Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Ölümünüzü nasıl alırdınız: Yiyerek mi içerek mi? I

Pestisitler, modern sömürgeciliğin kimyasal biçimi

Ölümünüzü nasıl alırdınız: Yiyerek mi içerek mi? I

Avrupa kendi tarlalarını korurken, yasaklı pestisitlerin üretimi sürüyor. Bu zehirler, Latin Amerika’dan Afrika’ya, Asya’dan Akdeniz’in güneyine kadar milyonlarca insanın yaşamına sızıyor. Tarım, artık sadece gıda değil, küresel bir toksin ekonomisinin aracı haline geldi.

HABER MERKEZİ-  Resmî olarak Avrupa Birliği, insan sağlığına ve doğaya zararlı 200’den fazla pestisitin kullanımını yasakladı. Ancak aynı Avrupa, bu kimyasalların ihracatına devam ediyor.

Mediapart’ın yayınladığı analize göre, Fransa 2023’te yaklaşık 70 bin ton pestisit satarak Avrupa’da ilk sırada yer aldı. Üstelik AB, kendi topraklarında yasaklanan maddelerin büyük bölümünü hâlâ Afrika ve Latin Amerika’ya ihraç ediyor. FAO verilerine göre, dünya genelinde 2023 yılında 3,7 milyon ton aktif pestisit maddesi kullanıldı ve bu miktar, otuz yıl öncesinin neredeyse iki katı.

Bayer, BASF, Syngenta gibi devler, yasaklı maddeleri Latin Amerika’ya, Hindistan’a, Fas’a ya da Türkiye’ye ihraç etmeyi sürdürüyor. Toksinler, ulusal yasaların değil, ekonomik çıkarların izinden gidiyor.

KLORDECON: SÖMÜRGE TOPRAKLARINDA BİTMEYEN ZEHİR

Fransa’nın Karayip kolonilerinde, Guadeloupe ve Martinique’te yaşanan klordecon skandalı bunun en çarpıcı örneği.

Muz plantasyonlarında 1972’den 1993’e kadar kullanılan bu pestisit, toprağa, suya ve insan bedenine sızarak bugün hâlâ etkisini sürdürüyor. Toprakta 700 yıl kalabilen klordecon, binlerce insanın kanında ölçülüyor. Prostat kanseri oranları, Fransa ana karasından beş kat daha yüksek.

Devlet ise on yıllar boyunca “bilimsel belirsizlik” bahanesiyle sessiz kaldı. Oysa uyarılar 1970’lerden beri dosyalarda duruyordu. Medyapart’ın 2019 tarihli soruşturmasında bir yetkili şöyle diyordu:

“Biliyorduk. Ama muz ihracatı, halk sağlığından daha değerliydi.”

PARAKUAT: ÇAY BAHÇELERİNDE ÖLÜM

Bir diğer ölümcül kimyasal Parakuat, Avrupa’da 2007’den beri yasak, ancak İsviçre merkezli Syngenta hâlâ üretiyor. Güney Amerika’daki soya tarlalarında, Asya’daki çay bahçelerinde, Türkiye’nin Doğu Karadeniz bölgesinde bile hâlâ kullanılıyor. Bir yudumu bile ölümcül olan bu madde, tarım işçileri arasında intihar aracı olarak bile biliniyor.

ATRAZIN VE ENDOSÜLFAN: GIDANIN GÖRÜNMEYEN YÜKÜ

ABD’de hâlâ kullanılan Atrazin, hormon sistemine etki ederek erkeklerde doğurganlık sorunlarına yol açıyor.

Yeraltı sularına sızarak içme suyu kaynaklarını kirletiyor. Avrupa’da yasak, ama mısır ithalatı devam ediyor.

Yani “yasaklı” kimyasallar, doğrudan değilse bile sofralarımıza ithal ürünlerle geri dönüyor.

Benzer biçimde, Endosülfan’ın Hindistan’daki etkileri hâlâ travmatik. Kerala eyaletinde yüzlerce köy, bu kimyasal yüzünden doğum kusurları, nörolojik bozukluklar ve kitlesel hastalıklarla karşı karşıya kaldı.

2010’lardan itibaren ABD ve Avrupa’da binlerce çiftçi, pestisitlerin yol açtığı lenfoma, prostat kanseri, Parkinson gibi hastalıklar nedeniyle dava açtı. Monsanto’ya karşı açılan davalarda ortaya çıkan “Monsanto Belgeleri”, şirketlerin bilim insanlarını itibarsızlaştırmak için yürüttüğü kampanyaları açığa çıkardı.

Fransa’da 2013 ve 2021’de yapılan araştırmalar, pestisitlerin kanser, nörolojik hastalıklar, hormonal bozukluklar ve doğurganlık sorunlarıyla bağlantısını doğruladı.

KÜRESEL BİR EŞİTSİZLİK SİSTEMİ

Tüm bu tablo, tarım politikalarının yalnızca ekolojik değil, etik bir mesele olduğunu gösteriyor. Zehirli pestisitler, kuzeyin yasakladığını güneye ihraç eden bir çifte standart düzenini açığa çıkarıyor. Bu sistemde Avrupa, “yeşil tarım” imajını korurken; üretim zincirinin en altındaki işçiler -çoğu göçmen, kadın ya da çocuk- toksik bir ekonominin bedelini ödüyor.

Birleşmiş Milletler’in 2022 tarihli raporunda bu durum açıkça tanımlanmıştı: “Küresel pestisit ticareti, modern sömürgeciliğin kimyasal biçimidir.”

YASAKLAR KÂĞIT ÜSTÜNDE, TARLALAR ZEHİRLE KAPLI

Türkiye, Avrupa’nın yasakladığı onlarca pestisitin hâlâ serbestçe satıldığı nadir ülkelerden biri.
Resmî kayıtlara göre Tarım ve Orman Bakanlığı 2023 itibarıyla 20’den fazla aktif maddeyi “sınırlı kullanım” listesine aldı.

Ancak laboratuvar analizleri ve sahadaki gözlemler, bu kimyasalların özellikle pamuk, buğday, çay ve sebze üretiminde hâlâ yoğun biçimde kullanıldığını gösteriyor.

Türkiye’nin pestisit politikasında çelişki açık: Avrupa’ya “kalıntısız ürün” ihraç etmek isteyen üreticiler, iç pazara yönelik ürünlerde hâlâ zehirli formüllere başvuruyor. Bu da ülke içinde çiftçiler ve tarım işçileri için ölümcül bir tablo yaratıyor.

Türkiye’de kullanılan pestisitlerin %13’ü Avrupa’da tamamen yasaklanmış maddelerden oluşuyor. Bunların çoğu, insan sağlığı açısından ‘yüksek riskli’ kategoride.

Yani Avrupa sofraları korunurken, Mersin’den Urfa’ya, Adana’dan Manisa’ya uzanan geniş bir hat boyunca toprak ve işçiler bu zehirlere maruz kalıyor.  Her yıl binlerce mevsimlik işçi, koruyucu ekipman olmadan pestisitli alanlarda çalışıyor. Solunum yolu hastalıkları, cilt yanıkları, düşük yapma oranları ve erken yaşta ölümler, neredeyse hiç kayıt altına alınmıyor. Devletin yasakladığı maddeler, çoğu zaman “mevcut stok bitene kadar kullanılabilir” ibaresiyle yıllarca piyasada kalıyor. Yasak, etiketten ibaret kalıyor.

‘GIDA GÜVENLIĞI’ DEĞİL İHRACAT GÜVENLİĞİ ÖNEMLİ

Market raflarındaki “yerli üretim”, “doğal” ya da “iyi tarım” etiketleri, çoğu zaman denetimden geçmeyen üretim zincirlerini gizliyor. Zira pestisit kalıntı oranları yalnızca ihracata giden ürünlerde düzenli olarak ölçülüyor. İç piyasaya sunulan meyve ve sebzelerde ise kontroller düzensiz, cezalar sembolik: Türkiye’de pestisit denetimi, gıda güvenliğinden çok ihracat güvenliğini hedefliyor.

×PESTİSİTİN ZEHİRLİ TARİHİ

19’uncu yüzyılın sonundan beri sofranın başında oturan tarım zehirleri, İkinci Dünya Savaşı sonrasında endüstriyel tarımın yükselişiyle hızla yayıldı. Ancak bu “mucizevi kimyasalların” ardında, uzun yıllardır süren bir inkâr hikayesi var: Zehir oldukları kanıtlanmadan önce değil, kanıtlandıktan yıllar sonra yasaklandılar.

İlk büyük uyarı, Amerikalı biyolog Rachel Carson’dan geldi.

1962’de yayımlanan Sessiz Bahar kitabında, DDT’nin kuşları yok ettiğini, kanser vakalarını artırdığını anlattı. Fransa, bu ilacı ancak 1971’de yasakladı.
Aynı kaderi, kanserojen olduğu bilinen chlordécone de yaşadı: ABD’de 1975’te yasaklanan madde, Fransa’da 1990’a kadar, Guadeloupe ve Martinique’te ise 1993’e dek kullanılmaya devam etti.

Bilimsel uyarılara rağmen, tarım politikaları kimya endüstrisinin çıkarlarına göre şekillendi. 1950’lerden itibaren makineleşme, monokültür ve verim baskısı, tarımı sentetik kimyasallara bağımlı hale getirdi. “Zararlı” böcekleri öldüren ilaçlar, toprağı ve suyu da zehirledi.

Rachel Carson’ın 1962’de sorduğu soru hâlâ geçerli:

“Nasıl oldu da akıllı insanlar, birkaç böcek türünü yok etmek uğruna kendi dünyalarını zehirlemeyi göze aldılar?”

Benzer Haberler