Şam hükümeti güçlerinin mezhepçi saldırılarına ve katliamına direnen Dürziler, kamuoyuna açık bir şekilde DSG’den yardım istediler. Bu yardımın Kuzey ve Doğu Suriye’den Güney Suriye’ye doğru bir koridor açılarak yapılması tartışmasına dair hemen hemen tüm cephelerden yorumlar yapıldı.
Sercan ÜSTÜNDAŞ
HTŞ’nin iç savaşlar serisi üzerinden iktidarlaşma stratejisi, kaygıyla ve korkuyla izlediğimiz Süveyda’da yaşananların temel nedenidir. BAAS iktidarının devrilişi ardından başlayan HTŞ iktidarlaşması, Süveyda’daki Dürzi katliamı ile birlikte ideolojik-mezhepçi karakterini çok daha güçlü bir şekilde hayata geçirmeye başladı. Yeni iktidar denemesi de tıpkı BAAS gibi bölge gerçekliğini, halkların talep ve özlemlerini göremiyor, Suriye’nin çeşitliğini reddedip “tekçi” nakarakta takılıp kalıyor. HTŞ, Suriye’nin tamamını kapsayan kurucu bir inşa yerine, Arap milliyetçisi ve Sünni-İslamcılığı temel alan çizgide ısrar ediyor. Ahmed el Şara kendisine dair yapılan “Sakallı BAAS” tespitini tüm pratikleri ile hak ediyor.
ABD’nin desteği ve HTŞ’nin hesabı
ABD’nin Şam hükümetine açık desteği, Donald Trump’ın Ahmed el Şara ile görüşüp birçok meselede anlaşması ve ekonomik yaptırımların kaldırılması ile en yüksek biçimini almıştı. Suriye Geçici Hükümeti tarafından Şam sokaklarındaki bilbordlara Trump’ın fotoğraflarının asılmasına vesile olan bu desteğin hangi yönde kullanılacağı çok kısa bir sürede anlaşıldı. HTŞ’nin 7. ayını aşan hükümet serüveni, Suriye’nin daha büyük ve kapsamlı sorunlarla karşı karşıya kaldığını gösteriyor.
ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack’ın Suriye’de federalizme karşı olduğunu açıklaması ve Şam ile Qamişlo arasında ortaya çıkan gerilim, Özerk Yönetim ile devam eden sürecin iki farklı boyutu olarak algılandı. Ortada devrilen bir masa yok ama ortak bir açıklamanın yapılmaması ve görüşmeden bir fotoğraf karesinin dahi paylaşılmaması müzakerenin tıkandığı değerlendirmelerini destekledi.
Şam Hükümeti, açık ABD desteğini arkasında hissedince Özerk Yönetim’in bazı alanlardan (Derazor, Rakka, Tabqa) çekilmesini dahi talep etti ve hızını kaybeden süreç iki taraf arasında savaşın patlak vereceğine kadar uç değerlendirmelere zemin oluşturdu.
Çeşitli ülkelerle diplomatik ilişkiler geliştiren, bakanlıklar düzeyinde görüşmeler ve anlaşmalar yapan, ekonomik-ticari sözleşmeler imzalayan Şam hükümeti Kürtlere karşı elini güçlendirdiğini düşünmüş olacak ki Özerk Yönetim’in teslim olması anlamına gelecek talepleri kabul ettirmeye çalıştı. Sahada kazandıklarını masada kaybetmeye niyeti olmayan Özerk Yönetim, kırmızı çizgilerini hatırlatarak bekleme pozisyonuna geçti. HTŞ içinden bazı sesler Özerk Yönetim’e yönelik savaş çağrılarını dillendirdi. Bölgede yeni bir savaş mı başlayacak sorusu büyürken Rakka ve Derazor’a kaydırılan DSG’ye bağlı askeri güçler işin görülenden öte anlamlar taşıdığını gösterdi.
HTŞ’nin fotoğrafı: Parçalı bir selefi ittifak
Suriye’de Esad’a karşı silahlı muhalefet hiçbir zaman tek bir bayrak altında toplanamadı. Esad’ın yıkılışını uzatan bu sebebin altında farklı gerici ideolojik şekillenmelerin verdiği parçalanmışlık kadar farklı çıkar çevrelerinin menfaatte anlaşamama gerçekliği de söz konusu. Esad’ın devrilişini yavaşlatan bu parçalanmışlık şimdi de HTŞ’nin merkezi iktidarını sağlamlaştırmasına engel teşkil ediyor. Başına buyruk bu grupların varlığı, ABD Dışişleri Bakanı’nın iç savaş tehdidi olduğunu açıklamasına zemin hazırlıyor. Alevilere ve Dürzilere karşı başlatılan savaşın geciktirdiği, iktidardaki gruplar arası savaş potansiyelinin varlığını es geçmemek gerekiyor.
ABD ve İsrail ile anlaşırken, Türkiye ile stratejik ortaklık kurarken, Rusya’nın hala Suriye’de var olan askeri varlığını kabullenirken, Avrupa devletleri ile kalıcı ekonomik-ticari anlaşmalar geliştirirken ve elbette ki Suriye içindeki Kürtler ve Dürziler olmak üzere diğer güçler ile çözüm yolları ararken Ahmed el Şara, bu iç tehdit gerçekliğini sürekli olarak hesap etmek zorunda kalıyor.
İktidarını kurma ve biriken sorunları çözme iddiasında olan ve kurucu süreci atlatmaya çalışan Ahmed el Şara, küresel ve bölgesel güçlere karşı tavizkar politikalar izlerken Suriye’nin yerel dinamiklerine karşı Beşar Esad’ı aratmayan tekçilik retoriğini tekrarlıyor. HTŞ rejimi Alevilere, Dürzilere ve Kürtlere karşı geliştirdiği politikalarla iç savaşı göze alacak kadar ileri gitmişken, bir yandan da dayandığı Sünni-İslam gericiliği ve Arap milliyetçiliği etrafında bir kitle desteği oluşturmak istiyor.
Bu kamplaşmanın sonu iç savaşın derinleşmesidir. Alevilere yönelik katliamda bu ispatlandı. Süveyda’ya yönelik saldırılarda da görüldüğü gibi mezhepçilik zehri Suriye’de kan akıtmaktan başka bir işe yaramadı.
Akan kanın tek sorumlusu HTŞ’dir!
Sahil kesimindeki katliamlar sürerken Şam iktidarı, Dürzi öz savunma güçlerinin kontrolünde olan Süveyda kentine girmek istedi. HTŞ’ye güvenmeyen ve mezhepçi saldırganlığa karşı önlemini alan Dürziler saldırılara karşı direnme kararı aldı. Büyük kayıplar verme pahasına direnişten vazgeçilmedi ve Süveyda korundu. HTŞ’nin saldırıları katliam boyutuna varınca İsrail devreye girdi ve Şam hükümetinin Başkanlık Sarayı, Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı vuruldu.
İsrail’in mesajı açık. HTŞ ile komşu olmak istenmiyor. Bağrında birçok çete gücü barındıran ve İsrail’i düşman gören güçlerin Süveyda’ya girmesini istemeyen İsrail, saldırıları püskürttü. Şam hükümeti ABD’nin de araya girmesiyle ateşkes imzalamaya ve Süveyda’daki eski statüyü kabul etmeye mecbur kaldı. Suriye’nin birçok bölgesinden toplanan çete grupları ile Dürzilere karşı katliama girişen Şam hükümetinin eline bir kez daha halkların kanı bulaştı ve arkalarında vahşi bir katliam bırakıldı.
Tüm bunlar yaşanırken Suriye’nin iç savaş tarihine yeni birkaç kanlı sayfa daha eklenmiş oldu. Katliamların, kafa kesmelerin, esir alınan Dürzi şeyhlerine yönelik aşağılayıcı işkencelerin, kaçırılan kadınların, yağmalanan ve yakılan kentin görüntüleri unutulmayacak bir şekilde kazıldı hafızalara.
Koridor tartışması ve DSG’ye güven
Şam hükümeti güçlerinin mezhepçi saldırılarına ve katliamına direnen Dürziler, kamuoyuna açık bir şekilde DSG’den yardım istediler. Bu yardımın Kuzey ve Doğu Suriye’den Güney Suriye’ye doğru bir koridor açılarak yapılması tartışmasına dair hemen hemen tüm cephelerden yorumlar yapıldı. Demokratik Özerk Yönetim ve DSG Genel Komutanı Mazlum Ebdi, Dürzilere yardım ulaştırmak istediklerini ve koşulların sağlanmasını dillendirdiler. Bu girişim Şam Hükümeti’ni korkuttuğu kadar Türkiye’de de derinden hissedildi. Bizzat Erdoğan, koridora karşı olduklarını, izin vermeyeceklerini açıkladı. Demokratik Özerk Yönetim ve DSG’yi düşman gören ve Şam hükümeti ile müzakereleri baltalayan Türkiye, bölgedeki niyetinden vazgeçmediğini göstermiş oldu.
Özerk Yönetim bölgelerinden Güney Suriye bölgesine bir geçiş koidorunu bölgede bulunan güçler ile bir konsensus olmadan açmak HTŞ’ye karşı savaş ilan etmek anlamını taşıyor. DSG, bölgede bulunan Tanf’daki ABD destekli ÖSO güçleri ile koordineden ziyade, Şam hükümeti güçleri ile karşı karşıya gelebileceği bir düzlem değil uluslararası bir çözümün parçası için hazır olduğunu beyan etti. Kürtler ile Dürziler arasındaki mesafe coğrafik olarak uzak olsa da son süreçten sonra iki gücün birbirine yakınlaşması inkar edilemez bir gerçeklik yarattı.
Süveyda’daki savaş bir kez daha gösterdi ki Suriye’de devam eden çatışmaların ve derinleşmesi olası kaosun çözümü için Özerk Yönetim’in geliştirdiği “ademi-merkeziyetçi bir model ile yönetilen Suriye” dışında bir alternatif bulunmuyor. Bu alternatif model dün Kürtler ve Kuzey-Doğu Suriye’de yaşayan Arap, Süryani ve Ermeni halklar tarafından savunulurken bugün Sahil kesiminde yaşayan Aleviler ve Süveyda’daki Dürziler tarafından da savunuluyor. Açık bir şekilde “merkeziyetsiz Suriye” şiarının toplumsal tabanı büyüyor. Bir fikir olarak toplum ile buluşan bu şiar politikada da karşılığını buldu. Suriye’nin Kürt, Alevi, Dürzi, Hristiyan ve demokrat Arap çevrelerinin Mazlum Abdi’nin Suriye’nin Cumhurbaşkanlığını üstlenmesine dair talepleri güçlü bir şekilde ifade ediliyor.
Geçiş sürecine kim önderlik edecek?
Ahmed el Şara liderliğindeki geçiş hükümetinin Suriye’nin tamamının sorunlarını çözme potansiyelinin olmadığı anayasa taslağında gösterilen milliyetçi ve İslamcı hedefler, Aleviler ile Dürzilere yönelik geliştirilen katliam ve Özerk Yönetim ile kurulan ama sonuçlarına ulaşamayan müzakere masası pratikleri gösterdi. Suriye’nin biriken sorunları, iç savaşlar yolu ile mi yoksa demokratik yöntemler ve adımlar ile mi çözülecek? Deneyimler gösterdi ki 7 aylık süreci ile HTŞ, iç savaşı derinleştirmek dışındaki diğer seçenekleri uygulamaya yanaşmayacak. Küresel ve bölgesel güçlerin HTŞ’ye verdiği şansın süresinin ne kadar uzayacağından bağımsız olarak, halklar kendi alternatifini yaratma fikri ile daha çok buluşacak.
Bölgede Özerk Yönetim ve Süveyda’daki Dürziler dışında örgütlü politik bir güç bulunmuyor. Hristiyanları birleştirecek politik bir hedef-örgütlülük veya Alevileri çatısı altında toplayacak bir düzey oluşmuş değil. HTŞ politikalarına razı olmayan demokrat Araplar da Özerk Yönetim alanları dışında bir araya gelmiş ve birleşmiş değil. Tüm bu güçlerin birliğine şimdilik uzun bir zaman var. HTŞ de gücünü bu parçalanmışlıktan alıyor.
Örgütlü halde olan başta Özerk Yönetim ve Dürziler olmak üzere, Suriye’nin diğer tüm kesimleri Şam’ı gerici-katliamcı HTŞ’ye bırakmamak için sürecin önderliğine doğru perspektif belirlemeleri gerekiyor. Bu gereklilik iktidar olma arzusu değil, HTŞ’nin toplumun tamamına karşı başlattığı savaşın durdurulması için tek gerçek strateji olarak karşımızda duruyor.
Şam ne kadar uzak?
HTŞ’nin iç savaşlar serisi üzerinden iktidarlaşma stratejisinin alternatifi olarak tüm Suriye’nin önünde Rojava modeli dışında bir seçenek bulunmuyor. Dün Rojava Devrimi “ayakta kalmak” “direnmek” mottoları üzerinden kendini kurgularken bugün “Şam’a yürümek”, “Sahil halkı ile buluşmak”, “Güney Suriye’ye koridor” başlıklar ile siyaset üretiyor. “Merkeziyetsiz Suriye” ile tekçi zihniyetin çarpışmasının yankıları yükseliyor.
Şam’ın bir iktidar hevesi ile ele geçirilmesi değil, iç savaşların durdurulması gerçek ihtiyacına bağlı olarak tüm Suriye’nin demokrasi talebine yanıt olmak başka türlü bir sonuç doğurmuyor. Kürtler, demokrat Araplar, Dürziler, Aleviler ve Hristiyanlar ortaklaşma zemini büyüyor. Rojava Devrimi’nin 13. yıl kutlamalarında öne çıkan “Suriye’nin demokratik temelde yeniden inşasına katılma çağrı”sı da bu temelde okunmalı.