Tuğçe Tatari
Öcalan’ın Fatih Altaylı’ya verdiği ve 28 yıl sonra yayınlanan röportajda en önemsediğim nokta -belki de bir önceki süreçten kalma da bir endişeyle- o gün anlatılan ama bir önceki süreçte de aynen yaşayarak deneyimlediğimiz “sürece yönelik olası provokasyon ve suikastlar” konusuna dair bir uyarı niteliği taşıması.
Abdullah Öcalan’a dair yazı yazmak zor iştir Türkiye’de…
Adının başına devletin o dönemki konjonktürüne göre değişen sıfatları koymadan yazarsan o yazıyı, bugün barış süreci var diye dokunmazlar belki ama süreç bittiğinde -ki bu sefer bitmemesi adına varlık göstermesi çok önemli olan alanlardan biri durumundaki barış gazeteciliğini de yüreklendirmek ve üstlenmek gerekir- ilk iş kapını çalarlar. Ben ‘Türk’üm kapımın çalınması ile yaşayacağım süreç propagandadan iddiasıyla yargılanmaya gider, benimle aynı yazıyı yazan bir Kürt ise ihtimal ‘üyelik’ten tutuklanır. Bu aşamada bile ayrım vardır, hep vardı…
Bunları da artık yüksek sesle konuşarak meselenin fotoğrafını en azından bizlerin netleştirmesi gerektiği görüşündeyim.






 
 
											 
											