Kavel Alpaslan
Tarihçi Eric Hobsbawn, Sovyetler Birliğinin çöküşünden sonra başlayacak 21. yüzyılın hemen öncesinde ‘Geleceğin daha önce hiç olmadığı kadar puslu olduğunu’ söylüyordu. Zaman Hobsbawn’ın sözlerini haklı çıkarmakla kalmadı; ilk çeyreği geride bırakırken pusun yoğunlaşarak yerini karanlığa bıraktığına da tanıklık ettik.
Yakın geçmişe bakınca ne görüyoruz? Dünyanın her bir köşesinde gelir eşitsizliği istikrarlı bir şekilde arttı, uzun yılların mücadele birikimiyle kazanılan toplumsal haklar teker teker emekçilerin ellerinden alındı, özelleştirmeler ve güvencesiz çalışma koşulları çalışma hayatını çok daha kırılgan hale getirdi. Önceki nesillere oranla barınmadan beslenmeye her bir temel ihtiyacı karşılayabilmek çok daha zorlaştı.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan uluslararası statüko çözülürken şiddeti durmaksızın artan emperyalist savaşlar, milyonların ölümüne ve göç yollarına düşmesine sebep oldu. Kapitalizm kriz anlarındaki hava yastığı olarak aşırı-sağ hükümetler gündelik siyasetin alışıldık parçaları haline geldi.
Sermayenin dayattığı bu yok oluş, sessiz yaşandı dersek çağımıza haksızlık etmiş oluruz. Aklımıza gelebilecek her ülkede, her bölgede, her kentte, her alanda küçüklü-büyüklü direnişler yaşandı. Bu mücadeleler farklı suretlerle karşımıza çıktı. Ancak onu yeni isimlerle temsil ettiğini söyleyenlerin ardında bıraktığı reformist ‘hayal kırıklığı’ benzerdi.



