Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

İran sinemasında kayıp I

Usta yönetmen Nasser Taghvai hayatını kaybetti

İran sinemasında kayıp I

Sansüre rağmen hikâyesini anlatan yönetmen, 84 yaşında yaşamını yitirdi. Taghvai yalnızca yönetmen değil, aynı zamanda usta bir öykü yazarıydı.

HABER MERKEZİ-  İran sinemasının efsanevi yönetmenlerinden Nasser Taghvai, 14 Ekim’de 84 yaşında hayatını kaybetti. Sansüre karşı yürüttüğü uzun soluklu mücadelesiyle tanınan Taghvai, İran sinemasında emekçilerin, yoksulların ve unutulmuş insanların hikâyelerini anlatan öncü bir isimdi.

Taghvai’nin ölümünü eşi ve oyuncu Marzieh Vafamehr, “Nasser özgür yaşamanın zorluğunu seçti ve sonunda özgürlüğüne kavuştu” sözleriyle duyurdu.

1941 yılında Abadan’da doğan Taghvai, çocukluğunu İran’ın petrol sanayisinin kalbinde, işçi sınıfı mahallelerinde geçirdi.

O yıllarda Abadan, bir yandan İngiliz şirketlerinin gölgesinde şekillenen bir sömürge kenti, diğer yandan yoksul İranlı işçilerin direniş hikâyeleriyle dolu bir yerdi.

Bu ortam, Taghvai’nin sinemasının temel dokusunu oluşturdu: Adaletsizlik, onur, emek ve direniş.

TAGHVAİ SİNEMASI: MODERN VE GELENEK ARASINDA BİR YERDE

1972’de çektiği ilk uzun metraj filmi “Başkalarının Yanında Sükûnet”, İran toplumunun modernleşme arzusu ile geleneksel değerleri arasındaki gerilimi çıplak biçimde yansıtıyordu.

Film, ülkenin sosyal yapısındaki kırılmaları gösterdiği için sansürlendi, ancak Taghvai’yi İran Yeni Dalgası’nın en güçlü seslerinden biri haline getirdi.

Abbas Kiarostami, Dariush Mehrjui ve Bahram Beyzai gibi çağdaşları şehirli entelektüellerin hikâyelerini anlatırken, Taghvai kamerasını İran’ın güneyindeki liman kentlerine, petrol işçilerine, balıkçılara ve göçmenlere çevirdi.

Onun filmlerinde deniz rüzgârı, fabrika bacaları ve yorgun yüzler başroldeydi.

Taghvai’nin 1980’lerde çektiği “Kaplan” ve “İki Yaralı Adam” gibi filmler, İran sinemasında işçi sınıfını merkezine alan ilk yapımlar arasına girdi.

Bu filmler, savaşın, yoksulluğun ve otoritenin gölgesinde yaşayan insanların sessiz kahramanlıklarını anlattı.
Onun karakterleri, ne kahramandı ne kurban: Sadece onurlu bir yaşamın peşinde koşan sıradan insanlardı.

İran’daki rejim değişiklikleri, Taghvai’nin üretimini sürekli sekteye uğrattı. Birçok projesi çekim aşamasına dahi geçemeden yasaklandı. 1980’lerde çektiği televizyon dizileri ve belgeseller, İran halkının gündelik yaşamını tüm sadeliğiyle gösterdi. Bu yönüyle devletin tekelindeki imaj dünyasına alternatif bir gerçeklik sundu.

“KİSH HİKAYELERİ” İLE DÜNYAYA AÇILAN KAPI

1999’da Cannes Film Festivali’nde yarışan “Kish Hikâyeleri” adlı kolektif yapımda yer alan Taghvai, uluslararası alanda da dikkat çekti. Onun yönettiği bölüm, insan dayanışmasının sınıf farklılıklarını aşabileceğini anlatan sade ama çarpıcı bir hikâyeydi.
Eleştirmenler, Taghvai’nin dilini “Ozu’nun dinginliği ile Pasolini’nin öfkesi arasında bir yerde” olarak tarif etti.

Taghvai yalnızca yönetmen değil, aynı zamanda usta bir öykü yazarıydı.

Kısa hikâyelerinde de liman işçilerini, işsiz gençleri, denizi ve yoksulluğu anlatırdı.

Eleştirmenler, onun yazı dilinde Ernest Hemingway’in yalın anlatımıyla İran halk kültürünün derinliğinin buluştuğunu söyler.

Hiçbir zaman devrim sinemacısı ya da muhalif bir ikon olarak anılmak istemediğini belirten yönetmen, altı uzun metraj, bir tv dizisi, sayısız belgesel ve öyküye imza atarak “özgürlük” mirası bıraktı ardından.