her ülke gibi onlar da kendi ulusal çıkarları ve bölgesel ittifakları üzerinden hareket ediyorlar. Bu anlaşılır bir durumdur.
Hem Tatar’ın hem de Erdoğan’ın mutabık olduğu “devlet”li sitemin karşısında Kıbrıslılar ne istiyor?
Kıbrıslılar dünyaya entegre olmak istiyor ve uluslararası hukukun bir parçası haline gelmek için çalışıyor. Kıbrıslı Türklerden bahsediyorum öncelikle. Yani ürettiği ürünü Mağusa Limanı’ndan ihraç etmek istiyor ve Avrupa’ya ihraç etmek istiyor. Çünkü Kıbrıs Türk kültürü, sosyal değerleri Avrupa kültürüyle bezenmiştir; moderndir, rasyoneldir, laiktir, çağdaştır. Dolayısıyla bizim gözümüz Ortadoğu’da değil. Bizim yüzümüz tarihsel bağlamda her zaman Avrupa’da olmuştur. Kıbrıs Türk halkı yüzünü Avrupa’ya çevirmiş, kendi kimliğiyle kendi kendini yöneteceği, Rumlarla eşitlik içerisinde, belli güvencelerle yönetsel yapıların ve statülerin de sağlandığı bir düzen kurgusu içinde yaşamak istiyor. Kıbrıslı Türkler çözümsüzlük çözüm değildir, diyor.
×Dolayısıyla biz, Kıbrıslı Türklerin özne olduğu, kendilerini yönetecekleri devlet mekanizmalara sahip oldukları ve bunu özgür iradeleri ile demokratik kurallar çerçevesinde hayata geçirdikleri, Federal düzeyde belirli yetkilerin paylaşıldığı (Federal yapıda da her zaman ortak kararın alındığı) iki bölgeli, iki toplumlu siyasi eşitliğin esas olduğu bir çözüm modelini savunuyoruz. Kendi tarihsel, coğrafik ve sosyolojik gerçeklerimiz üzerinden bir Federasyon.
BM Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde bir çözüm toplumun önünü açabilir ve mümkün olabilir. Şimdi Sayın Tatar da kendi siyasetiyle çözüme ulaşılamayacağını aslında kendisi de biliyor. “Çok uzun yıllar alabilir bu tanınma işi” diyor. Doğru, yani yüzyıllar alabilir. Rahmetli Denktaş derdi ki, “Çin 500 yılda tanındı, bekleyin bakalım”. Şimdi böyle bir siyaset anlayışı olmaz. Yani gençler göç etmeye devam ediyor. İstikrarsızlık aldı başını gidiyor. Yolsuzluk, kara para, insan kaçakçılığı ve kayıt dışılık en üst düzeyde. Kumar sektörü, gece kulüpleri ve uyuşturucu alanları birbirini besleyerek büyüyor ve biz buna devlet yönetimi veya tanıtımı meselesi diyoruz, öyle mi ?
×Kıbrıs’ın Kuzeyinde, yaklaşık yüzde 80 oranında Rum mülkü var. Şu anda bu mülkleri ticari maksatla rant amacıyla kullanan herkes sıra ile dava ediliyor. İnsanlara yapın korkmayın demişti Sayın Tatar, sermaye de yatırım yaptı. Sonuçta büyük çok büyük bir kriz çıktı. İnşaat ve emlak sektörü, uluslararası hukuk kapsamı olan Taşınmaz Mal Komisyonu’na yönlendirilmediği için, eski mülk sahipleri tarafından tutuklama davası açılıyor ve konu yurt dışındaki mallarına el koyma ile İnterpol tarafından aranmaya kadar gidiyor. Bu mudur istikrar, çözüm, gelişme… Bu sürdürülemez durum bize zarar veriyor. Bu zarar ne yeni bir meclis binası yapılarak ne de yeni bir hastane yapılarak giderilir. Bunu anlatamıyoruz işte.
Erdoğan, eski Cumhurbaşkanlığı binası için “baraka orası” dedi. Nedir bu “baraka”nın tarihi?
Şimdi adanın İngiliz döneminden kalma iki tane Vali binası var. Yani İngiliz Valisi’nin…Biri kuzey Lefkoşa’da diğeri güney Lefkoşa’da.
Güney Lefkoşa’daki vali binası şu anda “Kıbrıs Cumhuriyeti” Başkanlığı tarafından kullanılıyor. Kuzeydeki başkanlık binası da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı binası olarak kullanılageldi. Dolayısıyla bunun tarihten gelen sembolik anlamları var. Yani o bina aslında sembolik olarak eşitliği, bir geleneği temsil ediyordu yani baraka falan değildi. Küçük de olsa büyük de olsa fark etmez. Yani orası küçüktü de içinde kaybolduğunuz yeni yapılan binalar çok mu verimli ?
Çok söyledik. Bir defa Kıbrıs Türk halkının önceliği değildi o binalar. Yani günün sonunda eğer Türkiye desteği ve katkısı ile olacaksa da, binaların, kendi kurum ve kurumlarımızın izin süreçleri ile şekillenmesi, örneğin mimarisini, mühendisliğini, sosyal dokusunu, yapısını bizim kendimiz yapsaydık da, bizim toplumumuza uygun olsaydı; toplum yabancılaşmasaydı. Hayır, bilakis oraya iki tane devasa bina yanına da kocaman bir cami yapıldı.
Bir sembol aslında…
Evet, bir sembol değişimidir aslında ve bu semboller üzerinden farklı bir iktidar tasavvuru yapılmaya çalışılıyor. Bunları anlamıyor değiliz. Sonuçta bu noktaya gelmek bizim için doğru ve sağlıklı değil. Yani tarihsel olarak Kıbrıslı Türkler her zaman Türkiye ile çok saygı ve sevgi ilişkisi içerisinde oldu. Dolayısıyla bizim bu duruşumuzu böyle yaparım olur düzeyine indirgemek sizce uygun mu? Yani buradaki insanların, Lefkoşa’da yaşayanların, Kıbrıslı Türk halkının hiç mi görüşü yok, hiç mi kadrosu, uzmanı, kuruluş ve kurumu yok; tüm bunları yapacak, geliştirecek? Bunlar önemli konular.
Bir taraftan Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne “İslami” değerler kazandırma çabası varken, Ada’nın arka bahçesinin kirli ve karanlık olması paradoks değil midir sizce? Mafya, kumarhaneler, seks köleliği, kara para aklama merkezleri…
Zaten biz bir “arka bahçe haline” ve “alt yönetim” durumunu asla kabul etmiyoruz. Yani burası mafyanın, kara paranın, insan kaçakçılığının, kayıt dışı ekonominin cirit attığı bir alan haline getirildi ve öyle bir hale geldi ki artık kontrol etmek de zorlaşıyor. Korkunç bir nüfus var şu anda kuzeyde. Kimse nüfus sayımızı bilmiyor. Kurumlar, Belediyeler hizmet alanında ciddi zafiyet içine girdi. Nüfus çok, hastane ve okullar çöktü…
Yani ekonomide kara para ciddi hakimiyet taşıyor. Yine ülkede korkunç bir düzensizlik var. Yani altyapı yapılıyor ama altyapı yatırımları iyi yönetilmiyor. İnsanlar trafikte her gün ölüyor. Bu düzensizlik bizi bir yere taşımaz. Bina yapmak, altyapı yapmak bir devletin sadece şekil bakımından göstergeleridir. Bizim için önemli olan hukukun üstünlüğüdür, adalettir, eşitliktir, özgürlüklerdir, Kıbrıs Türk insanının kendi kendini yönetmesidir.
Kıbrıs’ı Ankara’dan okumak yetmiyor yani?
Hayır, Kıbrıs’ı Lefkoşa’dan okumak lazım. Kıbrıs sorununu Lefkoşa’dan okuyarak çözmek lazım.
Kıbrıs sorununu eğer Ankara’dan okuyarak çözmeye kalkarsanız daha başka sorunlar ortaya çıkar.
Çözüm ile ilgili diyorlar ki “Kardeşim sizin söylediğiniz çözüm modeli 60 yıldır denendi, olmadı.” Yok öyle bir şey.
×Rahmetli Denktaş “mış gibi yaparak” federasyon görüşüyordu. Herkese söylüyordu, anılarında var. Mealen diyordu ki, “ben mış gibi yapıyorum. Ben aslında çözüm istemiyorum. Ben federasyon istemiyorum. Bana bu yönde talimat geldi. Görüş, ulusal çıkarlarımıza uygundur, dendi. Ben de masada görüşüyor gibi yapıyorum.”
Çok açık ve net. Ama çelişki nerede çıktı? 90’lı yıllarda Sayın Denktaş, çıktı ve dedi ki “Ben artık -aynen bugün Sayın Tatar’ın yaptığı gibi- iki toplumlu görüşmelere katılmayacağım. Ben devletim, beni tanırsan gelirim, görüşürüm. Tanımazsan gelmem. Bundan sonra toplumlararası görüşmeler diye bir şey kalmamıştır. Bundan sonra devletler arası görüşmeler vardır.” Hatta o kadar ileriye gidildi ki, BM Barış Gücü’nü bile Kuzey’den uzaklaştırdılar. Yani gelmeyeceksiniz, bu güzergaha girmeyeceksiniz. Bizde sizi gerektiren bir durum yok, denildi.
Ne oldu biliyor musunuz? Ne zaman ki Türkiye-Avrupa Birliği süreci başladı, O zaman Sayın Denktaş’ın tüm argümanları uluslararası yeni ilişkilere takılı kaldı. Yol alamadı. Annan Planını müzakere etmedi. Alternatif siyasi dinamikler doğdu.
TATAR’IN BM İLE YAPTIĞI TOPLANTILARIN HEPSİ GAYRİ RESMİ
Sürüyor da bu toplantılar…
Sayın Tatar seçimleri kazandıktan bir yıl sonra, 2021’de Cenevre’de bir toplantı yapıldı ve bu gayri resmi bir toplantıydı. Altını çizelim gayri resmi. Nedenine geleceğim. Ardından 2025 Mart ayında yine Cenevre’de bir toplantı yapıldı o da gayrı resmiydi. Temmuz ayında New York’ta yapılan toplantı da gayrı resmiydi.
Yani şu ana kadar Sayın Tatar ile BM hiçbir şekilde resmi bir toplantı yapmadı. Bunun sebebi, Sayın Tatar’ın BM Güvenlik Konseyi kararları dışında bir duruş sergilemiş olması. BM Güvenlik Konseyi kararları dışında olduğu için -yani BM parametreleri dışına çıkarak ayrı devleti savunduğu için- BM Genel Sekreterinin herhangi bir resmi sürece bağlı -BM GK kararları- yetkisinin dışına çıkılmış oluyor. Ancak yine de, gayrı resmi olsa da o toplantıyı yapmaya uluslararası ilişkiler bakımından ihtiyaç var.
Gayri resmi toplantılarda ne konuşuluyor, bağlayıcı hiçbir karar alınmayacaksa? Neden sanki “çözüm” konuşuluyormuş gibi bir algı var?
İnanın, Kıbrıs müzakere tarihinde bu toplantılar kadar içi boş, anlamsız ve bir şey üretmeyen toplantılar yapılmamıştır. Cenevre’de mart ayında yapılan son toplantının ve bir önceki toplantıda çıkan kararları okudunuz mu?
Sanırım iki toplumun çözülemeyen sorunlarına odaklanılmıştı.
Mezarlıkların temizlenmesi, iki toplumlu gençlik komitesi oluşturulması, mayınların temizlenmesi, iklim komitesi kurulması… Yani mezarlıkları temizlemek için mi Cenevre’ye gittiniz? Kıbrıslı iki temsilci ve İngiltere, Türkiye, Yunanistan dışişleri bakanları… Yani yapacak başka hiçbir işiniz yok muydu?
Ekim 2025’te Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Adaylar kimler?
×
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Ekim 2025’te Cumhurbaşkanlığı seçimine gidecek. Adaylar: CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman, bağımsız aday Mehmet Hasgüler ve mevcut cumhurbaşkanı Ersin Tatar.
Yeni bir sayfa açılmasına ihtiyacımız var. Bu yeni sayfa CTP Genel Başkanı Sayın Tufan Erhürman ile açılabilir. Sayın Erhürman yaklaşık 10 yıldır aktif siyasetin içinden bir isim. Hukuk alanında iddialı bir isimdir. Adaylığı bir çatışma iddiası üzerine değil, uyum ve birlikte hareket üzerine kurulu bir iddia. Ve toplumunda ayrımsız -sağcısı da solcusu da- olumlu bir algısı var. Bu görevi üstlenebilir. Ve bu görevi üstlenirken de hem Kıbrıs Türk halkını rahat ve güçlü şekilde temsil eder hem de Türkiye ile iyi ilişkiler kurarak bizi çözüm sürecine taşıyabilir. Buna karşın ikinci bir aday var o da Ersin Tatar Bey’dir. Zaten bir saattir onun politikasını konuşuyoruz. Yine akademisyen Mehmet Hasgüler de adaylığını açıkladı.
Türkiye’den beklentiniz nedir? Seçimlere müdahale edilebilir kaygısı taşıyor musunuz?
Sorunuza herhangi bir müdahalenin olmasını temenni etmiyorum, diye yanıt vereyim. Küçük bir toplumuz. Türkiye’den bizim beklentimiz nedir? Biz Türkiye ile doğru zeminde, iyi ilişkiler içerisinde olmak istiyoruz. Doğru zemin de saygın bir ilişkidir. Yani Kıbrıslı Türklerin kendi kendilerini yönettikleri, kararlarını kendilerinin verdiği, altyapı-üstyapılarını kurabildikleri bir durum. O yüzdendir ki 1950’lerden, yani yakın tarihten günümüze, Kıbrıslı Türkler her zaman Türkiye ile çok yakın bağlılıklarını sürdürdüler. Bugün de aynı durumdadırlar. Burada Türkiye’nin de tanıdığı bir devlet var mı, var. Büyükelçilikleri var mı, var. Gönül bağı var, sevgi, saygı da var. Ama ilişkilerin, hiçbir bağlamda müdahaleye açık olmaması gerekir. Kıbrıs Türkleri bunu kaldıramaz. Bunu bütün samimiyetimle söylüyorum. Ve Kıbrıslı Türkler derken de 1974’ten sonra adaya gelen göçmenlerin çocukları da büyüdü. Büyük bir kaynaşma var. Bir ortak toplum yapısı oluştu. Dolayısıyla burada önemli olan o doğru zemini iyi kurgulamaktır. Empati kurmak lazım… Empatinin Kıbrıs için de kurulması gerekiyor.