Filozof Slavoj Zizek, Abdullah Öcalan’ı Güney Afrika’nın efsanevi lideri Nelson Mandela’ya benzetti. PKK’nin kendini feshetme çağrısını “tarihi bir barış adımı” olarak nitelendiren Žižek, Kürtlerin Ortadoğu’daki demokratik dönüşümdeki rolüne dikkat çekti.
HABER MERKEZİ – Sloven düşünür ve yazar Slavoj Žižek, 24 Mayıs’ta kaleme aldığı yazısında, PKK’nin 12 Mayıs’ta aldığı “kendini feshetme” kararını “umut verici” olarak yorumladı. Abdullah Öcalan’ı Nelson Mandela’ya benzeten Žižek, bu adımı “barış uğruna verilen radikal bir mücadele” olarak değerlendirdi.
“Abdullah Öcalan, zamanımızın Mandela’sı” başlığıyla yayımlanan yazı, özellikle Batı medyasının çifte standardını ve Kürtlere yönelik yaklaşımlarını eleştiriyor. Žižek, Öcalan’ın cezaevinde geçirdiği yıllar boyunca feminizm, demokrasi ve felsefe üzerine düşünceler geliştirdiğini ve PKK’nin de bu doğrultuda dönüşüm geçirdiğini belirtiyor.
Yazıda, “PKK sadece silahlı bir direniş hareketi değil; zamanla modern solun bir parçası haline geldi,” ifadelerine yer verildi. Žižek, örgütün fesih kararını da bu dönüşümün zirve noktası olarak tanımlıyor.
ROJAVA VE MAHSA AMİNİ PROTESTOLARI ÖRNEK GÖSTERİLDİ
Yazısında İran’daki Mahsa Amini protestolarına da atıf yapan Žižek, bu eylemleri “doğuştan organik bir halk hareketi” olarak nitelendirerek, Batı’daki feminist dalgalarla karşılaştırıyor. Kürt kadınlarının mücadelesiyle örülen bu hareketin, etnik baskı ve dini otoriteye karşı direnişin simgesi haline geldiğini belirtiyor.
Özellikle Rojava’daki toplumsal yapılanmaya dikkat çeken filozof, bu bölgenin “jeopolitik kaos içinde kurulmuş işleyen bir ütopya” olduğunu dile getiriyor. Kürtlerin Irak ve Suriye’de oluşturduğu özerk yapıları, bölgede istikrarın ve toplumsal eşitliğin örnekleri olarak gösteriyor.
KÜRTLER YALNIZ BIRAKILIRSA AVRUPA KENDİNİ İNKAR EDER
Batılı ülkelerin Kürtlere yönelik desteğini yetersiz bulan Žižek, yazısını şu cümleyle bitiriyor: “Eğer Avrupa Kürtleri yalnız bırakırsa, bu sadece Kürtlere değil, kendi özgürlük mirasına da ihanet etmiş olur. O Avrupa, artık Avrupa değil, ‘Europastan’dır.”
Dünyaca ünlü Filozof Slavoj Zizek’in Substack çevrimiçi platformu sayfasındaki yazısının tamamı şu şekilde:
“Büyük medyamızın süregelen dehşeti tanımlamak için kullandığı kelimelerin bile durumu gülünç bir şekilde gizlediği karanlık bir dönemin ortasında yaşıyoruz. Kısa bir süre önce ABD Güney Afrika’dan 59 Boer’i kabul ettiğinde, resmi gerekçe Boer’lere yönelik bir soykırımdan kaçıyor olmalarıydı, Gazze’deki gerçek tam ölçekli soykırım ise İsrail’in kendini savunması olarak nitelendirildi. Böylesine karanlık bir dönemde, umut veren işaretler her zamankinden daha değerli.
PKK’nin (Kürdistan İşçi Partisi) 12 Mayıs’ta oybirliğiyle aldığı, lideri Abdullah Öcalan’ın (yirmi yılı aşkın bir süredir hapiste) tavsiyesine uyarak örgütü tamamen feshetme kararı bu gelişmelerden biriydi. PKK, esas olarak Türkiye’nin güneydoğusu, Irak’ın kuzeyi ve Suriye’nin kuzeydoğusunda Kürtlerin çoğunlukta olduğu dağlık bölgelerde yerleşik militan bir siyasi örgüt ve silahlı gerilla grubudur. Örgüt 1978 yılında kurulmuş ve Kürt-Türk çatışmasında (1993 ve 2013-2015 yılları arasında birkaç ateşkesle) asimetrik savaşa dahil olmuştur. PKK başlangıçta bağımsız bir Kürt devleti hedeflemiş olsa da, 1990’larda resmi platformu Türkiye içindeki Kürtler için özerklik ve daha fazla siyasi ve kültürel hak arayışına dönüşmüştür. Son yıllarda PKK sadece barışçıl bir çözüme yaklaşmakla kalmadı; hapishanede eğitim gören Öcalan’ın kendisi de feminizm ve felsefe gibi konularda derin düşüncelere daldı. Kısacası, PKK tamamen modern solun bir parçası olan bir hareket haline geldi.
JIN JIYAN AZADÎ DİRENİŞİ
Bu yeniden yönelimin etkileri Türkiye dışındaki Kürtler arasında da hissedildi. 2022’de İran’da yaşananlar -Mahsa Amini protestoları- dünya tarihi açısından önemliydi. Onlarca şehre yayılan protestolar, 16 Eylül 2022’de Tahran’da, 22 yaşındaki Kürt bir kadın olan Amini’nin polis gözetiminde hayatını kaybetmesine bir tepki olarak başladı. Amini, ‘uygunsuz2 başörtüsü taktığı için tutuklandıktan sonra İslami ‘ahlak polisi’ olarak bilinen Rehberlik Devriyesi tarafından dövülerek öldürülmüştü. Protestolar farklı mücadeleleri (kadınlara yönelik baskıya karşı, dini baskıya karşı, siyasi özgürlük için ve devlet terörüne karşı) organik bir bütünlük içinde birleştirdi.
İran gelişmiş Batı’nın bir parçası değil, bu nedenle Zan, Zendegi, Azadi (Kadın, Yaşam, Özgürlük) Batı ülkelerindeki MeToo hareketinden çok farklı. İran’daki protestolar milyonlarca sıradan kadını harekete geçirdi ve erkekler de dahil olmak üzere herkesin mücadelesiyle doğrudan bağlantılı – Batı feminizminde sıklıkla olduğu gibi erkek karşıtı bir eğilim yok. Kadınlar ve erkekler bu mücadelede birlikteydi; düşman ise devlet terörüyle desteklenen köktendincilikti. Zan, Zendegi ve Azadi’ye katılan erkekler, kadın hakları için verilen mücadelenin aynı zamanda kendi özgürlükleri için verilen mücadele olduğunu biliyorlardı. Kürt olmayan protestocular da Kürtlere uygulanan baskının kendi özgürlüklerini sınırladığını gördüler; İran’da özgürlüğe giden tek yol Kürtlerle dayanışmaktı. İranlı protestocular böylece Batılı solcuların sadece hayal edebileceklerini gerçekleştirdiler. Kadın özgürlüğü mücadelesini kadınların ve erkeklerin etnik baskıya, köktendinciliğe ve devlet terörüne karşı mücadelesiyle doğrudan ilişkilendirerek Batılı orta sınıf feminizmin tuzaklarından kaçındılar.
PKK DİRENİŞİN GENEL KURALINA UYMUŞTUR
Peki PKK’nin yine de şiddet içeren bir mücadele aracı olarak başladığı suçlamasına ne demeli? PKK burada direnişin genel kuralına uymuştur: eğer ciddiye alınmak isteniyorsa, şiddet içeren direniş tehdidiyle başlanmalıdır. Barışçıl bir müzakere silahlı direnişe galip geldiğinde, silahlı direniş sonuca yazılır. Medyamız iki başarılı müzakere çözümü olarak Güney Afrika’da ANC’nin iktidara gelişini ve ABD’de Martin Luther King’in önderlik ettiği barışçıl protestoları zikretmeyi sever – her iki durumda da barışçıl müzakerelerin (göreceli) zaferinin, müesses nizamın (ANC’nin daha radikal kanadından ve Amerikalı Siyahlardan) şiddetli direnişten korkması nedeniyle gerçekleştiği açıktır. Kısacası, müzakereler başarıya ulaşmıştır çünkü bunlara üst üste binmiş, uğursuz bir silahlı mücadele tehdidi eşlik etmiştir.
TÜRKİYE’DE KÜRTLER TOPLUMUN EN MODERN VE SEKÜLER KESİMİ
Bizim batılı gözlerimiz için şaşırtıcı olan şudur: Bu Kürdistan’da nasıl olabilir? Kürdistan, Batı’da hala genellikle acımasız aşiret savaşlarının, naif dürüstlüğün ve onur duygusunun, aynı zamanda batıl inançların, ihanetin ve sürekli acımasız savaşların yaşandığı bir yer olarak görülüyor – Avrupa medeniyetinin neredeyse karikatürize edilmiş barbar Öteki’si. Bugünün Kürtlerine bakarsak, bu klişenin aksine şaşırmamak elde değil – durumu nispeten iyi bildiğim Türkiye’de, Kürt azınlığın toplumun en modern ve seküler kesimi olduğu, her türlü köktendinciliğe mesafeli olduğu, feminizmin geliştiği gibi şeyleri fark ettim. (İstanbul’da öğrendiğim bir ayrıntıdan bahsetmeme izin verin; Kürtlerin sahip olduğu restoranların hiçbir batıl inanç belirtisine toleransı yok…) Trump ilk döneminde Kürtlere ihanetini (Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki Kürt bölgesine saldırmasına göz yumdu) “Kürtlerin melek olmadığını” belirterek haklı çıkarmaya çalıştı – tabii ki ona göre o bölgedeki tek melekler İsrail (özellikle Batı Şeria’da) ve Suudi Arabistan (özellikle Yemen’de). Ancak bir anlamda dünyanın o bölgesindeki tek melekler de onlar.
Kürtlerin kaderi onları jeopolitik sömürgeci oyunların örnek kurbanları haline getiriyor: dört komşu devletin (Türkiye, Suriye, Irak, İran) sınır hattı boyunca yayılmış olan Kürtlerin (fazlasıyla hak ettikleri) tam özerklikleri kimsenin çıkarına değildi ve bunun bedelini fazlasıyla ödediler. Saddam’ın 1990’ların başında Irak’ın kuzeyindeki Kürtleri kitlesel olarak bombaladığını ve gazla zehirlediğini hala hatırlıyor muyuz? Daha yakın zamanda, IŞİD Suriye ve Irak’ın büyük bölümüne hakim olduğunda, Türkiye iyi planlanmış bir askeri-politik oyun oynadı, resmi olarak IŞİD’le savaştı ama gerçekte IŞİD’le savaşan Kürtleri etkili bir şekilde bombaladı. Kürt güçlerinin – Peşmerge, ‘ölümün önünde durmak’ – önemli bir kısmının keskin nişancı olarak efsanevi bir statüye ulaşan kadınlardan oluşmasına şaşırmalı mıyız?
ROJAVA GÜNÜMÜZ JEOPOLİTİK KARMAŞASINDA EŞSİZ BİR YER
Son on yıllarda Kürtlerin toplumsal yaşamlarını organize etme becerileri neredeyse kesin deneysel koşullarda test edildi. Etraflarındaki devletlerin çatışmalarının dışında özgürce nefes alabilecekleri bir alan verildiği anda dünyayı şaşırttılar. Saddam’ın devrilmesinden sonra Kuzey Irak’taki Kürt bölgesi (Federe Kürdistan Bölgesi), iyi işleyen kurumlara ve hatta Avrupa’ya düzenli uçuşlara sahip Irak’ın tek güvenli bölgesi haline geldi. Suriye’nin kuzeyinde, Rojava merkezli Kürt yerleşim bölgesi, günümüzün jeopolitik karmaşasında eşsiz bir yer. Kürtler, kendilerini her zaman tehdit eden büyük komşularından kurtulduklarında, kısa sürede gerçekten var olan ve iyi işleyen bir ütopya olarak tanımlanabilecek bir toplum inşa ettiler. Kendi mesleki ilgim açısından, Rojava’da gelişen entelektüel topluluğu fark ettim ve beni defalarca konferans vermeye davet ettiler ama bu planlar bölgedeki askeri gerilimler nedeniyle acımasızca kesintiye uğradı.
Ancak beni özellikle üzen, Kürtlerin de ABD’nin askeri korumasına güvenmek zorunda kalmasından rahatsız olan bazı ‘solcu’ meslektaşlarımın tepkisiydi – Türkiye, Suriye iç savaşı, Irak karmaşası ve İran arasındaki gerilime yakalanmışken ne yapmalıydılar? Başka bir seçenekleri var mıydı? Anti-emperyalist dayanışma sunağında kendilerini feda mı etmeliydiler?
AVRUPA YÜZÜNÜ KÜRTLERDEN ÇEVİRİRSE KENDİSİNE İHANET EDER
İşte bu yüzden Kürtlerin direnişine tam destek vermek ve Batılı güçlerin onlarla oynadığı kirli oyunları şiddetle kınamak bizim görevimizdir. Etraflarındaki egemen devletler yavaş yavaş yeni bir barbarlığa sürüklenirken, Kürtler tek umut ışığıdır. Ve bu mücadele sadece Kürtlerle ilgili değil, kendimizle ilgili, ne tür bir küresel yeni düzenin ortaya çıkmakta olduğuyla ilgili. Eğer Kürtler terk edilirse, Avrupa’nın özgürleşme mirasının en değerli parçasına yer olmayan bir yeni düzen ortaya çıkacaktır. Eğer Avrupa yüzünü Kürtlerden çevirirse, kendisine ihanet etmiş olur. Kürtlere ihanet eden Avrupa ise gerçek Avrupalı olacaktır!
ÖCALAN BİR KÜRT MANDELASI
Bu nedenle Abdullah Öcalan’ın bir Kürt Nelson Mandela’sından başka bir şey olmadığı sonucuna varmak gerekir: PKK’nin kendini feshetmesi önerisi, barış mücadelesine katılmanın özgün ve cesur bir eylemidir. Onun dışında, en azından yirmi yıldır İsrail hapishanesinde yatan Filistinli Mandela Mervan Barguti’den de bahsetmek gerekir. PKK’nin kendini feshetmesinden ne çıkacağı Türk hükümetine bağlı – bu teklifi samimi bir karşı jestle kucaklayacak mı? Bu konuda Türkiye üzerinde güçlü bir uluslararası baskıya acilen ihtiyaç vardır ve bu baskıya katılmak hepimizin görevidir.”