BIG_TP
Bluesky Social Icon
Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Cumhuriyet eliti, devlet aklı ve Kürt nefretinde süreklilik

Cumhuriyet eliti, devlet aklı ve Kürt nefretinde süreklilik

Sedat ULUGANA

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrolarının sosyolojik bileşimi incelendiğinde belirgin bir Rumeli merkezliliği göze çarpar. Mustafa Kemal’den başlayarak, silah arkadaşlarının büyük bir bölümünün Selanik, Manastır, Üsküp ve çevresinde şekillenmiş askerî-bürokratik çevrelerden gelmesi; İttihat ve Terakki’nin Rumeli’de kurumsallaşmış olması ve modern devlet fikrinin bu coğrafyada deneyimlenmesi, Cumhuriyeti şekillendiren  temel unsurlardır.

Bu elitin siyasal formasyonu, Osmanlı imparatorluğun çözülme döneminde yaşanan toprak kaybı, göç, demografik çöküş ve “azınlık ihanetleri” anlatısı üzerinden şekillenmiştir. Osmanlı Balkanında yaşanan bu çözülme bir askerî yenilgiden ziyade çok-kimlikli bir siyasal düzenin iflası olarak kodlanmış, bu iflasın sorumluluğu ise çoğu zaman “iç düşmanlar”a atfedilmiştir. Cumhuriyet’in kurucu aklı, bu nedenle çoğulculuğu bir zenginlik değil, bir güvenlik riski olarak algılamıştır.

Rumeli Eliti ve Homojen Ulus Projesi

1923 sonrası Cumhuriyet rejimi, Osmanlı’dan devralınan muhtelif aidiyetleri tasfiye etmeyi hedefleyen radikal bir ulus-devlet mühendisliği programı yürütmüştür. Bu programın yürütücüsü olan Rumeli menşeli asker-sivil elit, homojenliği yalnızca kültürel bir ideal olarak değil, devletin bekası için bir zaruriyet olarak görmüştür. Bu bağlamda Kürt meselesi, doğal bir halksal talepler bütünü olmaktan ziyade, doğrudan yeni rejimin güvenliği ile ilişkilendirilmiştir ve “tehlike” olarak addedilmiştir.

1921–1938 arası dönem, bu zihniyetin kolektif şiddeti en çıplak biçimde uygulandığı bir zaman aralığıdır. Koçgiri, Şeyh Said, Mutki, Ağrı, Zilan ve Dersim kırımları, birbirinden kopuk katliamlar değil; merkezî devletin, Kürt coğrafyasını askerî, idari ve demografik olarak yeniden düzenleme projesinin kanlı halkalarıdır. Binlerce Kürdün öldürülmesi, on binlercesinin sürgün edilmesi ve Kürt kimliğinin kamusal alandan sistematik biçimde silinmesi, bu elitin gözünde bir “şiddet süreci” değil, “olması gereken” kamusal  hamlelerdir.

Burada dikkat çekici olan husus, Kürtlere yönelik şiddetin kişisel nefretlerden ziyade, kurumsallaşmış bir aklın ürünü olmasıdır. Rumeli’de kaybedilen topraklar, Anadolu’da “bir daha kaybedilmemesi gereken” alanlar olarak tahayyül edilmiş; Kürtler ise bu alanın homojenleştirilmesinde en büyük engel unsur olarak görülmüştür. Bütün bu süreçte Türklük adına şiddet uygulayan Rumeli menşeli Cumhuriyet elitinin, Anadolu Türklüğünü baskı altında tuttuğunu da unutmamak gerekir.

Demokrat Parti: Anadolu’nun Siyasete Girişi

1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelişi, yalnızca bir iktidar değişimi değil; Türkiye siyasal elit yapısında ciddi bir sosyolojik ve siyasal kırılmadır. Adnan Menderes şahsında temsil edilen Demokrat Parti (DP), Rumeli kökenli asker-bürokratik elitin tekelini kırarak, Anadolu eşrafını, taşra burjuvazisini siyasal merkeze, Ankara’ya taşımıştır. Bu yönüyle DP aslında “Anadolu Türkü’nün sahaya çıkışı”dır.

Ancak bu kırılma, maalesef Kürt meselesinde köklü bir zihniyet dönüşümüne yol açmadı. Çünkü Kürt karşıtı güvenlikçi refleks, artık yalnızca Rumeli elitine ait olmaktan çıkmış; devletin kurumsal hafızasına yerleşmişti. Adalet Partisi ve devamındaki merkez sağ, Anadolu’ya yaslansa da Kürt meselesini çoğunlukla aynı güvenlikçi çerçevede ele aldı.

Günümüzde Irkçılığın Coğrafyası: Bursa, Sakarya ve Göçmen Hafızası

Son olarak Leyla Zana’ya yönelik ağır cinsiyetçi ve ırkçı saldırı örneğinde de görüldüğü gibi Türkiye’de Kürtlere yönelik toplumsal ırkçılığın özellikle Bursa, Sakarya, İzmit gibi bölgelerde görünür hâle gelmesi tesadüf değildir. Bu bölgelerdeki göçmen topluluklar içindeki kimi gruplar Rumeli ve Kafkasya menşeli kurucu elitin tekçi mirasına sadakat ile bağlı oldukları bir kimlik taşırlar. Bu kimlik, çoğu zaman devlete mutlak bağlılığı öngörür.  “yerli” ya da “farklı” olanlara karşı teorik ve fiziksel şiddet uygulamayı bir “görev” olarak görür.

Bu anlamda onlar için Kürt nefreti, yalnızca bir etnik önyargı mahsulü değil; tarihsel bir travma aktarımıdır. Ez cümle Leyla Zana’ya dönük nefret söylemi basit bir önyargı değil, devlet merkezli bir tarih anlatısının ve travmatik hafızanın topluma sirayet etmiş biçimidir. Dolayısıyla Kürt meselesinde gerçekçi çözüm yalnızca güncel siyasetin değil, Cumhuriyet’in kurucu sosyolojisinin ve onun ürettiği devlet aklının da eleştirel biçimde sorgulanmasını zorunlu kılmaktadır. Bu sorgulama yapılmadıkça, nefretin coğrafyası değişse bile nefretin objesi değişmeyecektir.

Benzer Haberler

Öcalan’dan yeni yıl mesajı: “Pozitif devrim” vurgusu |

"10 Mart Mutabakatı’nın uygulanması süreci hızlandıracak"

Ankara ve İstanbul’da IŞİD operasyonu |

132 kişi hakkında gözaltı kararı

Yine gıda zehirlenmesi vakası I

26 öğrenci hastaneye başvurdu

Sedat Ulugana yazdı |

Cumhuriyet eliti, devlet aklı ve Kürt nefretinde süreklilik

Yeni yıl mesajı yayınlanacak |

Öcalan süreç için hangi mesajı verecek, DSG için ne diyecek?

Özel’den “süreç” açıklaması:

Demokratikleşme olmadan Kürt sorunu çözülemez

Özgür Özel’den Roboski mesajı |

Bu katliam Türkiye’nin yakın tarihinde bir utanç olarak duruyor