BIG_TP
Bluesky Social Icon
Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

İlhan Döğüş yazdı |

Öcalan, sosyalizm, anaakım iktisat ve sanayi ekonomisi

İlhan Döğüş yazdı |

İlhan DÖĞÜŞ

Çözüm sürecinde tecridin kısmen kaldırılmasıyla PKK lideri Abdullah Öcalan’ın anaakım medyada görünür olması sayesinde Marksizme dair uzun süredir zaten dillendirdiği eleştirileri geniş bir yankı uyandırdı. Marksizmi sanki teknik bir uzmanlık alanıymış gibi sahiplenenlerin ya da Marx’ı peygamber mertebesine yerleştirenlerin “Öcalan kim ki Marksizmi eleştiriyor?” minvalindeki tavırları ile alıngan bir “Öcalan Kürt olduğu için eleştiriye tepki veriyorlar” savunusu arasında sıkışmış bu tartışmaya Marksist ve siyaset sosyoloğu olmadığım için girmek niyetinde değilim. Sadece şu hususu vurgulayarak asıl meramıma geçeyim: Bu tartışmalar dedikleri gibi aşılmış olsaydı, Marksizm bu tartışmaların işaret ettiği sorunları halledip bir güven ve başarı biriktirmiş, bu tartışmaların aşılmadan önceki durumuna göre daha güçlü bir konumda olurdu. Ya da başka bir ifadeyle, bir teorik ‘aşma’ varsa bile, bu siyasete tahvil edilmiş değil hala. Marksizm kendisini pür, soyut bir teori değil, siyasete de müdahale olmak isteyen bir yaklaşım olarak konumlandırıyorsa, teorik aşma ile yetinmek Marksist bir tavır olmasa gerek. Siyasi bir başarısızlık varsa, teorik tartışmaya devam etmek, yani teorik eleştiriye teorik cevap vermek gerekir.

Fakat ben Marksizmin teorik olarak, sosyalist siyasetin de pratik olarak eskisi kadar güçlü olmamasını, daha açık ifadeyle reel sosyalizm pratiğinin SSCB’nin çöküşüyle başarısız olmasının kaynaklarının; 1990 sonrası küreselleşmeyle gündeme gelen kimlik, çevre ve kadın meselelerini kuşatamamasından ziyade, neoliberal politikalara teorik temel sağlayan anaakım iktisadın da temel hatası olan bir hatasında yattığı kanısındayım: Kapitalizmin bir takas ekonomisi olmadığı, ürünlerin farklılaştırıldığı finansal bir sanayi ekonomisi olduğu tam kavranmış değil.

Marksistlerin, ve Öcalan’ın da, kapitalizm-sonrasına dair tahayyülleri de takas ekonomisinin geçerli olduğu bir komün hayatı ile sınırlı ve günümüz ürün yelpazesinde farklılaştırmayla bireyselliği yansıtan sanayi ürünlerinin rolü ve yarattığı farklar gözardı ediliyor. Sosyalizm deneyiminin başarısızlığının da burada yattığı kanısındayım. Evet, biliyorum, SSCB’de sanayi ürünleri üretildi ama meselenin çekirdeği anlaşılmadı… Modern bir ‘takas ekonomisi’ gibi tasarlandı.

Öncelikle analizimin merkezine aldığım takas ekonomisi ile finansal sanayi ekonomisinin temel farklarını vurgulayayım: Sanayi üretiminde ürünler stoklanabilir, yani arz firmaların kontrolündedir, ürünler farklılaştırılabilir olduklarından talep oynaktır, gelecek belirsizdir ve üretim uzun zaman aldığından dolayı ve sofistike makinelerden ötürü büyük finansman gerektirir- yatırım kolayına geri çevrilemez. Tarım ürünlerine dayalı takas ekonomisinde ise ürünler homojendir, farklılaştırılamadıklarından ve temel ihtiyaç olduklarından talep oynak değildir, üretim uzun zaman almaz, yatırım geri çevrilebilir ve büyük finansman (daha çok para) gerektirmez, arz doğanın kontrolündedir. Takas ekonomisinde para miktarı üretim miktarına içkin (endojen) değildir, sanayi ekonomisinde daha fazla üretim için daha fazla para gerektiğinden para miktarı üretime içkindir.

Daha somut ifadeyle; domates, patates, buğday, elma üretmek ile araba, çamaşır makinası, buzdolabı, tren, uçak, televizyon, bilgisayar üretmek çok farklı… Anaakım neoklasik iktisadın tarihte hiç gerçekleşmemiş olmasına rağmen ‘normal’ durummuş gibi varsaydığı ‘tam rekabetçi piyasa’ modeli, tüm ürünlerin homojen oldukları varsayımına dayanır lakin bu varsayım, ürünlerin farkılılaştırılamadığı tarım ekonomisi için geçerli olabilir- rekabetin ürün farklılaştırılması üzerinden yürüdüğü sanayi ekonomisi için değil. Evet, Marx tarım üretimi ve sanayi üretimin farklarını, sanayide arzın kontrol edildiğini, tarımda arzın kontrol edilemediğini isabetle (1. ciltte) vurguluyor ancak ürün farklılaştırma ile finansın bağlantısını analizinin merkezine koymuyor çünkü (3. ciltte) sanayi üretiminde standartlaşmayı, homojenliği baz alıyor- tıpkı anaakım iktisatçılar gibi. Analizinin merkezine koyduğu ise, sanayi ve tarım ekonomisinde artı-değerin üretimindeki farklılaşmadır.

Evet, Marx kapitalizme geçiş ile meta-para-meta sirkülasyonundan para-meta-daha çok para sirkülasyonuna geçildiğini, yani paranın sadece takas fonksiyonu gördüğü takas ekonomisinden paranın üretimde başat faktör olduğu ‘parasal üretim ekonomisine’ geçildiğini kavrıyor. Bu, bana göre ‘artı-değer’den daha önemli bir ‘buluş’. Ne var ki, Marx bunu analizinin merkezine koymuyor. Marksistler çok kızacaklar ama bana göre Marx, her ne kadar klasik ekonomistleri eleştirse de, klasik bir iktisatçıdır, çünkü Marx’ta da para ‘dışsal’, nötr bir mefhumdur. Parayı bir meta ve değer ölçü birimi, artı-değerin dolaşım aracı (yani takas enstrümanı) olarak vurgular. Kapital’in 1. cildindeki analiz, parayı salt bir takas unsuru olarak gören, paranın geleceğin belirsizliği karşısındaki değer saklama fonksiyonunu göz ardı eden bakışa dayanır. Evet, kredinin genişletici rolünü vurguluyor Marx ama Kapital’in 3. cildinin 25. ünitesinde bankaların krediyi topladıkları mevduattan verdikleri zannına dayanarak analiz yapıyor. Marksistlerin ezici çoğunluğu da öyle sanıyor fakat para; üretim, yatırım, tüketim ve finansal spekülasyon saikleri ile gelişen para talebi doğrultusunda bankalarca yoktan yaratılır. Devletin harcamalarını vergiyle ve borçla finanse ettiklerini sanıyorlar. O nedenle anaakım iktisatçıların bu yanlış varsayımlara dayalı yanlış politikalarına itiraz geliştiremiyorlar (Hatta Türkiye akademisinde Marksist ve anaakım iktisatçılar birbirlerine çok saygı gösterirler- belki Marksizm artık sisteme bir tehdit oluşturmadığından, belki aynı sınıfsal aidiyetlere sahip olduklarından…). Marksist iktisatçıların anaakım politikalara tek itirazları, zenginden çok vergi alınsın, halka dağıtılsın ile sınırlı. Yüksek vergi toplayacak zengin kalmayınca neyle finanse edileceğini sorgulamadan… (Zenginden harcamaları finanse etmek için değil, zengin oldukları için çok vergi alınmalı. Kamu harcamalarını yoktan para yaratan Merkez Bankası finanse eder. Vergi toplamanın amacı, bir para birimini ortak ulusal para birimi kılmak, bazı iktisadi davranışları yönlendirmek ve yeniden-bölüşümdür. Kamu borcunun amacı da hiçbir ülkede hiçbir zaman eşit olmadığı bütçe açığını finanse etmek değil, faizleri kontrol etmektir.)

Denebilir ki, o dönemde Marx nerden bilsin kredinin, paranın yoktan yaratıldığını. Pek ala ondan önce de biliniyor ve hatta bizzat o 25. ünitede kredinin bankalarca yoktan yaratıldığını söyleyen İngiliz Banking School’un temsilcileriyle tartışıyor. Başka bir yazıda açmak üzere ve Marksistleri daha da kızdırmak pahasına şunu söyleyeyim: Marx’ın emek-değer teorisi, parayı anaakımcılar gibi dışsal (nötr) gören takas ekonomisi varsayımına dayanır. Eğer “ürünlerin değeri, o ürünlerin üretimi için gerekli toplam toplumsal emek-zamanın billurlaştığı değerdir” diyorsanız; ticareti para yokmuş gibi, ‘emek-zaman’ ile ölçtüğü karşılaştırmalı ve mutlak üstünlüklerle açıklayan anaakım iktisatla aynı yerdesinizdir. Neoklasik iktisat, kaynakları etkin dağıtan rasyonel ticareti aktörlerin, ülkelerin hangi ürünü görece daha az emek-zamanla üretiyorsa o ürünün üretimine uzmanlaşmasıyla açıklar. Takas edilen ürünlerin değeri de, ürünlerin üretimlerinde kullanılan emek-zamanların göreli oranına göre belirler. Marx’ın söylediğinin de bundan pek bir farkı yok çünkü her iki analizde de para ve borç yok. (Sonradan borcu analizlerine ekleyen Marksistler, Marx ile Keynes’in arasında duran post-Keynesyenlerden öğrenmişlerdir. Evet, post-Keynesyenler de Marksistlerden tekelleşmeyi, bölüşüm ve sınıf çatışmasını öğrenmişlerdir. Anaakımcı iktisatçılar ise ne başka ekollerden ne hayattan birşey öğrenebilmişlerdir çünkü hiçbirşey açıklayamadıkları halde herşeyi bildiklerini sanıyorlar. Yarım yamalak bildikleri, yoksullaştıran yalan teorilerini örtmek için kullandıkları matematik ile övünüyorlar sadece.)

Parayı üretime dışsal gören, yani parasız da üretim olur sanan ve yoktan yaratılan kredi borcunun yatırımın finansmanındaki başat rolünü göz ardı eden bir analiz kapitalizmi tam anlamamıştır. Evet, Marx’ın kapitalizmin çelişkilerine dair çok doğru tespitleri vardır lakin analizinin merkezine kapitalizmin çekirdeği olan finansı, borcu, yatırımı koymamıştır. O nedenle 3. cilde koymuştur ve analiznin merkezine koyduğu artı-değerin türevi olarak ele almıştır finansı. Bunun en somutlaştığı husus, Marksistlerin krizi aşırı üretim ve/ya birikim rejiminin tıkanması olarak tanımlayıp, finansal krizlerin asıl sebebi olan aşırı-borçluluğu vurgulamamalarıdır. Marksist iktisatta da borç, anaakım iktisatçıların analizlerindeki kadar yer alır, talidir yani, çünkü önde gelen post-Keynesyenlerden Paul Davidson’un da vurguladığı üzere, hem Marksist iktisatta hem anaakım iktisatta iktisadi aktör, ‘takas eden’ (real exchange) aktördür. Oysa asıl mesele borçtur ve önemsediğim post-Keynesyen iktisatçılardan Hyman Minsky’nin de vurguladığı üzere, kapitalizmde iktisadi aktör, bir ‘portföy yöneticisidir’ çünkü kapitalizmin çekirdeğinde olan yatırım kararı, geleceğin belirsizliği altında alınan finansal bir karardır… Minsky’ye göre her firma, nakit akımını yöneten (cash flow management) bir entitedir. Daha açık bir ifadeyle, kapitalizmde finans ve reel sektör, iki ayrı dünya değil; iç içedir, entegredir.

Kapitalizmde gelecek belirsizdir. Başka bir ifadeyle, kapitalizmde, kent hayatında merkezde olan zaman, gelecek zamandır. Doğada, köyde, takas ekonomisinde ise merkezde olan zaman, şimdiki zamandır. Bu farkın sebebi, sanayi ürünlerinin üretiminin tarım ürünlerinin üretiminden yukarda vurguladığım farkıdır.

Gelecek, farklılaştırılan sanayi ürünlerinin üretimi çok uzun süre aldığından ve talebi oynak olduğundan belirsizdir. Yani insanların ne kadarının kırmızı gömlek ne kadarının mavi gömlek tercih edeceği, rakip firmanın karşı-stratejisinin ne olacağı bilinemediğinden yatırım projesinin başarılı olup olmayacağı garanti değildir. Para da, stoklanması ve transferi maliyetsiz olduğundan ve herşeyi her zaman satın alabildiğinden, yani en likit varlık olduğundan bu geleceğin belirsizliği karşısında değer saklama fonksiyonu ile sanayi ekonomisinde merkezi ve aktif bir rol oynar. Pandeminin ilk günlerinde en acil ihtiyaçlarımız olan maske ve dezenfenksiyon malzemelerini biriktirdiğimiz arabalarla, elmayla, muzla, patates ile satın alamazdık- ki o kadar uzun süre ve o kadar çok elma, patates, araba stoklayamayız. Muhasebe defterindeki bir rakam olan para çürümez ama elma birkaç haftada, araba birkaç yılda çürür.

Burayı şöyle somutlaştırayım: Kapitalizmde aktör, daha çok para biriktirmek amacındadır. Marx’ın yerinde vurgusuyla parası ile daha çok para yapmak için meta (makine, emek, aramalı) satın alır. Takas ekonomisinin aktörü ise, elindeki metayı satarak elde ettiği para ile ihtiyacı olan diğer metaları satın alır (real exchange). Para, bu takas işlemini daha kolay ve daha çabuk yapma imkanı sağlar. Tarım ürünleri, sanayi ürünleri gibi farkılılaştırılamadıklarından ve hemen yeniden üretilemediklerinden; patates, domates üretimi uzun zaman almadığından ve bir köyde sayısı belli insanların maksimum tüketecekleri gıda miktarı kısa vadede belirli olduğu için talep oynak olmadığından, gelecek belirsiz değildir. Geleceğin belirsizliği, doğa koşullarından, yani arz kaynaklıdır. Dolayısıyla takas ekonomisi, anaakım iktisadın söylediği gibi arz güdümlüdür ve tarım ürünlerinin arzı hemen artırılamadığından para basmak enflasyona sebep olur. Ancak stoklanabilen ve hemen yeniden üretilebilen sanayi ürünlerinde ise talep artışı, anaakım iktisatçıların hepsinin ve Marksist iktisatçıların çoğunun sandığının aksine, fiyat artışıyla değil, üretim artışıyla karşılık bulur. Yani sanayi ekonomisi ve yatırım, büyüme talep güdümlüdür. (KKM ilk çıktığında tüm Marksist iktisatçılar, neoliberal iktisatçılar gibi KKM ile basılacak paranın, sebep olacağı bütçe açığının enflasyona sebep olacağını yazdılar ve yanıldılar.)

Takas ekonomisinde gelecek belirsiz olmadığı için, şimdiki zaman merkezde olduğu için birbirini tanıyan köydeki insanlar arasında sözleşme imzalanmaz, söz verilir; çoğu zaman ticaret parasız da yapılır. Dolayısıyla para miktarının artmasına gerek yoktur çünkü daha fazla para için değil diğer ihtiyaçların karşılanması için üretim ve ticaret yapılır. Gelecek belirsiz olmadığı için değer saklama aracı olarak para biriktirmek de merkezi bir konumda değildir. Kışı geçirecek gıda malzemesi (nohut, bulgur, odun, un) biriktirmek önceliktir.

Gıda tedariğinin ve doğa kaynaklı sorunların önemli ölçüde halledildiği, ürünlerin hemen yeniden üretilmelerinin ve stoklamanın mümkün olması sayesinde arzın firmaların kontrolünde olduğu ve arzın talebe kendisini kolayca uyarladığı, ama farkılılaştırılan ürünlerin talebinin belirsiz olduğu için ve üretimin uzun zaman ve büyük para gerektirdiği için krediyi yoktan yaratan bankanın merkezde olduğu finansal sanayi ekonomisi, sözleşmeler ağından ibarettir. Dolayısıyla kapitalist modern kentte gelecek zaman merkezdedir, gelecek planlanır, hedefler konur ve belirsizlikler sözleşmelerle minimize edilir. Birbirini tanımayan insanlar arasında sözleşme ve para olmadan sofistike pahalı makinelerle yapılan, uzun süren sanayi üretimi ve sanayi ürünlerinin sirkülasyonu mümkün değildir.

Modern devlet hukuku da bu sözleşmeleri garanti altına alan yasal çerçeve üzerine kuruludur. Sözleşme imzalamak ise Stefan Collignon’un yerinde vurgusuyla bireyselleşmeyi tarih sahnesine çıkarmış ve cemaatçi, feodal hiyerarşileri sarsmıştır. Ürünlerin farkılaştırılması bireyselleşmenin üzerine oturur ve bireyselleşmeyi besler. Nihayetinde bireylerin kendilerini farklı hissetmediği bir dünyada ürün farklılaştırmanın da gereği yoktur. Sosyalizmin sanrısı da buydu: Farklı birey olmadığına göre ürün farklılaştırmaya da gerek yoktu. Ama bir yerlerde ürünler farklıydı ve insanlar bireyselliklerini, farklı olmayı deneyimliyordu- ya da en azından öyle olduğunu sanıyordu.

Özetle, sosyalizmin ayakta kalamamasını, ABD’nin stratejileriyle veya SSCB’nin hatalarıyla açıklamayı tatmin edici bulmuyorum. Toplumsal destek güçlü olduğu sürece bu sorunlar yıkıma sürüklemezdi. Bana kalırsa çöküşün başat sebebi, bireysel tercihlerin yansıtıldığı farkılaştırılmış ürünlerin tüketiminin, yani bireyselliğin öneminin ıskalanmasından ötürü sosyalizme toplumsal desteğin zayıf kalmasıdır.

Dolayısıyla kapitalizme güçlü bir alternatif sunabilmesi için, sanayi ürünlerinden ve yarattığı ihtiyaçlardan geri dönüş olmayacağının farkında olan, bireyselliği ıskalamayan, sosyalizmi teknolojik bir takas ekonomisi olarak görmenin ve tarımsal komün tahayyüllerinin ötesine geçmiş, sofistike sanayi üretiminin demokratikleşmesini tasavvur eden bir sosyalist perspektife ihtiyaç var. Atomize, toplumdan kopuk liberal birey anlayışının refah ve demokrasi yaratmakta aksadığı çağımızda daha çok ihtiyaç var…

Benzer Haberler

Saygı Öztürk “arandığını” yazmıştı |

İçişleri Bakanlığı’ndan “Yeşil” iddiasına açıklama

Meteoroloji açıkladı |

21 il için kar yağışı uyarısı

İlhan Döğüş yazdı |

Öcalan, sosyalizm, anaakım iktisat ve sanayi ekonomisi

ABD askerlerinin yaşamını yitirdiği IŞİD saldırısı |

Trump'tan "misilleme" mesajı, “saldırgan Şam yönetimiyle bağlantılı” iddiası

CHP’nin “çözüm raporu” |

Özel: Bana sunuldu, bazı önerilerim oldu

Emek ve Barış İçin Bütçe yürüyüşü |

Final Meclis önünde yapıldı: Savaşa değil halka bütçe

“Bu önemli eşik sağduyu ile atlanacak” |

Pervin Buldan: Artık barış yasaları zamanı

Özgür Özel:

İBB dosyasından bir tanık daha çekildi