Menekşe Kızıldere
Kürt kadınları, her katliamda hem hedef hem tanık olmuş; bedenleri savaşın sembolüne dönüşmüştür. Ancak bu beden aynı zamanda direnişin mekânıdır. Genlerinde ve hikâyelerinde hem yıkımın acısı hem de yaşamın ısrarı vardır. Katliamların en ağır yükünü taşıyan Kürt kadınları, aynı zamanda geleceğin yeniden doğuşunun da taşıyıcılarıdır. Sessiz mirasları, yalnızca geçmişin yarasını değil, hayatta kalma iradesini de taşır.
Geçen hafta Bianet’ten Tuğçe Yılmaz ile Zîlan Katliamı üzerine bir röportaj yaptım. Orada, katliamların yalnızca tarihsel değil, genetik düzeyde de iz bıraktığını anlattım (Bianet, 2024). Bu yazıda, bilim insanlarının katliam epigenetiği üzerine bulgularını Kürt halkının yaşadığı tarihsel yıkımlar bağlamında ele alıyorum. Bir kadın olarak hem tanıklık eden hem yaşayan biri olarak bu hikâyeyi anlatmak, yalnızca bireysel değil, kolektif bir sorumluluk. Kürt kadınının bedeni, belleği ve sözü, bu katliamların en canlı laboratuvarıdır. İnsan olarak yaşamda var olma adına muazzam hikayeler saklayan bu gerçeklik artık dillendirilmek zorunda. Bu kadın hikayeleri her zaman başka kadınlara güç vermiştir. Okuyan herkesin güç almasını dilerim.
Katliam, yalnızca toplu bir öldürme eylemi değil; insan topluluklarının genetik, psikolojik ve toplumsal dokusunu kalıcı biçimde dönüştüren bir travmadır. Psikoloji açısından, toplu şiddet olayları “nesiller arası travma aktarımı” yoluyla doğrudan tanık olmayan kuşaklarda bile stres tepkilerini ve davranış biçimlerini şekillendirebilir (Yehuda & Lehrner, 2018). Sosyolojik düzlemde ise katliam, toplumsal bağların çözülmesine, kolektif kimliklerin yeniden tanımlanmasına ve toplumsal hafızada kalıcı yarıkların oluşmasına yol açar (Alexander, 2012). Epigenetik çalışmalar, aşırı stresin DNA metilasyonu gibi biyolojik mekanizmalar üzerinden kalıtılabileceğini gösterir (Klengel & Binder, 2015). Böylece katliam hem bireysel hem de kolektif varoluşun derinlerine işleyen, insan türünün belleğini ve geleceğini şekillendiren bir mirastır.
Kürt halkı, 1925 Şeyh Said İsyanı sonrası başlayan Şark Islahat Planı’ndan itibaren, Zîlan (1930), Dersim (1938), Barzan (1963), Salon (1974), Koçgiri (1983), Halepçe (1988) ve Şengal (2014) gibi birçok katliama maruz kaldı. Bu olaylar sadece toplumsal hafızada değil, bireylerin biyolojik varlığında da iz bıraktı. Modern epigenetik araştırmalar, bu tür travmaların genlerin işleyişini kalıcı biçimde değiştirdiğini ve kuşaklar boyunca aktarılabildiğini göstermektedir (Yehuda & Lehrner, 2018; Klengel & Binder, 2015). Böylece Zîlan’dan Şengal’e uzanan tarih, toplumsal travmanın yanı sıra biyopsikolojik bir hafıza da oluşturur.
Kadınlar, tarihsel katliamların hem en görünür hem de en derin mağdurlarıdır. Maruz kaldıkları kronik stres, cinsel şiddet ve gebelikteki travmalar hem kendi epigenetik profillerini hem de sonraki kuşakların biyolojik ve psikolojik tepkilerini etkiler (Yehuda & Lehrner, 2018). Anne rahmindeki stres hormonları fetusa geçerek doğacak çocuğun stres tepkilerini şekillendirir; kadınlar ayrıca toplumsal hafızanın da dokuyucularıdır. Ritüeller, masallar ve anlatılar yoluyla travmanın sözlü mirası nesiller boyunca taşınır. Bu çift katlı aktarım —biyolojik ve kültürel— kadınların hem bedensel hem kolektif bellekte daha yoğun “katliam izleri” taşımalarını sağlar.
Kürt kadınları, her katliamda hem hedef hem tanık olmuş; bedenleri savaşın sembolüne dönüşmüştür. Ancak bu beden aynı zamanda direnişin mekânıdır. Genlerinde ve hikâyelerinde hem yıkımın acısı hem de yaşamın ısrarı vardır. Katliamların en ağır yükünü taşıyan Kürt kadınları, aynı zamanda geleceğin yeniden doğuşunun da taşıyıcılarıdır. Sessiz mirasları, yalnızca geçmişin yarasını değil, hayatta kalma iradesini de taşır (Bianet, 2024; Yehuda & Lehrner, 2018).
Kürt kadınlarının toplumsal hafızayı aktarma rolü, sadece geçmişi hatırlatmakla kalmaz; toplumsal dayanışmayı, kültürel direnci ve yeniden inşa iradesini de kuşaklara taşır. Her anlatı, her ritüel ve her direniş hikayesi, yalnızca bir hatırlatma değil, gelecek için bir güç kaynağıdır. Bu nedenle Kürt kadınının katliamdan kalan izleri hem biyolojik hem kültürel düzeyde bir direniş manifestosu olarak okunabilir. Kadınlar, acıyı miras alan değil, aynı zamanda bu acıdan güç üreten ve toplumun geleceğini şekillendiren birincil aktörlerdir. Bu sebeple Kürt kadınları tarihsel ve güncel adalet arayışının da öncüleridir. Barış gündeminde Kürt kadınlarının taleplerine kulak verilmelidir.
Kaynaklar:
- Bianet. (2024). Zîlan için barışı konuşmanın ve adaleti sağlamanın tam zamanı
- Alexander, J. C. (2012). Trauma: A Social Theory. Polity Press.
- Klengel, T., & Binder, E. B. (2015). Epigenetics of Stress-Related Psychiatric Disorders and Gene × Environment Interactions. Neuron, 86(6), 1343–1357.
- Yehuda, R., & Lehrner, A. (2018). Intergenerational Transmission of Trauma Effects: Putative Role of Epigenetic Mechanisms. World Psychiatry, 17(3), 243–257.