Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Ebru Günay yazdı |

Kürdün hukuku ne olacak?

Ebru Günay yazdı |
Ebru GÜNAY

Dünyada ve Ortadoğu’da her gün yeni gelişmelerin yaşandığı günlerden geçiyoruz. Ortadoğu’daki gelişmelerin merkezinde elbette ki Kürt sorununun demokratik çözümü ve Kürtlerin statü taleplerine yaklaşımın belirleyici olduğunun hepimiz farkındayız.

Bu gelişmelerin ana odağında Suriye’deki gelişmeler olduğu kadar, Türkiye’deki barış ve demokratik toplum süreci de belirleyen başat etmenlerden biridir. Barış ve demokratik toplum sürecine dair çok yoğun tartışmalar yaşanıyor. Sürecin önemli eşiklerinden biri, Meclis Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun kurulmasıydı. Bu durum, Kürt sorununun demokratik çözümünün parlamento zeminine taşınması ve daha önemlisi “umut hakkı” başta olmak üzere birçok yasal düzenlemenin yapılacağına dair umutların artmasına neden oldu. Ancak komisyonun henüz dinleme aşamasından öteye geçememiş olması, hukuksal zemine dair kafalardaki soru işaretlerini artırıyor.

Tarihsel olarak Kürt sorununun demokratik çözümünde ve de çözümsüzlüğünde “Kürdün hukuku ne olacak?” sorusuna cevap arayışları belirleyici olmuştur.

Öcalan’ın bu süreçte yaptığı bütün önemli çağrı ve açıklamalarda dile getirilen hukuksal ve demokratik haklar çağrısı, aslında sürecin ruhunu özetliyor. Nitekim 1999’dan bugüne İmralı tecrit sistemi, Türkiye hukuk sisteminde hep negatif ve keyfi hukuk anlayışının kurucu mekânı olarak var ola gelmiştir. Bütün hak kısıtlamalarının, hukuksuzluğun ilk uygulandığı, toplumda hukuksuzluklara rıza oluşturulan bir alan oldu İmralı.

Bu hukuksuz uygulamaların en büyüğü elbette ki ağırlaştırılmış müebbet cezanın infaz rejimidir. 2005 yasaları ile gündeme gelen ve tamamen İmralı Adası’nda Öcalan’ın tecrit koşulları hesaplanarak oluşturulmuş bir infaz rejimiydi ve birçok politik mahpusun da bundan etkilendiği bir düzenleme olarak infaz hukuku rejiminde yerini aldı. Kuşkusuz birçok örnek verilebilir ama en ağır olanı infaz rejimi oldu.

Süreç boyunca Öcalan’ın bütün açıklamalarında “hukuki güvence” hatırlatması hep oldu. Esasında detay gibi gözükse de açıklamalarının ana ekseni buydu. Zira kalıcı barışın, hukukun güçlü adımlarıyla olacağının farkındaydı. 27 Şubat Deklarasyonu’nda sevgili Sırrı Süreyya’nın sözlü olarak aktardığı “demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınması” ve yine videolu mesajında dile gelen “demokratik siyaset stratejisi” ve “bütüncül hukuk” ifadeleri, herkes için ve özelde de Kürtler için demokratik siyaset ve demokratik, eşit bir hukuk çağrısı anlamına geliyordu. Elbette İmralı’da geçirdiği süreç içerisinde ve videolu mesajındaki “eşit yurttaşlık” vurgusu ve mücadelesi, tüm toplumun beklentilerinin özetiydi. Belki de hukukun kaybedildiği yerde aranması arayışıydı.

Bugün geldiğimiz noktada asıl mesele, bu ülkenin hukukunun gerçekten herkesi kapsayıp kapsamadığıdır. Kürt sorunu bağlamında defalarca sorulmuş olan “Kürdün hukuku ne olacak?” sorusu hâlâ masadadır. Bu soruya verilmeden geçilen her cevap, aslında hukukun toplumla bağının daha da kopmasına yol açıyor.

Süreçle beraber Öcalan üzerinden gündeme gelse de, özünde “umut hakkı” dediğimiz şey yalnızca cezaevinde ömür boyu tutulanların değil, hepimizin hakkıdır. Geleceği tasavvur edebilmek, barışın mümkün olduğuna inanabilmek, çocuklarımızın savaşsız bir ülkede yaşayacağına dair güven duymak… İşte toplumun ortak umut hakkı budur. Eğer hukuk bu umudu korumuyorsa, toplumsal barışın zemini de giderek zayıflar.

Kuşkusuz İmralı’daki özel hukuk düzeni, Türkiye hukuk sisteminin kırılma noktasıdır. Orada uygulanan keyfilik zamanla bütün topluma yayılmış, sıradanlaşmıştır. Bugün farklı kesimlerin hukuksuzluklardan yakınmasının arka planında bu “özel İmralı rejimi” vardır. Çözümün yolu ise hukuku yeniden evrensel ilkelerine kavuşturmaktan geçiyor. Bunun mekânı da elbette parlamentodur.

Parlamento bu noktada ya tarihe not düşecek cesur bir rol üstlenecek ya da bir dinleme salonundan öteye geçemeyecektir. Parlamento kalıcı barış ve demokratik hukuk için adımlar atıp topluma umut olacak ya da bugüne kadar devam ettiği gibi güvenlikçi politikalarla şekillenen hukuk dışılıkları görmemeye devam edecektir. Oysa toplumun beklentisi açıktır: Hukuksal çözüm, umut hakkının tanınması ve demokratik bir anayasa. Bunlar olmadan ne barış süreci gerçek anlamda kalıcı hale gelir ne de demokratik toplum fikri güçlenir.

Sonuçta hukuku yeniden inşa etmek demek, aynı zamanda toplumsal umudu inşa etmektir. Umut hakkının güvence altına alınmadığı bir yerde hiçbir siyasal proje kalıcı olamaz. Unutmayalım ki bugün hukukla tartıştığımız şey, aslında yarının barışıdır.

Benzer Haberler