Akın OLGUN
Ezilenin derdini dert edinmekti solculuk ama her nedense Kürtlerin hak mücadelesi bu kategori içinde yeterli özeni bulamıyor bir türlü.
Becerememekten mi yoksa Kürde tıksırmak kolaylığından mı bilinmez ama dünden bugüne, cümlelerin pek değişmediğini, genç yaşta hayata gözlerini yuman sevgili Evrim Alataş’ın bir yazısından alıntılarla da temellendirebilirim;
“Bana milliyetçiliğin sınırlarını çizebilir misin Perihan” başlıklı bir yazı kaleme almıştı Alataş 2008 yılının Ekim ayında. (Radikal gazetesinin arşivine artık ulaşılamadığı için, yazıyı bulabildiğim bir linki buraya bırakıyorum https://www.newroz.com/so/node/335101 )
17 yıl olmuş dile kolay…
Alataş yaşasaydı, Perihan Mağden’in barış annelerine uzanan kötücül diline benzer yaklaşımların nasıl peydah olduğuna ve çok fazla bir şeyin değişmediğine de tanıklık edecekti.
Alataş kendisini yazmaya teşvik eden konunun özetini şöyle yapıyor; “Mağden, ezilen bir halk olarak Kürtlerin milliyetçiliğinin ‘eeee’ dedirttiğini ve Barış Anaları’nın bile Apocu militarizmin çimento makineleri olduğunu söylüyor. Mağden ikinci yazısında ise daha çok Öcalan’ın zehirlendiği yönündeki iddialar ve DTP üzerinde duruyor ve Öcalan’ın sağlık sıkıntılarını dillendirirken kullandığı cümleleri inceleyerek, onun aslında bir psikiyatrik vaka haline geldiğini düşünüyor, hastalık hastası… Beni en yakından ilgilendiren cümlesi Barış Annelerine icaben kurduğu şu cümle: “Zira bu iri yarı/yaşlı başlı/okumasız yazmasız Kürt Kadınları; Apocu militarizmin/Mutlak Lider Sultasının/Kürt Milliyetçiliği’nin sorgu edilemezliğinin en mühim çimento makineleri.”
Bugün az biraz “muhalif” mahalleye kulak kabartsanız, az biraz onların takıldığı yerlere uğrasanız, kaleme aldıkları yazılara göz atsanız, çıktıkları kanallarda kurdukları cümlelere dikkat kesilseniz Mağden’in cümlelerindeki yaklaşımın çok benzerini bulursunuz.
“Eee” sesinin “çok oldunuz” tınısını, tv programlarında, sosyal medya mesajlarında, köşe yazılarında cirit attığını görürsünüz.
Ezilenin mücadelesine, siyaset kurma yeteneğine, belirleme gücüne, inadına, içinden kurulan ve dışarıya hazım problemi olarak yansıyan o duygu, evet gerçek bir şovenizm belirtisidir ve asıl sorun ise bunu “duruş” ve “sol”culuk zanneden “özgüven” halidir.
Hani şu “hiç Kürde benzemiyorsunuz”, “hiç onlar gibi değilsiniz” diyerek “övgü” lütfettiğini sanan ve “ben onlardanım, Kürdüm” cevabını alınca, her an kalkıp istiklal marşı okuyacakmış gibi kaşını, gözünü göge dikenlerin halliceleri…
“Bunlar da çok oldu” diyeni de, “AKP ile anlaşmışlar zaten” sözüyle onu karşılayanı da, “Amerikan emperyalizminin oyuncağı abi hepsi” diyerek bir halkın kader mücadelesini toplama, çıkarma usulü ortaya atanı da, hepsi aynı ideolojik zeminden beslendiği için, neyin devrimcilik, neyin solculuk, neyin ilericilik olduğu sorunu, muhalif kitleler nezdinde bir kaosa dönüşüyor ve bu durum nedendir bilinmez, pek bir rahatsızlık da vermiyor.
Kürtlerin hak ve özgürlükler mücadelesine, barış tutumuna sol değerlerle değil, devletin aldığı tutum üzerinden bakmanın, devletten aparma söz oyunları ile hor görmenin, ulusalcılığın totem haline getirdiği ezberlere kapılıp, el yükseltmeyi solculuk sanmalara doyulamayışın şoven ritmi gerçek anlamda korkunç gözüküyor.
“Sol, Kürt siyasetinden kopmadıkça” diye başlayan cümlelerle “tehlike” olarak Kürt siyasetini işaret edenlerin, önünde diz kırdığı gerçeğe baktığınızda, asıl tehlikenin Kürt siyasetinin solla kurmaya çalıştığı omuzdaşlık değil, tüm toplumu ittihatçılığa peşkeş çekmeye çalışan “müesses nizam” solculuğu olduğunu anlarsınız.
Marksizm ve sosyalizmin tapusunun kendisinde olduğunu zanneden ve üzerine söz kurulacaksa kendisinden izin alınması gerektiği pozu kesen kimi yapıların, Öcalan’ın “Demokratik Toplum ve Barış Konferansı”na gönderdiği metin üzerinden yürüttüğü kaba saba ve çocukça tutumların kalite taşımadığı çok açık. Saldırgan, küçümseyici ve kibirli cümlelerin hali ise elbette ibretlik.
Burada tekrar Evrim Alataş’ın durumu özetleyen o sözlerini yeniden hatırlamayı anlamlı buluyorum;
“Bu halin ne manaya geldiğini izninizle biraz açayım. Oyuncağı bol bir acımasız çocuğun, evine topladığı gecekondu çocuklarını sıkıldığı anda kapı dışarı etmesidir bu. “Ev benim, oyuncak benim. Naş naş!..”
Ama artık bir sorun var. O gecekondu çocukları, acımasız çocuklara, “oyuncaklar bütün çocuklarındır” diyor ve artık “Naş naş!” diyerek kapı gösterilecek durumda olmadıklarını hatırlatıyorlar.
Evet bunun pek çokları için sinir bozucu olduğunun farkındayım ama “komün” derken de aslında tam olarak bundan bahsediyor Kürt siyasal hareketi.
Marksizm’i de sosyalizmi de bu okuma üstüne kurarak, kitlelerin içine taşıyor.
Sevgi ve saygıyla anarak, son cümleyi de Evrim Alataş’a bırakalım;
“Bu yazı, bu konuyu kurtarmaz. Bu yazının tek derdi, potansiyel “pişman olası” kitleye bir uyarıdır. Kürt Kürt’tür! Bir gün bu kafasında yaralar olan, kaba saba, kıllı, iri yarı, eğitimsiz insanlardan sıkılabilirsiniz. Dert bu değil. Lakin hayalkırıklığına uğramak istemiyorsanız, kafanızdaki değil, karşınızdaki Kürdü dinleyin. Tercümana ihtiyaç duyacaksınız evet, ne yapalım, dil ayrı.”



