Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Şiyar Dicle yazdı |

Sinema ve sürgün: Diasporada kimlik arayışının perdesi

Şiyar Dicle yazdı |

Berlin’de devam eden Kürt Film Festivali, yalnızca Kürt sinemasının son dönem ürünlerini sergileyen bir platform değil; aynı zamanda sürgün, diaspora ve kimlik meselelerinin tartışmaya açıldığı bir kültürel alan olarak da dikkat çekiyor.

Şiyar DiCLE

Avrupa’nın farklı kentlerinde düzenlenen benzer festivallerin ortak özelliği, Kürt sinemasını bir estetik deneyim olmanın ötesine geçiyor. Film festivalleri, politik bir bellek ve toplumsal hafıza mekanı haline getirmek için yoğun çaba sarf ediyor.  Çünkü bu festivallerde gösterilen filmler yalnızca bireysel hikayeleri, çekim tekniklerini aktarmakla kalmaz; aynı zamanda yasaklanmış dilleri, bastırılmış kimlikleri ve zorunlu göçlerin yarattığı kolektif travmaları perdeye yansıtır.

Tam da burada sinema, salt sanatsal bir ifade aracı olmaktan çıkar, kaybolmaya yüz tutmuş belleğin taşıyıcısı ve yeniden inşasının bir aracı haline gelir.

Bu nedenle Kürt film festivalleri, yalnızca bir estetik etkinlikten çok daha fazlasıdır; sürgünde yaşayan bir topluluğa belleğini koruma ve gelecek kuşaklara aktarma işlevi görür.

Sinemanın varoluşundan bugüne sürgün teması, sinemanın en güçlü anlatı damarlarından başındadır. Özellikle Kürt sinemasında sürgün; bir yerinden edilme hali, mekansızlık ve sürekli bir aidiyet arayışı olarak görünür.

Bu yıl 15’ncisi düzenlenen Berlin’deki Kürt Film Festivali programında da görüldüğü üzere filmler, yalnızca kaybedilen coğrafyayı değil, kaybolan dili, belleği ve hatta gündelik hayat pratiklerini yeniden kurmaya çalışır. Bu yönüyle Kürt sineması, sürgünün estetiğini seyirciyle buluşturur. Uzak bir mezranın sessizliği veya Avrupa metropollerinde kaybolan bakışlar… Hepsi, sürgünün sinemadaki yankılarıdır. Berlin’deki festivalin film seçkisi, kimliğin parçalanmışlığını ve yeniden kurulumunu görünür kılar. Bir yandan anadil yasakları ve zorunlu göçleri konu alan filmler, diğer yandan Avrupa’da büyüyen genç kuşakların kimlik çatışmalarını işleyen yapımlar yer alır. Böylece festival, diaspora kimliğinin hem kırılganlığını hem de yeniden üretme potansiyelini tartışmaya açar.

Berlin Kürt Film Festivali’nin bir diğer dikkat çeken yanı ise yalnızca bir gösterim alanı olmadığıdır. Festival aynı zamanda bir politik mekandır. Filmlerin yanı sıra; tartışmaları, sergiler veya okumalar gibi destekleyici etkinlikler sürgün deneyiminin paylaşılması için kolektif bir zemin oluşturur. Bu bağlamda festival kültürel bir direniş biçimi üretir.

Bu bağlam ile birlikte Berlin’de başlayan festival, Kürt sinemasının sürgünle kurduğu bağı görünür kılarken, aynı zamanda yeni kuşak yönetmenlere kimliklerini sinema aracılığıyla yeniden tanımlama imkanı sunar. Böylece Kürt film festivalleri, sinema ile sürgün arasında bir köprü işlevi görür: Geçmişin travmalarını, bugünün kimlik mücadelelerini ve geleceğin özgürleşme ihtimalini aynı perdede buluşturur.

Programda yer alan film seçkisinde ise hem Kürdistan coğrafyasından hikayeler hem de Avrupa’daki genç kuşakların kimlik arayışlarını yansıtan filmler dikkat çekiyor.

Örneğin Veysi Dağ’ın yönettiği “Bêwar: Kurdish Asylum Seekers in Tel Aviv”, İsrail’deki Kürtlerin görünmez yaşamlarını ortaya koyuyor. Bu film, sürgünün katmanlı doğasını – yani diaspora içinde diaspora deneyimini – seyirciyle buluşturuyor

Hanna Polak’ın “Angels of Sinjar” adlı belgeseli ise Êzidî kadınların yaşadığı soykırımı ve sonrasındaki direnişini anlatıyor. Bu yapım, kimliğin yalnızca bir kültürel aidiyet değil; aynı zamanda politik bir direniş hattı olduğunu hatırlatıyor.

Mehmet Ali Konar’ın “When the Walnut Leaves Turn Yellow” adlı filmi, köy yaşamı ve göç arasındaki kırılgan ilişkiyi işlerken, sürgünün yalnızca mekansal bir kopuş olmadığını, aynı zamanda kültürel bir hafızanın kaybı anlamına geldiğini gösteriyor.

Festivalin kısa film seçkileri ise Avrupa’da büyüyen yeni kuşakların kimlik arayışlarına ışık tutuyor. “Our Name is Foreigner” ya da “Girls Don’t Play Sports” gibi yapımlar, genç Kürtlerin Avrupa kentlerinde karşılaştıkları kimlik çatışmalarını ve aidiyet sorunlarını görünür kılıyor.

Bütün bu örnekler, Berlin’deki festivalin yalnızca Kürt sinemasının estetik başarısını sergilemediğini, aynı zamanda sürgünle şekillenen kolektif bir belleği gün yüzüne çıkardığını gösteriyor. Filmler, farklı mekanlarda, farklı dillerde ve farklı kuşakların gözünden aktarılsa da ortak bir tema etrafında birleşiyorlar: sürgün ve var olma ile şekillenen kimliğin sinemada kendine yer açma çabası.

Benzer Haberler