Anasır tartışmaları kapsamında Kürtlerin haklarını açık bir şekilde ortaya koyan Ahmet Emin (Yalman), dönemi itibariyle Kürt meselesinin çözümü bağlamında, Osmanlı-Türk aydını cenahından muhtariyet fikrini dile getiren ilk ve belki de tek kişidir.
Namık Kermal DİNÇ
Serinin üçüncü yazısında, “anasır tartışmaları” sırasında kaleme alınan bir yazıya yer vereceğim. Ahmet Emin (Yalman) tarafından kaleme alınan ve 14 Ağustos 1919 tarihinde Vakit Gazetesi’nde yayınlanan “Kürtler ve Kürdistan” yazısına. Yazıyı önemli ve müstesna kılan, Kürt tandanslı olmayan bir gazetede, meselenin etraflıca değerlendirilmesi ve çözüm bağlamında muhtariyet önerisine yer vermesidir.
Dönemin Osmanlı Kürt basınında; özellikle Jin (1918-1919) ve Serbesti (1918-1919) de Kürt aydınlarının meseleye nasıl baktıkları, tarihi ve güncel niteliği ve çözüm önerileri konusunda hayli tartışma ve yazıya rast gelmek mümkün. Tıpkı bugün olduğu gibi o zamanlarda, Kürt olmayan münevverlerin mesele hakkında yeterince kafa yorduklarını söylemek zor. Kürtler hakkında belirli kalıplarla düşünen Osmanlı-Türk aydını, onları hakları olan ayrı bir ulus olarak tasavvurdan hususiyetle kaçınmıştır.
Hayat hikâyesi hayli gelgitli bir grafik çizen Ahmet Emin (Yalman), Osmanlı-Türk basınının etkili ama unutulan kalemlerinden biri. Sadece bir gazeteci değil, akademisyen ve düşün insanı. Liberal dünya görüşüne sahip bir insan olarak birçok kez muhalefete düşmek zorunda kalmış, fikirleri nedeniyle mağdur edilmiş, kimi zaman dönemin gereklerine uymak adına tavizler vermiş, bu nedenle de hayli eleştirilmiş bir gazeteci.
Ahmet Emin’in Kürt meselesiyle mesaisi anasır tartışmalarıyla sınırlı kalmamış, iki kritik dönemde daha karşımıza çıkmıştır. İlki, 16-17 Ocak 1923’te Mustafa Kemal’le gazetecilerin mülakat yaptıkları İzmit Basın Toplantısı’dır. Lozan Konferansı’nın devam ettiği günlerde gerçekleşen bu toplantıda, Mustafa Kemal’e Kürt meselesiyle ilgili soruyu soran gazetecidir kendisi. Soruya karşı Mustafa Kemal, o meşhur Kürtlere özerklik vaat eden açıklamasını yapmıştır.
İkincisi, Şeyh Sait Hadisesi dönemine denk gelir. O zaman Vatan Gazetesi’nin başyazarı olan Ahmet Emin (Yalman), isyancıları “rejim aleyhine teşvik etmek” suçuyla tutuklanıp yargılanan gazeteciler arasındadır. İstanbul’dan alınarak yargılanmak üzere Şark İstiklal Mahkemesi’ne götürülen Ahmet Emin; Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’e mektup yazarak affedilmesini ister, affedilirse gazetecilik ve siyasetten el çekeceği sözünü verir. Paşa’nın, mahkemeye gönderdiği “gereğini yapın” yazısının ardından diğer gazetecilerle birlikte tahliye edilir[i].
Ahmet Emin Beyin hayli tantanalı olan hayat hikâyesini sonraya bırakarak “Kürtler ve Kürdistan” makalesine gelelim.
Kürtler ve Kürdistan makalesi[ii]
Yazar, makaleye bir itirafla giriş yapar; “tecrübelerden ders almak konusunda çok zayıfız” der. Takip edilen siyaset neticesinde, “uğranılan felaketin nedenlerini araştıralım ve bir dahaki sefer için sakınalım deriz” ama aynı hatayı ikinci, üçüncü kez tekrarlamaktan geri durmayız, der. Felaketin en büyük kıymetinin ikinci bir felaketin önünü almak olması gerekirken, uğranılan zararlardan gelecek için faydalanacak bir pay çıkarmayı başaramamaktan yakınır.
Devamında yazar, II. Meşruiyet’in ardından gelişen Türkçülük siyasetini sert bir eleştiriye tabi tutar. Anasır meselesi kapsamında özellikle Arnavut, Arap ve Kürtlere yönelik izlenen siyasetin, memleketi nasıl bir felakete sürüklediğini anlatır.
Ayrılıkçı bir siyaset olarak İttihatçı Türkçülük
“Meşrutiyetin ilanından sonra memlekette pek cahilane ve tecavüzkâr (saldırgan) bir Türkçülük siyaseti başladı. Bu siyasetin Türklerin kültürel gelişimini hedefleyen müsbet (olumlu) Türkçülük ile tabi ki hiçbir alakası yoktu. Bu tarzda Türkçülük pek makul ve meşru bir şeydi. Resmi Türkçülük diye ayıracağımız hastalıklı siyaset ise Arnavutların, Arapların, Kürtlerin gelişimine engel olmak ve onlardaki milli ruhu öldürmek için her çeşit silahla mücadelede bulunuyordu”.
Memleketin ekonomik açıdan zor, sanayide dışa bağımlı, yiyeceğin bile dışarıdan alındığı, bütün kuvvetlerin üretime kaydırılması gereken bir zamanda, “bir unsurun diğer unsurlara zorbalık için kuvvet israf etmesinden daha kötü ve gülünç bir şey düşünülemez. Birkaç kişinin tahakküm zevkini tatmin etmekten başka bir şeye yaramayan bu zorbalık siyaseti, gerek Arnavut meselesinin ve gerek Arap ve Kürt meselelerinin siyasi şekillerini adeta yoktan var etti”.
Ahmet Emin (Yalman) açıkça; Arnavut, Arap ve Kürt milliyetçiliğinin İttihatçıların güttüğü saldırgan, “resmi Türkçülüğe” tepki olarak ortaya çıktığını söylemekte. İttihatçılara bu eleştiriyi yapmakta Ahmet Emin yalnız değildir, dönemin Osmanlı aydınlarının bir kısmı da onunla hem fikirdir. Hatta Cibranlı Halit Bey, 25 Temmuz 1919’da, yani bu yazıdan yirmi gün önce Mustafa Kemal’e gönderdiği mektupta dolaylı olarak aynı fikirleri savunur: “…kavmiyet, asabiyet davalarını terk edin…”[iii] derken, İttihatçı Türkçülük’ten uzak durulmasını salık verir.
Zorbalık siyaseti karşısında Arnavutlar ve Araplar
Devamında yazar, Meşrutiyet’ten itibaren önce Arnavutlara, sonra Araplara yapılanları anlatır.
“Bu memleketin bekası için asırlardan beri kan döken, genel hayatımız için pek kıymetli yöneticiler yetiştiren Arnavutlar, 1908 ile 1912 seneleri arasında o derece takibat (kovuşturma) ve tahkirata (kışkırtmalara) uğratıldılar ki, Balkan Savaşı esnasında bizim için candan bir dost gibi hareket etmelerine imkân bırakılmadı. Savaştan sonra Arnavutlara düşman muamelesi etmek için hiçbir sebep kalmamış… iken, sebepsiz yere husumet gösterildi ve memleket dahilindeki Arnavutlar türlü türlü takibata (kovuşturmalara) uğratıldı”.
“Arnavutlardan sonra Araplara karşı şiddetli bir zorbalık siyaseti takip edildi. Arapların kendi kaderleriyle az, çok meşgul olarak kültürel ve iktisadi gelişimlerini bizzat aramaları bütün memleket için bir menba’-ı kuvvet (güç kaynağı) olduğu halde, dil meselesinde olsun en küçük bir müsaade gösterilmedi. Kültür, dil, milli kimlik teşkil eden adet ve ahval her bir unsur için kutsal sayılır. Bunlara karşı gerçekleşen baskının bir isyan duygusu doğurması pek tabiidir, bilhassa mevzubahis olan unsur tarih ve lisanlarıyla bihakkın iftihar edebilen Araplar olursa…”
Kürtler için hâlâ bir fırsat var
Yazar, Kürt meselesine girmezden evvel, izlenen bu tahakküm (baskı) siyasetinin İttihat Hükümetiyle sınırlı olduğunu, kamuoyunun da bu siyaseti beğenmediğini söyler. Hatta Kürt meselesinin geleceğe dönük bir mesele olması nedeniyle, geçmiş tahakküm siyasetinden vazgeçildiğini göstermek açısından bir fırsat olarak görür. Bir anlamda İttihatçı hükümetin devrilmesinin politika değişikliği bağlamında, Kürtlerin kazanılması açısından bir fırsata dönüşebileceğini dile getirmektedir.
Bunu söylerken, bir taraftan da tartışmaktan çekinen kesimleri eleştirmekten kendini alamaz. Tartışmaktan kaçınanların, hakikatleri görmezden gelenlerin, entrika peşinde koşanlara fırsat vereceğini savunur. Yani İttihatçı politikaları sürdürmek isteyenlere karşı, açık tartışmalar yürüterek durulabileceğini ileri sürer. Bu yaklaşımından anlıyoruz ki, İttihatçı Türkçülük Osmanlı-Türk ricalinde eleştirilmek kadar, ciddi bir taraftara da sahiptir.
“Birçoklarını görüyoruz ki, Kürt ve Kürdistan kelimelerini ağızlarında çiğnemekte ve bu kelimeler etrafında tartışma açılmasının tehlikeli olabileceğini savunmaktalar. Bizce asıl tehlike hakikati olduğu gibi görmemektir. Birbirine pek lüzumlu iki kardeş millet olan Türkler ile Kürtlerin birbirlerine ve müşterek vatana ait meseleleri serbestçe tartışmalarından hiçbir kötülük ortaya çıkmaz. Bilakis hakikate gözlerini kapatarak tartışmadan kaçılacak olursa, büyük yanlış anlaşılmalar ortaya çıkabileceği gibi entrika peşinde koşanların eline de iyi bir fırsat verilmiş olacaktır”.
Kürt meselesini tartışmanın önemini vurguladıktan sonra yazar, önce Kürtler hakkında genel gözlemlerini dile getirir, ardından da meselenin çözümüne dair fikirlerini paylaşır. Kürtlerin karakteri ve kabiliyetine dair verdiği örneklerin Amerika’dan olması özellikle dikkat çekmektedir. Bu, yüksek olasılıkla yazarın kendi gözlemlerine dayanmaktadır. Zira yazar, 1911-1914 yılları arasında yüksek tahsil ve doktora eğitimi için ABD’de bulunmuştur.
“Kürtler tarihi açıdan kendine has bir kimliğe sahip bir millettir. Hala önemli bir kısmının aşiret hayatı yaşaması ve iktisadi ve toplumsal açıdan epey iptidai (ilkel) bir seviyede bulunması, bu zinde unsurdaki kabiliyet ile değil, tren ve yolların ve nüfuzlu bir devlet gücünün bulunmaması ve genel iktisadi durumla alakalı bir şeydir. Çevresel koşullar değişince Kürtlerin pek sakin ve gayretli işadamları haline girdiğine en iyi örnek, Amerika’daki Kürt işçisinin halidir. Memleketlerinde olasılık ki atıl bir hayat geçiren birçok Kürt, Amerika’da en çalışkan fabrika işçisi düzeyine gelmekte ve kaba işlerle yetinmeyerek usta ve uzman işçi derecesine çıkmaktadırlar. Genellikle eğitim imkânına ulaşabilen Kürtlerde pek hızlı bir gelişme görülmektedir. Mısır’da Eyyubi devletini mevcuda getiren ve Osmanlı genel hayatına da büyük yeteneklere sahip birçok yönetici, yazar ve sanat erbabı hediye eden Kürtlerin, sınırsız bir gelişme kabiliyetine sahip olduklarını kimse inkâr edemez”.
Kürt meselesinin çözüm yöntemi olarak muhtariyet
“Bu kabiliyetin gelişimi Kürt aydınlarının geride kalan Kürt kitlelerinin durumuyla yakından alakadar olmalarına, yani Kürtler arasında hususî bir kültür hayatı tesis etmesine bağlıdır. Böyle bir hayat tesis edecek olursa, memleketin bir kısım ahalisi grup ve kişi olarak daha yüksek seviyeye çıkmak ve memleket için daha faydalı bir uzuv olmak imkânını elde etmiş olur ki, geniş düşünebilen her Osmanlı vatanperverinin vatanın menfaati namına buna memnun olması gerekir. Meselenin yalnız kültür noktasında kalması da lazım gelmez. Mademki Kürt memurların Kürtlerle meskûn yerlerin durumuna daha çok alakadar olacakları ve daha fazla bir bağlılıkla iş görecekleri muhakkaktır, Kürt vilayetlerine mümkün mertebe Kürt memurlar seçilmeli ve Kürtlerle meskûn yerlerin idaresi de bu suretle tedrici (aşamalı) bir muhtariyet (özerklik) kurulması için hükümetle Kürt aydınları ortak çalışmalıdır”.
“Aradaki siyasi bağlantının bozulmaması, her iki tarafın doğal menfaati gereği olduğundan idari muhtariyet (özerklik) konusunda sabırsızlık göstermemek Kürtlerin menfaatleri icabındandır. İyi yetişmiş birçok Kürt aydını mevcut olmakla beraber, genellikle Kürtler henüz idarî muhtariyetten istifade edecek bir seviyeye gelmemişlerdir. Aşiret hayatının genel hayata hâkim bir vaziyette olması, muhtariyet meselesi mevzubahis olmazdan evvel bir hazırlık devresi geçmesi için başlı başına bir sebeptir. Kürtlerde aile gelenekleri pek kuvvetli olduğu için vaktinden evvel bir takım yeni tecrübelere girişilmesi pek esaslı rekabet ve ihtiraslara yol açabilir. Fakat biz şurasına eminiz ki aydın Kürtlerin çoğunluğu, bu yönleri takdir ederek muhtariyet meselesine tedrici surette (aşama aşama) geçilebilecek bir gaye nazarıyla bakacaklardır. Yanlış anlamalara meydan vermemek için şurasını tekrar edelim ki, bizim tedrici kelimesinden maksadımız, kendi kaderine sahip olmak hakkının tedrici (aşamalı) bir mücadele ile hükümetten alınması değildir. Doğal durumun doğurduğu gerekliliklere prensip itibarıyla muhalefet etmek ve sonra adım adım geri gidilmesini, memleketin menfaatlerine aykırı görüyoruz. Bu zihniyetle hareket edilirse aradaki uyum ve barışın zarar görmesi gibi bir tehlikeye maruz kalınabilir. Devlet daha başlangıçta Kürtlerin şahsi hukukunu kabul etmeli ve bu hukukun kuvveden fiile çıkması için Kürt aydınlarıyla samimi bir şekilde birlikte çalışmalıdır. Bu doğrultuda, samimi şekilde teslim edilmelidir ki, Kürtlerin çoğunlukta bulundukları yerleri bizzat idare edecek hale gelmeleri, memleketin genel menfaati için son derece uygun bir şeydir”.
“Ancak Kürt meseleleri hakkında, Kürtlerin menfaatine ve aynı zamanda memleketin genelinin menfaatine en uygun olan düzenleme biçimi aranırken, şu husus bir dakika bile ihmal edilmemelidir: Türklerle Kürtler daima menfaatleri herkesçe bilindiği şekilde, müşterek iki kardeş konumunda olmalı, doğrudan doğruya birbiriyle konuşmalı, hiçbir zaman hiçbir şekilde üçüncü bir şahsın aralarına girmesine meydan bırakmamalıdır.”
Bitirirken
Anasır tartışmaları kapsamında Kürtlerin haklarını açık bir şekilde ortaya koyan Ahmet Emin (Yalman), dönemi itibariyle Kürt meselesinin çözümü bağlamında, Osmanlı-Türk aydını cenahından muhtariyet fikrini dile getiren ilk ve belki de tek kişidir. Dolaylı olarak Kürtlerin haklarının verileceğini, toplumsal ve ulusal gelişmelerine engel olunmayacağını, kendilerini yönetme hakkına saygı duyacağını belirten yazılar ve metinler var bu süreçte. Ama hepsi genel ifadelere yer vermekte ve bu makaledeki kadar sistemli ve açık bir beyan bulunmamaktadır. Erzurum ve Sivas kongre kararlarında, hatta Amasya Protokollerinin Kürtlerle ilgili ikinci protokolünde bile ifadeler genellikle dolaylıdır, açık değildir.
Muhtariyetin kurulmasında Kürt aydınlarına rol biçmesi ve devletle ortak çalışmayı önermesi, dönemin İstanbul Hükümeti’nin bazı temaslarını hatıra getirmektedir. İstanbul Hükümetiyle Kürdistan Teali Cemiyeti arasında muhtariyet temelli bir mutabakata varıldığı basında konu olmuştur. Ahmet Emin Beyin bunlardan haberdar olmadığını söylemek yanlış olur. Muhtariyetin içeriği ve uygulanma biçimine dair yazıda yer alan ifadelerin 16-17 Ocak 1923’te Mustafa Kemal’in İzmit Basın Toplantısı’nda söyledikleriyle benzerliği de ayrıca altı çizilmesi gereken hususlardan biridir. Mustafa Kemal’de Kürtlere muhtariyetin tedrici (aşamalı) bir şekilde uygulanmasını önerir. Bütün bunların kaynağında ise yıkılan İmparatorluğun yerine kurulacak yeni devletin iki temel unsura (Türkler ve Kürtler) dayanması ve ortak bir vatanda birlikte yaşaması perspektifi vardır.
[i] Yurda Demirel, Şark İstiklal Mahkemesinde Görülen Bir Dava: “Gazeteciler Davası”, s. 299- 344, İstiklâl Mahkemeleri Sempozyumu: bildiriler; Adıyaman, 10-11 Aralık 2015 / yay. haz.: Aynur Yavuz Akengin — Ankara : AKDTYK Atatürk Araştırma Merkezi, 2016
[ii] Makalenin Osmanlıca transkripsiyonunu gözden geçiren, değerli arkadaşım Serhat Bozkurt’a katkılarından dolayı teşekkür ederim. Metnin orijinaline olabildiğince müdahale etmemeye çalıştım. Ancak bazı yerlerde anlaşılması için günümüz Türkçesine çevirdim.
[iii] https://www.numedya24.com/cibranli-halid-beyden-mustafa-kemale-mektup-namik-kemal-yazdi/