Gelinen düzlemde, “sen”- “ben” kavgası anlamsızdır. Anayasa hazırlanacak, yasal düzenlemeler yapılacak… Meclis atılan tarihi adımlara denk tarihi roller, misyonlar üstlenecek. “Dönüşüm ve tamamlanma” sürecinde, meclis içinde, dışında bütün politik partiler, sivil toplum örgütleri, bilim insanları, aydınlar, sanatçılar, toplumun her kesimi sorumluluk alacak ve bu adımları birlikte atacağız. Meclis komisyonunu birlikte kuracağız, yasaları birlikte çıkaracağız, herkes buna kendi üslubu, itikadi ve gücü oranında katılacak ve ilerleyecek bu süreç.
N. Mehmet GÜLER
Öcalan 23 Ekim 2024’de “Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” dedi.
Ve süreci, altı ay gibi kısa bir süre içerisinde, hukuki ve siyasi zemine taşıdı. Bu ancak bir “mucize” olarak tanımlanabilir. Benzer sorunların çözümünde, özellikle silahların susturulması, kalıcı olarak çatışma ve şiddet ortamına son verilmesi zahmetli, meşakkatli bir yol izlenerek başarılmıştır.
Çatışmalı bölgelerde sorunların diyalog ve görüşmelerle çözülmesi doksanlı yıllarda başladı. Çünkü soğuk savaş döneminde karşılıklı konumlanan bloklar bütün düzlemlerde sorunları çözmeyi değil, kendi pozisyonlarına uygun manipüle etmeyi, kullanmayı tercih etmişlerdir. Endonezya-GAM, El Salvador- Farabundo Marti, Britanya-IRA, İspanya-ETA, Filipinler- MUKC çatışmalarının çözüm süreçlerinde,” silah bırakma” konusunda zengin deneyimlerle karşılaşıyoruz. ETA, istisnai bir davranışla silahları kendi kararıyla bırakmıştır.
Türkiye-PKK çatışması, sorunun mahiyeti, uluslararası boyutları, etkilediği sosyolojik yapı, süresi, şiddeti ve yoğunluğu bakımından saydığım örneklerle benzer ve farklı özellikler gösterir. Dünyada ve bölgemizde siyasi fay hatlarının hareketi olduğu, tehlikeler ve risklerle dolu bu geçiş döneminde, elli yıllık Kürt isyanının öncüsü PKK, Öcalan’ın çağrısıyla silah bırakma ve kendini feshetme kararı aldı. Bu tarihi bir fırsattan öte tekrar belirtmeliyim ki, bir “mucize” gibidir.
Durumu gerçekten anlamaya çalışanlar vardır ama çok azdır. Özellikle kendini “sosyalist sol” olarak tanımlayan kesimler ve “sosyal demokratlar” temkinli, rahatsız, öfkeli ve karşıt gibi geniş bir yelpazede direnç gösteriyorlar. Bunda “egemen ulus şovenizmi”, inkâr edilse de önemli bir sebeptir. Yine diğer bir neden; kendisini devletin sahibi gören, bütün kusurlarıyla birlikte, devleti sahiplenen “seküler” odakların “devleti ele geçirme” çabasını “devrim” olarak yutturma çabasıdır.
Şöyle bir paradoks var ortada: Neredeyse herkes “tarihi bir süreç“olarak tanımlasa da işin esasını anlamak, anlamlandırmak, bulunduğu konumdan, pozisyondan hareketle ülkenin şiddetten arınmasına, demokratikleşmesine, bireysel ve kolektif kimliklerin özgürleşmemesine, kendi yaşamlarını, geleceklerini belirlemesine katkı sunmak yerine, olabildiğince yüksek sesle karşılarını bastırma gayreti egemen. Her gelişmeden sonra “karşıt cephelerden” ortak sloganları duyuyoruz: “adım at”, “önce senin ki atsın”…
Ortada ilginç bir kavga var: “Diline dikkat et!”, “Asıl sen dikkat et”…
Süreklileştirmeye çalışılan karşıtlık kültürü, tarzı ve gerilim atmosferi hakim.
Oysa bütün deneyimlerde, silahların bırakılması aşamasına endekslenen karşılıklı müzakere ve pazarlık usulüyle adamlar atılarak, “düğmeler iliklenerek” ilerlenmiştir. “Mucize” dediğim budur. Öcalan bu alışkanlığı, ezberi yerle bir etti. Bir anda sorunu şiddet ve çatışma zemininden, hukuki ve siyasi zemine taşıdı. Silahların susturulmasına ilişkin alınan tarihi kararların bağlandığı mekanizmaları, süreçleri ve sonrasını hazırlayan ve yöneten kendisidir. Başka türlü selamete erdirecek, alternatif bir güç ve kudret yoktur. Öcalan’ın önderlik tarzını bilenler için bu çok açıktır.
Gelinen düzlemde, “sen”- “ben” kavgası anlamsızdır. Anayasa hazırlanacak, yasal düzenlemeler yapılacak… Meclis atılan tarihi adımlara denk tarihi roller, misyonlar üstlenecek. “Dönüşüm ve tamamlanma” sürecinde, meclis içinde, dışında bütün politik partiler, sivil toplum örgütleri, bilim insanları, aydınlar, sanatçılar, toplumun her kesimi sorumluluk alacak ve bu adımları birlikte atacağız. Meclis komisyonunu birlikte kuracağız, yasaları birlikte çıkaracağız, herkes buna kendi üslubu, itikadi ve gücü oranında katılacak ve ilerleyecek bu süreç.
Siyasi tarihi, toplum yönetimini bireyler üzerinden okumak doğu sonuçlar vermez. Ülkemizin sorunlarına ve mevcut tablosuna sistemsel baktığımızda; parçaları yanlış yerleştirilmiş, bazı uzuvları eksik, sakat, yarım, yetersiz kalmış sosyopolitik yaşamınıve daha sonra hayatının bütün diğer alanlarını yenileyecek, tamamlayacak bir çalışma yapıyoruz. Ülkede demokratik mekanizmaların anayasal, yasal düzlemde kurumsallaşması, ülkeyi mevcut durumda kimin yönettiğinden çok daha önemlidir.
Bölgesel değişimlerden dengelerden medet ummak oyalanmak, “zaman kazanmaya” çalışmak sayfasını kesin olarak geride bırakmak gerekiyor.
“Stratejik çözüm, barış ve dostluk”; kazandıracak olan ilke budur. Buna ne kadar erken inanır ve gereklerini yaparsak, bu tehlikeli iklimden o denli hızlı çıkarız.
Türkiye’nin, bölge ve yeni dünya sisteminde yerini doğru belirlemesi, bu fırtınadan yenilenerek, demokratikleşerek ve güçlenerek çıkması, Kürtlerle kuracağı “taktik” ilişki ve” ittifak”la değil, gerçek ve samimi “kardeşlik hukuku” ile mümkündür.