Barış yalnızca silahların susması değil; eşitlik, özgürlük ve adaletin ortak diliyle kurulmuş yeni bir yaşam vaadidir. Türkiye’nin en yakıcı iki toplumsal hattı—Kürt halkının eşit yurttaşlık talebi ve kadınların yaşam hakkı mücadelesi—bugün aynı potada buluşuyor. On yıllardır süren savaşın, kayıpların, bastırılan kimliklerin ve görmezden gelinen cinsiyet eşitsizliğinin ardından, toplumsal barışın inşası kadınların sesinde ve direncinde yankılanıyor.
PKK’nin silah bırakma törenine EHP’li Sosyalist Kadınlar adına katılan Esin İzel Uysal, bu tarihi anda yalnızca bir gözlemci değil, bir söz ve eylem taşıyıcısı olarak yer aldı. Törende açıklamayı yapan Besê Hozat’ın varlığı, kadınların yıllardır süren eşitlik mücadelesinin tanındığı ve merkezine alındığı bir politik duruşun ifadesi olarak büyük yankı uyandırdı.
NuMedya24’ten Ezo Özer’in sorularını yanıtlayan Uysal, barışın kadınlar açısından ne ifade ettiğini, demokrasi mücadelesinin neden kadınların mücadelesiyle iç içe geçtiğini ve bu sürecin yalnızca bir silah bırakma töreni değil, kadınlar için de yeni bir eşitlik zemini anlamına geldiğini çarpıcı örneklerle anlatıyor.
*On yıllardır on binlerce insanın yaşamını yitirdiği bir sürecin kapanış adımı bir kadın tarafından atıldı. PKK’nin silah yakma törenine EHP’li Sosyalist Kadınlar adına katıldınız. Neler hissettiniz?
Bu mesele, farklı sorunlara bütünlüklü bir perspektifle bakma meselesi. Kürt hareketinin yıllardır savunduğu yaklaşım da tam olarak bu: Sadece bir barış talebinden ibaret olmayan, demokratikleşmeyi, eşit yurttaşlığı, toplumsal özgürlüğü kapsayan bir perspektif. Barış ve Demokratik Toplum Grubu da aslında sadece bir “barış heyeti” değil; çok daha geniş, politik ve ilkesel bir hattı temsil ediyor. Kürt hareketi, kadınların yaşadığı eşitsizliklere de doğrudan işaret eden, bu konuda net politik hedefleri olan bir hareket. Dolayısıyla bu sürece dair yapılan açıklamanın bir kadın tarafından yapılması tesadüfi değil; tam da bu yaklaşımın bir yansıması. Kadınların mücadelesini gören, merkeze alan bir politik duruşun göstergesi.
Besê Hozat’ın törende açıklamayı yapması, sembolik bir jestin ötesinde çok güçlü bir mesajdı. Bu, kadınlara güç veren bir yerde duruyor ve aynı zamanda verilen mücadelenin tanındığını gösteriyor. O törende hissettiğimiz şey yalnızca bir sürecin kapanışı değil, aynı zamanda tarihsel bir an ve toplumsal eşitlik mücadelesi açısından derin bir simgeydi. Bu tür adımlar, farklı mücadele alanlarının nasıl iç içe geçtiğini ve bir araya gelerek güçlendiğini gösteriyor. Çünkü biz biliyoruz ki kadın özgürlüğü, demokrasi ve barış birbirinden kopuk değil; hepsi aynı bütünün parçaları.
*Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun raporuna göre 2025 yılının ilk 6 ayında erkekler tarafından 136 kadın öldürüldü, 145 kadın şüpheli şekilde ölü bulundu. Yaşam hakkının çokça konuşulduğu bugünlerde kadınlar hayatlarını nasıl koruyacak?
136 kadın bugün hayatta olabilirdi. Ancak kadın cinayetlerinin durmamasının, şiddetin devam etmesinin en önemli nedeni siyasi iktidarın tutumudur. Elbette bu sorun köklü bir toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanıyor, ancak alınabilecek önlemler, atılması gereken adımlar var.
Birinci adım: 6284 sayılı Kanun’un etkin uygulanması. Tam adıyla Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun olan 6284 uygulanırsa kadınların hayatta kalabileceğini biliyoruz. Oysa son 6 ayda, yalnızca bildiğimiz kadarıyla 9 kadın, koruma ve tedbir kararı olmasına rağmen öldürüldü. Devlet “seni koruyacağım” diyor, ancak kadınlar yine de öldürülüyor.
Buna paralel olarak 6284 sayılı kanuna yönelik sürekli siyasi bir saldırıya da şahitlik ediyoruz. Meclis kürsülerinden “içeriğini boşaltacağız”, “zararlı maddeleri ayıklayacağız” deniliyor. Erkekleri mağdur ettiği, kadınların manipüle ettiği gibi söylemler, uygulama aşamasında ciddi sorunlar yaratıyor. Ayşe Tokyaz bunun en acı örneklerinden biri. Kardeşi defalarca karakola gidip şikâyetçi oluyor. Çok açık ihbarlar yapılmasına rağmen dikkate alınmıyor, kadınlar karakoldan evlerine geri gönderiliyor.
6284 yalnızca uzaklaştırma kararını değil, gerekirse kadınlara yeni kimlik ve yeni bir hayat sağlayacak tedbirleri de içeriyor. Buna rağmen en hafif önlemler uygulanıyor. Karar süreleri kısaltılmış durumda, genellikle sadece 15 günle sınırlı. Süreler uzatılmıyor, tedbir ihlallerinde verilmesi gereken tazyik hapsi kararları erteleniyor. Mahkemeler duruşma günü veriyor, ancak failler duruşmayı beklemiyor. Hülya Şellavcı böyle öldürüldü: Tedbir ihlali bildirildi, mahkeme duruşma günü verdi ama o gün gelmeden Hülya hayatını kaybetti. 6284, kadın örgütleriyle birlikte hazırlanmış, çok kapsamlı bir yasadır. Ancak siyasi iktidar uygulama iradesi göstermediği için görevli merciler sorumluluklarını yerine getirmiyor.
İkinci adım: Aile odaklı politikalardan vazgeçilmesi. Son 6 ayda öldürülen 136 kadının büyük çoğunluğu aile ilişkisi olan erkekler tarafından ve evlerinde öldürüldü. Bu veriler, aile odaklı politikaların şiddeti durdurmadığını açıkça gösteriyor.
Üçüncü adım: Cezasızlık politikasına son verilmesi. İfadesi alınıp serbest bırakılan failler, etkin yürütülmeyen soruşturmalar, “delil yok” denilerek verilen beraat kararları potansiyel faillere cesaret veriyor. Kadınların meşru müdafaa hakkı bile görmezden geliniyor.
*Toplumda eşit yurttaşlığın yanı sıra eşit cinsiyet nasıl tesis edilebilir?
Kadın cinayetleri yalnızca şiddetle ilgili değil; kadınlar toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin farklı yüzleriyle her gün karşı karşıya. Bu nedenle köklü, kadınları güçlendiren politikalara ihtiyaç var. Örneğin kadın istihdamını artıracak politikalar hayati öneme sahip. İBB’nin açtığı kreşlerin kapatılması tartışması bununla ilgili. Kreşler kadınların bakım yükünü hafifletir, kamusal hayatın içinde kalmasını sağlar. Yaşlı ve hasta bakımının kamusal hizmet olarak sunulması da aynı şekilde. Ancak bunların hiçbirinin yeterince yapılmadığını görüyoruz.
İstanbul Sözleşmesi de tam olarak bu politikaları işaret ediyor. Bu nedenle sözleşmeden çekilmek kadınları şiddet karşısında yalnız bırakmak anlamına geldi. Sözleşmenin uygulanması, kadın cinayetlerinin durdurulması ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kökten ortadan kaldırılması için bir zorunluluktu. Kanunların varlığı tek başına yeterli değil, ancak yokluğu çok daha büyük bir tehdit. İstanbul Sözleşmesi’nden çekildikten sonra kadınların barolara, kadın örgütlerine başvurularında gördük ki, kadınlar artık kendilerini hiç güvende hissetmiyor. “Başımıza ne geleceğini bilmiyoruz” diyorlar. Çünkü failler, devletin bu tutumundan daha da güç alıyor.
*Barış ve Demokratik Toplum süreci kadınlar açısından ne ifade ediyor?
Kürt sorunu çok köklü bir sorun, yüzyılların sorunu. Kadınlar açısından elbette ki derin etkileri var. Ancak bu sorunun çözülmesi, öncelikle dilini konuşamayan, ana dilde eğitim hakkından mahrum bırakılan ve çok çeşitli ayrımcılıklara maruz kalan Kürt halkının eşit yurttaşlık hakkının kabul edilmesi anlamına gelir. Artık inkâr edilmeyen, tanınan bir eşitlikten söz ediyoruz. Bu açıdan atılacak her adım çok önemlidir. Bu sürecin olumlu bir şekilde sonuçlanması için her şeyin yapılması hayati önemdedir. Çünkü bir yandan kadın cinayetlerini konuşuyoruz; bu, bu toplumun en büyük sorunlarından biri. Ama Kürt sorunu da aynı derecede yakıcı bir sorun. Üstelik bu mesele, “azınlık” söylemleriyle küçültülemeyecek bir konu. Yüzyıllardır bu topraklarda yaşayan ve köklü bir eşitsizliğe maruz kalan bir halktan söz ediyoruz. Bu nedenle gerçekleri görmek ve barış yönünde atılan tüm adımları desteklemek çok değerlidir.
Kürt sorununun çözümü, demokrasi için çok kritik bir adımdır. Bu, yalnızca Kürt halkı için değil, Türkiye’de yaşayan herkes için nefes almak anlamına gelir. Çünkü bugün tüm muhalefet ağır bir baskı altındayken, barış süreci demokratik alanı genişletecek bir gelişmedir. Yakın dönemde yaşananlara bakarsak, barışın konuşulmaya başlanmasının ardından İmamoğlu’nun gözaltına alınması ve tutuklanmasıyla çok büyük eylemler gerçekleşti. Bunlar arasında bir bağ olduğunu görmek gerekir. Benzer bir tabloyu 2015 seçimlerinde de gördük; çözüm sürecinin ardından AKP’nin tek başına iktidar olamaması, toplumun özgüven kazanmasıyla doğrudan ilişkiliydi. Barış, demokratik alanı genişletir ve bu çok önemlidir.
Savaş dönemleri, kriz dönemleri, hangi toplumsal sorun olursa olsun, kadınlar bu sorunların etkisini daha ağır yaşıyor. Çünkü eşitsizlik ve ayrımcılık, kriz dönemlerinde katmerlenerek kadınları daha çok vuruyor. Bu nedenle barışın sağlanması, demokratik koşulların güçlenmesi, kadınların eşitlik mücadelesinde de yeni kapılar açacaktır. Unutmayalım ki kadın cinayetleri, şiddet, ayrımcılık… bunların tümü aslında bir demokrasi sorunu. Dolayısıyla demokrasi güçlendikçe bu sorunların çözümüne de daha çok yaklaşacağız. Nitekim 6284 sayılı Kanun’un kabul edildiği veya İstanbul Sözleşmesi’nin imzalandığı dönemlere bakarsak, bunlar iktidarın demokrasi yönünde adımlar attığı, “evrensel ilkeler benimdir, çok seslilik önemlidir” dediği zamanlarda gerçekleşti. Yani demokratikleşme, kadın hakları açısından doğrudan bir kazanım alanı yaratıyor.
Sonuç olarak bu süreç yalnızca Kürtlerin değil, bütün muhalefetin önünü açacak. Kadınların mücadelesini de önünü çok açacak. Çünkü yıllardır Kürtler eşit yurttaşlık ve yaşam hakkı mücadelesi verirken, kadınlar da eşit cinsiyet ve yaşam hakkı mücadelesi veriyor. Demokrasi mücadelesi bu iki hattı birleştiren en güçlü zemin olacaktır.
*Eşitlik ve yaşam hakkı mücadelesi veren kadınlar bu süreçte nasıl yer almalı?
Feminizmi tarif ederken ve kadınların kurtuluşunu konuşurken şunu net biçimde söylüyoruz: Bu mücadele, yalnızca kadınların kendi yaşadığı sorunlara indirgenerek yürütülemez. Kadın olmanın getirdiği eşitsizlikler elbette var, ancak bunun ötesinde farklı ezme-ezilme ilişkileriyle yüzleşmek ve farklı mücadele alanlarıyla bağ kurmak zorundayız.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Genç Feminist Federasyonu olarak Ayşe Tokyaz için Kadıköy’de bir eylem yaptık. Bu eyleme Cumartesi Anneleri’nden Hanife Yıldız da katıldı. Bu çok anlamlı bir durum. Çünkü o, farklı bir mücadele hattından, kayıp yakınları hareketinden geliyor. Ama bağ kurarak oradaydı. “Ben kendi çocuğumun acısını yaşadım ve bunun ne demek olduğunu biliyorum” diyerek geldi. İşte bu dayanışma çok önemli. Bizim de yapmamız gereken bu: Mücadeleleri yan yana getirmek, ortaklaştırmak. Kürt sorununun çözümü için de aynı bakış açısına ihtiyaç var. Kadınların kurtuluşu, bu meseleye de kulak vermekten, birlikte toplumsal bir zemin yaratmaktan geçiyor.
Kadın hareketi olarak burada çok önemli bir deneyime sahibiz. Biz derdimizi topluma anlatma konusunda yıllardır ciddi bir mücadele yürüttük. Bugün bir kadın cinayeti olduğunda toplum ayağa kalkıyor, davalar sahipleniliyor, meydanlar doluyor. Ama bu her zaman böyle değildi. Yıllar önce “kadın cinayeti” kavramı bile yoktu. Devlet “töre cinayeti” der geçerdi. Toplumda da bu farkındalık yoktu. Bugün geldiğimiz noktada ise tablo bambaşka. Artık herkes kadın cinayetinin ne olduğunu biliyor. Şüpheli kadın ölümlerinin ne demek olduğunu biliyor. Sokakta çevirdiğiniz herhangi bir kadına sorun, İstanbul Sözleşmesi’ni ya da 6284’ü anlatır. İktidarın “toplumda karşılığı yok” dediği şeyler aslında toplumda çok güçlü bir karşılık bulmuş durumda. Bu, kadın hareketinin verdiği mücadelenin, sokakta, medyada, adliyelerde verdiğimiz emeğin sonucudur. Sorunlarımızın sahiplenildiğini ve çözüm yollarının toplum tarafından da benimsenip savunulduğunu gösteriyor.
Bu çok değerli bir politik deneyim. Bu deneyim, örgütlü bir mücadelenin, ısrarlı bir çabanın, politik hedefler doğrultusunda yürütülen uzun soluklu bir emeğin sonucu. Şimdi bu deneyimi başka alanlarla buluşturmak gerekiyor. Barışı toplumsallaştırmak için kadın hareketi olarak kendi yolculuğumuza dönüp bakmalıyız. Başardıklarımızı üzerine koyarak ilerlemeli, eksiklerimizi tamamlamalı ve diğer mücadele alanlarının deneyimleriyle birleşmeliyiz. Böyle yaptığımızda, barış da bu topraklara mutlaka gelecek.