Barış aynı zamanda toplumsal uzlaşıya dayalı yeni bir yaşamın inşasıdır. Bu hedef doğrultusunda atılan en dikkat çekici adımlardan biri, Barış ve Demokratik Toplum Grubu’nun silah yakma töreniydi. Törene katılanlar arasında, uzun yıllardır hem insani yardım hem de diplomasi alanında aktif olan İHH İnsani Yardım Vakfı da yer aldı.
İnsan Hak ve Hürriyetleri ve İnsani Yardım Vakfı (İHH), yalnızca acil yardım çalışmalarıyla değil; arabuluculuk, diyalog geliştirme ve barış süreçlerine katkı sunan girişimleriyle de tanınıyor. Bu röportajda, İHH’nın Kürt sorunu özelindeki uzun yıllara yayılan faaliyetleri, bölge toplumlarıyla kurduğu diyalog ağı ve barışın toplumsallaşması için sivil toplumun üstlenmesi gereken rol üzerine kapsamlı değerlendirmeler yer alıyor.
İHH temsilcisi Vahdettin Kaygan Numedya24’ten Ezo Özer’e konuştu ve barış sürecinin başarısı için sahadaki sivil yapılar, dini ve etnik topluluklar ile halkların aktif katılımının ne denli belirleyici olduğunu anlattı.
*İnsani Yardım Vakfı İHH olarak bugüne dek Kürt sorunu ile ilgili hangi çalışmaları yaptınız?
Bizler çoğunlukla insani yardım çalışmalarımızla tanınsak da İHH sadece bu alanda değil, aynı zamanda diplomasi çalışmalarıyla da öne çıkan bir kurumdur. Örneğin, Bangsamoro’da uzun yıllardır devam eden barış sürecinde 3. gözlemci rolünü üstleniyoruz. Bunun yanı sıra Afganistan, Tayland Pattani, Libya gibi bölgelerde hem arabuluculuk hem de gözlemcilik görevleri üstlendik. 2013 yılında Suriye’de bulunan 57 İranlıya karşılık Suriye zindanlarında tutulan 2 bin 172 esirin serbest bırakılmasını sağlayarak, 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük esir takasını gerçekleştirdik. Bunun yanı sıra Suriye’de rejimin elinde bulunan birçok gazeteci ve aktivistin kurtarılmasına da aracılık ettik. Ayrıca insani yardım koridorlarının açılması ve insan haklarıyla ilgili çalışmalarda da aktif rol oynadık.
Kürt sorununa gelince, İHH olarak kurulduğumuz günden bu yana bu meseleye duyarsız kalmadık. Özellikle 2000’li yıllardan sonra, çeşitli zamanlarda bu konuya değindik. Biz her zaman bu meselenin temel insan hakları bağlamında, çatışmadan uzak ve diyalog yoluyla çözülmesi gerektiğini savunduk. Türkiye’de ilk teşkilatlanmamız ve insani yardım çalışmalarımıza başladığımız bölge Kürtlerin yaşadığı bölgedir. 2007 yılında Doğu ve Güneydoğu’nun sosyolojik gerçekliğini araştırarak verileri raporlaştırdık. Bu raporda bölgenin sosyal ve ekonomik boyutlarını da ele aldık. Yine bu çalışmanın sonuç raporunu da 2007 yılında basınla paylaştık.
2011-2013 yılları arasında teşkilatlarımızla birlikte Kürt meselesi alanında çeşitli toplantılar yaptık, basın açıklamaları düzenledik. 2015 yılında ise bu konuyu uluslararası bir sempozyumda ele aldık. Tüm bu çalışmalarımızla hedefimiz, barışın toplumsallaşmasını sağlamak ve sürecin kapsayıcı bir şekilde ilerlemesine katkı sunmaktı. 2015’ten sonra İHH Diplomasi Birimi olarak bu meseleye daha da yoğunlaştık. Bugüne kadar tüm Kürt şehirlerini defalarca ziyaret ederek bölgede her kesimden kanaat önderleri, akademisyenler ve siyasetçilerle görüştük. Yaptığımız bu görüşmeleri raporlaştırdık. Burada özellikle şunu vurgulamak isterim: Biz bu görüşmeleri yaparken hiçbir şekilde siyasi parti veya ideolojik ayrım gözetmedik. Tüm siyasi yapılarla, tüm dini gruplarla temas kurduk.
*Bu çalışmalar sadece Türkiye ile mi sınırlı kaldı?
Hayır. Kürt meselesinin sadece yerel bir mesele olmadığını görerek, komşu ülkelerdeki Kürt bölgelerinde de benzer çalışmalar yürüttük. Ayrıca Kazakistan ve Kırgızistan gibi ülkelerde yaşayan Kafkas Kürtleriyle de görüştük. Bunun yanı sıra Avrupa’da, özellikle İngiltere’de bu meseleyle yakından ilgilenen kişi ve kurumlarla da temaslarımız oldu. Bu süreçte çalıştaylar da yaptık. 2025 yılında biri Diyarbakır’da, diğeri İstanbul’da olmak üzere iki çalıştay düzenledik. Bu çalıştaylara farklı fikir ve ideolojilere sahip akademisyenler, yazarlar, aktivistler, siyasetçiler, mollalar, siyasi parti temsilcileri ve sivil toplum kuruluşları katıldı. Çalıştayların sonuç raporlarını da basınla paylaştık. Özellikle Diyarbakır’da yapılan çalıştay sonrası İHH Genel Başkanımız Bülent Yıldırım bir basın açıklaması yaparak bu sürece kurum olarak destek verdiğimizi ilan etti. Uzun süredir Kürt şehirlerinde yürüttüğümüz insani çalışmalarda Kürtçeyi de kullanıyoruz. Sosyal medya alanında da Türkçe, Arapça ve İngilizcenin yanı sıra Kürtçe resmi hesaplarımız var. Bu da konunun bizim için ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.
*Barış ve demokratik toplum sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biz, barışın kaybedeni ve savaşın kazananı olmadığına inanıyoruz. Dünyadaki barış süreci örneklerinde en son silahlar devreden çıkarılır. Ancak bu süreçte normalde en son atılan adım ilk baştan atıldı ve silahlar aradan çekildi. Bu adım, barış ve demokratik bir toplum için umut ve iradenin somut şekilde ortaya konduğunu gösteriyor. Bu da bizleri umutlandırıyor. Eğer bu süreç bu şekilde devam ederse, Türkiye kazanacak; hem Türkler hem Kürtler kazanacak, kardeşlik kazanacak. Biz, toplumların kardeşliğiyle hem ülkemizin hem de bölgemizin huzur ve barışa öncülük edeceğine inanıyoruz.
*Taraflar bu süreçte hangi risklerle karşı karşıya? Yerel ve bölgesel hangi fırsatlar söz konusu?
Bu süreç, Türkiye açısından tarihi bir dönemeçtir. Elbette hem içerden hem de dışardan sürecin karşı karşıya olduğu riskler mevcut. Ancak önceki çözüm süreciyle kıyasladığımızda bu risklerin çok daha az olduğunu söyleyebilirim.
Dış faktörlere baktığımızda, 7 Ekim sonrası Ortadoğu’da dengeler tamamen değişti, bölge ülkeleri yeni stratejiler belirlemeye başladı. Burada Türkiye’nin ve Öcalan’ın doğru stratejiler geliştirip barışı öncelemeleri, sürecin bu yeni dengelerden olumsuz etkilenme riskini minimize etti. Ayrıca bölgedeki güç dengelerini elinde tutan aktörlerin de bu meselenin çözümüne olumlu yaklaştığını görüyoruz.
İçerde ise özellikle Batı şehirlerinde ve İç Anadolu’da halkın süreci tam anlamıyla kavrayamaması önemli bir risk. Barış tavandan tabana inmez; bilakis tabandan gelir. Bu nedenle süreci halka doğru anlatmak, toplumun hassasiyetlerini gözetmek ve bu sürecin ülkemize katacağı faydaları somut olarak ortaya koymak gerekiyor. Bu, riskleri azaltacaktır.
Bir diğer önemli konu, toplumun tüm kesimlerinin bu sürece dahil edilmesi gerekliliğidir. İslami, sağcı veya solcu ayrımı yapılmadan herkes kendi sınırlarının dışına çıkmalı. Bu sürecin en büyük fırsatlarından biri, hem yerel hem de bölgesel anlamda ‘terör’ kavramının ortadan kalkması ve daha geniş bir diyalog ve tartışma ortamının oluşmasıdır. Son olarak, bu sürecin doğrudan veya dolaylı şekilde içinde olanlar, kenarında duranlar ideolojik takıntılara saplanmamalı; barışa odaklanmalı. Aksi durumda, dünyadaki birçok örnekte olduğu gibi sürecin toplumsallaşması engellenir.
*Barışın toplumsal bir kimlik kazanabilmesi için sivil toplum örgütlerine hangi görevler düşüyor?
Sivil toplum, bu sürecin halk ayağıdır. Süreci halka anlatacak, tabana taşıyacak en önemli aktördür. Ancak bu rolünü üstlenirken sürecin bir parçası olarak değil, bağımsız bir gözlemci olarak hareket etmelidir. Dönem dönem süreci değerlendirmeli, riskleri ve fırsatları analiz etmeli ve bu analizleri raporlaştırarak kamuoyuna sunmalıdır. Olası aksaklıklarda ise sivil toplumun görevi, diyalog kanallarını açmak olmalıdır. Barışın toplumsal bir kimlik kazanabilmesi için hem devletin hem de diğer tarafın sivil topluma bu alanı açması büyük önem taşıyor.
*İHH olarak barış ve demokratik toplum sürecinin başarıya ulaşması için neler yapabilirsiniz? Nasıl bir yol haritası çıkardınız?
İHH olarak bizler, 81 ilde teşkilatı bulunan bir kurumuz. Hem gönüllü sayısı hem de çalışma alanları açısından Türkiye’nin en büyük sivil toplum kuruluşlarından biriyiz. Türkiye’de Şırnak’tan Edirne’ye, İzmir’den Isparta’ya kadar geniş bir coğrafyada, bu sürecin toplumsallaşması noktasında ciddi katkılar sunabilecek kapasiteye sahibiz. Diplomasi alanında bugüne kadar gerçekleştirdiğimiz somut çalışmalar ve devam eden girişimler, bu alanda katkı sağlama kapasitesi en yüksek ve nadir kurumlardan biri olduğumuzu gösteriyor. Tüm ideolojik ve dini grupları bir araya getirecek çalışmalara öncülük edebiliriz. Kürt illerimizdeki teşkilatlarımızla süreci yakından ve dikkatle takip ediyoruz. Toplumun tüm kesimleriyle rahatlıkla diyalog kurabilen bir yapımız var ve barışın toplumsallaşması için her türlü katkıyı sunmaya devam ediyoruz.
*PKK sürecin ilerlemesi açısından silah yakma töreni düzenledi, siz de İHH İnsani Yardım Vakfı adına törene katıldınız. Nasıl bir atmosfer vardı? Neler hissettiniz?
Evet, İHH olarak ben de o törene katıldım. Bu, tarihi olarak nitelendirilebilecek bir adımdı. Özellikle silahların ateşe verilmesi, artık silahların tamamen imha edildiğini, bir daha silaha dönülmeyeceğini ve mücadelenin artık silahsız bir zeminde yürütüleceğini gösteren net bir irade beyanıydı. Tören oldukça sade, provokasyonlardan uzak ve iyi planlanmıştı. Basın açıklamasında kullanılan ifadeler özenle seçilmişti. Yarım asırdır büyük acılarla yoğrulmuş Ortadoğu’nun en önemli meselelerinden birinin çözümüne yönelik atılan bu güçlü adımın, ülkemizde ve bölgemizde hak, hukuk, barış ve kardeşliğin hâkim olduğu bir toplumsal sözleşmeye evrilmesini temenni ediyoruz.
×