Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Türklük, Kürtlük, Türkiyelilik-4

Türklük, Kürtlük, Türkiyelilik-4
Namık Kemal DİNÇ

Serinin dördüncü yazısında, 1919-1923 arasındaki dönemi ele alacağız. Bu zaman aralığı, birçok açıdan olduğu gibi kimlik tartışmaları açısından da bir ara dönemdir. Savaş dönemi izlenen İttihatçı Türkçülüğün ardından, Müslüman unsurların, İslam ortak paydasında bir araya geldikleri bu dönemde; gayrimüslimler devlette temsiliyet ve millete dâhil edilmenin dışında tutulmuşlardır. Millet ve milli tabirleri İslam unsurlarının birliğini ifade edip, ümmetle eş anlamlı kullanılmıştır.

1919-1923 Ara Dönem

İzmir’in Yunanistan tarafından işgali, bununla paralel olarak şarkta bir Ermenistan kurulma ihtimali, bu ortaklığın temel motivasyonlarıdır. İfadesini ise zaman içerisinde Misak-ı Milli ve I. TBMM’de bulacaktır. Bu ortaklığın simgesi olan Ankara’daki Meclis, sonradan ismi Türkiye olarak belirecek devletin nüvesi olacaktır. Birinci Meclis, sadece Türk’ü ya da sadece Kürt’ü değil, “milli sınırlar” içerisindeki bütün Müslüman unsurları temsil etme iddiasındadır.

Birinci Meclisin tutanakları incelenecek olursa, Türk, Kürt, Laz, Çerkes, Arap, Arnavut gibi Müslüman unsurların isimlerinin ayrıcalık ya da üstünlük ifade etmeden serbestçe kullanıldığı görülür. Yine Kürdistan, Lazistan gibi tarihsel coğrafya isimleri sıklıkla kullanılmakla kalmamış; Kürdistan mebusu, Lazistan mebusu gibi sıfatlarda kullanılmıştır. Bu ara dönemin bir özelliği de Türkiyeli ve Türkiyeliler ifadelerinin sık kullanılmış olmasıdır.

Müslümanlık Sözleşmesi

Barış Ünlü, Türklük Sözleşmesi’ni değerlendirirken 1924’e kadar süren bu ara dönemde Müslümanlık Sözleşmesi’nin yürürlükte olduğunu söyler[i]. Dönemin temel figürü olan Mustafa Kemal ve birlikte hareket ettiği kadro, Erzurum ve Sivas Kongresi’nden başlamak üzere adım adım bu sözleşmeyi siyasal bir harekete dönüşmüştür. Hareketin bütün temel kararlarında (Erzurum-Sivas Kongreleri, Amasya Protokolleri, Misak-ı Milli vb) bunu görmek mümkün. Örneğin, Sivas Kongresi’nin bir numaralı kararında aynen şu ifade vardır:

Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihindeki sınır içinde kalan ve ezici çoğunluğu Müslüman olan Osmanlı ülkesi toprakları birbirinden ayrılmaz ve hiçbir bahane ile bölünmez bir bütündür. Osmanlı ülkesinde yaşayan bütün Müslümanlar birbirlerine karşı saygı ve fedakârlık duygularıyla dolu, ırkî ve içtimaî haklarına ve mahallî şartlarına riayetkâr öz kardeştirler”.

Wilson Prensipleri’nin 12. maddesinde “Türk çoğunluğun bulunduğu topraklarda devletin egemenlik hakkına sahip olduğu” söylense de Mustafa Kemal hareketi, Müslüman çoğunluk ifadesini kullanır. “Müslümanların çoğunluğu oluşturduğu bu topraklar ayrılmaz bir bütündür” der. Devamında söylediği çok daha önemlidir. “Bütün Müslümanlar birbirlerine karşı saygı ve fedakârlık duygularıyla dolu, ulusal ve toplumsal haklarına ve yerel koşullarına saygılı öz kardeştir[ii].

24 Nisan 1920’de Meclis açıldıktan bir gün sonra yaptığı konuşmada ise daha net bir şekilde bütün unsurların “ırki, yani ulusal hakları ve imtiyazlarını kabul ve tasdik edeceğiz” der. Ama bunun şimdi zamanı değil, ayrıntılarını vakti geldiğinde konuşuruz, yaklaşımındadır:

Bu hudut meselesini tespit eden maddenin içerisinde büyük bir esas vardır. Fazla olarak o da bu vatan hududu dâhilinde yaşayan İslam unsurlarının her birinin kendine mahsus olan muhitine, adetlerine, ırkına mahsus olan imtiyazları bütün samimiyetle ve mukabilen kabul ve tasdik edilmiştir. Bittabi bunun teferruat ve tafsilatı yoktur. Çünkü bu tafsilat ve teferruata girmenin zamanı da değildir”.

Büyük Millet Meclisi’nde Türklük Tartışması

Meclisin açılmasından bir hafta sonra, 1 Mayıs 1920’de Sağlık Bakanlığı’nın (Sıhhiye Nezareti) teşkilat yapısı ve faaliyetleri tartışılırken, Kastamonu mebusu Yusuf Kemal (Tengirşek) Beyin yaptığı konuşma Türklük vurgusundan dolayı tepki çeker.

Yusuf Kemal Bey: “Çünkü sıhhat [sağlık] olmazsa, çünkü Türklük bulunmazsa, o Türkler üzerine bina edeceğimiz hiçbir iş kalmaz. Ne dâhilî iş ve ne de harbiye işi kalır. Türkleri muhafaza etmek [korumak] için evvelâ sıhhati muhafaza etmeli… Türklüğü bitiren hastalıkları bir an evvel kaldırmazsak, eğer Türk ailesinin, Türk ferdinin refahını temin edecek esbabı istikmal etmezsek [koşulları tamamlamazsak] hepsi boştur, ne yaparsak yapalım hepsi boştur”.

Konuşmadaki Türk ve Türklük vurgusuna tepki gösteren kişi Sivas mebusu Emir Paşa olur. 19. yüzyılın ortalarında Kafkasya’dan göç eden Abhaza bir ailenin çocuğu olarak Sivas’ta doğan Emir Paşa, Yusuf Kemal Beyin konuşmasına itiraz eder:

Emir Paşa: “Rica ederim ki, yalnız Türklük namını istimal etmeyelim [kullanmayalım]. Çünkü, Türklük namına biz buraya cemolmadık [toplanmadık]. Rica ederim yalnız Türkler değil, Müslümanlar demek, hattâ Osmanlı demek kâfidir… Bu vatanda Çerkes, Çeçen, Kürd, Lâz ve daha birtakım kabaili İslâmiye [İslam topluluğu] vardır. Bunları hariçte bırakacak tefrikaya [ayrılığa] bâis [sebep] olacak söz söylemeyelim… Yalnız tefrikayı [ayrılık] icabedecek hiçbir söz söylenilmemesini tekrar temenni ediyorum”.

Emir Paşa’nın itirazı tartışmayı daha da büyütecek bir seviyeye varacak kaygısıyla Mustafa Kemal söz alır. Birçok yerde alıntı yapılan konuşmasını, bu tartışmayı sonlanmak amacıyla yapar:

Mustafa Kemal Paşa: “Efendiler, meselenin bir daha tekerrür etmemesi ricasıyla bir iki nokta arz etmek isterim. Burada maksudolan [kastedilen] ve Meclisi Âlinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Lâz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasırı İslâmiyedir, samimî bir mecmuadır [bütündür]… Muhafaza ve müdafaasıyla iştigal ettiğimiz [uğraştığımız] millet bittabiî bir unsurdan ibaret değildir… ve yine kabul ettiğimiz esasatın [esasların] ilk satırlarında bu muhtelif anasırı İslâmiye ki: Vatandaştırlar, yekdiğerine karşı hürmeti mütekabile [karşılıklı hürmet] ile riayetkardırlar [saygılı] ve yekdiğerinin her türlü hukukuna, ırki, içtimai, coğrafi hukukuna daima riayetkar olduğunu tekrar ve teyit ettik ve cümlemiz bugün samimiyetle kabul ettik.”

Dönemin kimlik tartışmaları anlamında, önemli bir konuşmaya imza atar Mustafa Kemal. Tartışmaya mahal vermeyecek şekilde, Müslümanlık üst kimliğinde bir araya gelindiğini söyler ve bunun çerçevesini çizer. Meclisin, sadece bir unsurun kurtuluşu için bir araya gelmediğini, belirlenen milli sınırlar içerisinde bulunan, bütün unsurların kurtarılmasını hedeflediğini belirtir. Alıntı uzun olduğu için yer vermedim ama milli sınırları, özellikle güney sınırını ayrıntılı olarak tarif eder; Musul ve Kerkük’teki Türk ve Kürt varlığına vurgu yapar.

Devamında söyledikleri ise çok daha önemlidir. Kabul edilen esasların (yani ilkelerin) ilk satırlarına atıf yapar ki, doğrudan Erzurum ve Sivas kongreleri ve Misak-ı Milli’yi işaret eder. Zira bu metinlerin kararlarını içeren ilk maddeleri, yukarıda Sivas Kongresi’nin ilk maddesinde olduğu gibi, vatanın belirlenen sınırlarıyla birlikte, bütün İslam unsurlarının ırki (ulusal), toplumsal ve coğrafi hukukuna saygı duyulacağı, bir anlamda bu hukukun gereğinin yapılacağını teyit etmektedir. Konuşmasında tekrar ilk metinlere referans vererek Mustafa Kemal, sözünün arkasında durduğunu ve yanlış anlamalara mahal verilmemesini söylemektedir.

Birinci TBMM’de Türkiyeli Tartışması

5 Kasım 1921 tarihinde, köy ve nahiye kanunu layihası görüşülürken, 8. maddede geçen Osmanlı ibaresi tartışmaya sebep olur. “Her Osmanlı bir nahiyenin nüfus siciline kayıt olmak zorundadır” ifadesine itiraz sesleri yükselir. “Osmanlı ne demek, her Türk denmeli” sedaları yükselince Erzurum mebusu Hüseyin Avni Bey, “Türk olmayan ne yapacaktır?” diye sorar. Cevap, Kastamonu mebusu Yusuf Kemal Beyden gelir ve “Türk demek Türkiyeli manasına gelir” der, yani herkesi Türk olarak tanımlar.

Osmanlı tabirini savunanlar da vardır. Ertuğrul mebusu Necip Bey, 1921 Anayasasına aykırı olacağını söyleyerek karşı çıkar. “Bunun yerine Türk desek gerçekte yalnız biz Türkleri kastetmiş oluruz. Onun için bendeniz vatandaş denilmesini teklif ederim” der. Meclis salonundan “Her fert denmeli” sesleri duyulur.

Malatya mebusu Fevzi Efendi, Osmanlı kelimesinin iftihar edilmesi gereken, en güzel kelime olduğunu söyleyince; Erzincan mebusu Emin Bey, Necip Beyle aynı gerekçelerle karşı çıkıp, Osmanlı yerine “her fert” tabirinin kullanılmasını savunur. Osmanlı kelimesi bir millet ismi değildir diye söze giren Kütahya mebusu Besim Atalay; kabile ismiyle anılma zamanının geride kaldığını söyleyerek, “Türk ismi veyahut Türkiyeli isminin uygun olacağını” savunur.

Bu arada kanun maddesinde geçen “Osmanlı” isminin değiştirilmesi için dört önerge verilir meclis başkanlığına:

Birinci önerge; “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine mensup her fert” ifadesiyle değiştirilmesini. İkinci önerge; “Her Osmanlı” yerine “Her fert” ibaresinin kullanılmasını. Üçüncü önerge; “Her Türkiyeli” kelimesinin ikame edilmesini. Dördüncü önerge ise “Osmanlı” kelimesi yerine “vatandaş” yazılmasını teklif eder.

Meclis Başkanvekili Hasan Fehmi Bey, tartışmayı uzatmadan bitirmek ister. Birinci önergeyi oylamaya sunar, kabul edilince, diğer önergeleri sunmaya gerek yok diyerek, diğer maddeye geçer. Ancak Birinci TBMM’nin kıdemli muhaliflerinden Erzurum mebusu Hüseyin Avni Bey, söz alarak son konuşmayı yapar. Osmanlı yerine Türkiyeli tabirinin kullanılmasını savunur:

Hüseyin Avni Bey: “(Türkiye) kelimesi üzerine. Bu mühim meseledir. Her gün şu kürsüden ve saireden şöyle böyle deniliyor. Rica ederim Fransa milletine ne diyorlar? Fransalı. Türkiye namına izafeten Devlet olamaz, hiç bir yerde bu yoktur, zamanıyla bizde bir hata olmuş, devam ettirmeyelim. Türkiyeli denince her millet dâhildir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine mensup dolambaçlı bir isimdir. Bu isim (Türkiye Devleti) dir. Türkiye tâbiiyetini haiz olan her kimse Türkiyelidir. Türkiye kelimesiyle iktifa etmeli [yetinmeli]…”.

Mustafa Kemal, Türkiyeli tabirini nerede kullandı?

Mustafa Kemal’in Türkiyeli tabirini kullandığı üç dört metin mevcut. Bu metinlerin iki ortak özelliği var: İlki, iç politikaya dönük değil, dış politikaya, yani diplomatik temaslar için üretilmiş olmasıdır. İkincisi ise, ağırlıklı olarak doğudaki devletlere; yani Asyalı ve Sovyetler Birliğine bağlı devletlere gönderilmiş olmasıdır. Bu tesadüf müydü, yoksa izlenen siyasetin doğal bir sonucu muydu, yoruma açık. Yorumu okuyanlara bırakarak, ilgili metinlere bakalım.

19 Aralık 1921’de Sovyet etkisindeki Ukrayna hükümetinin olağanüstü büyükelçisi olarak atanan General Frunze’ye hitaben yayınladığı metinde Türkiyeli tabirini kullanır. General Frunze’nin Kızılordu’daki askeri başarılarını coşkuyla selamladıktan sonra şöyle söyler:

“Hürriyetini, bağımsızlığını ve hayat hakkını zulme karşı müdafaa edenlerin davası olan mukaddes ve haklı davamıza Sovyet Ukrayna’nın gösterdiği alaka ve muhabbetten dolayı Türkiya halkı ve Türkiya Büyük Millet Meclisi namına teşekkür ederim.

Emperyalizmin en şiddetli taarruzlarına hedef olan Türkiya ve Türkiyalılar Karadeniz’in öbür tarafında aynı ihtiraslara karşı mücadele eden milletler bulunduğunu bilirlerdi…”[iii]

Mustafa Kemal, Türkiya Büyük Millet Meclisi Reisi ve Başkumandan sıfatıyla, 20 Aralık 1921’de, Ukrayna Şuralar Kongresi Reisi Petrovski’ye ve Umum Rus Şuraları ve Müttefik Devletler Kongresi Reisi Kalinin’e hitaben yazdığı mektupta ise şu ifadeleri kullanır:

“Bağımsızlık mücadelemizde bizim için büyük ölçüde kuvvet vasıtası olan bu kıymetli dayanışmanın yüksek maksatlarımızın elde edilmesi için en açık ve maddi delil olduğunu tekrar eyler ve bu vesile ile Türkiyalıların yegâne temsilcisi bulunan Büyük Millet Meclisi’nin selam ve muhabbetlerini arz ederim”[iv].

2 Mart 1922’de, Afgan sefiri Ahmet Han’ın nutkuna verdiği cevapta ise: “…Biz Türkiyalılar Asyai bir milletiz, Asyai bir devletiz…”[v] der.

Netice itibarıyla

Müslümanlık Sözleşmesi üzerine inşa edilen I. TBMM; farklı siyasal eğilimlere sahip gruplar bulunması, Kürtlerin, İslami çevrelerin, sosyalistlerin temsili ve serbest tartışma ortamıyla cumhuriyet döneminde örneğine rastlanmayan, nispeten demokrasinin daha fazla işlediği bir deneyimdir. Kabul ettiği anayasanın adem-i merkeziyetçiliği benimsemesiyle de istisnadır. Tekçi değil, çoğulcu bir niteliğe sahiptir. Dolayısıyla kimliklerin kendini ifade etmesi anlamında, sonraki dönemlerle kıyaslanmayacak derecede saygılı, o günkü tabirle riayetkârdır. Zaman zaman Türklük üzerinden domine edilmek istense de, karşı direnç buna müsaade etmemiştir.

I. TBMM’nin 16 Nisan 1923’te kapanması, Müslümanlık Sözleşmesi’nin, aynı zamanda Türk-Kürt ortaklığının da sonunu ifade eder. Ağustos 1923’e kadar süren seçimler sonucunda I. TBMM’de muhalefette yer alan bir tek mebus seçilemez. II. TBMM, neredeyse tamamıyla Mustafa Kemal’in belirlediği isimlerden oluşur. İlk icraatı ise I. TBMM’nin itiraz ettiği Lozan Antlaşması’nı onaylamak olur. Lozan’ın imzalanması, ardından Cumhuriyetin ilanı, sonrasında yeni anayasanın kabul ile birlikte Türkiye; tekçi, farklılıkları yok etmeyi hedefleyen bir rotaya kayar. 16 Nisan 1923’ten 20 Nisan 1924’e, yani yeni anayasanın kabul edilmesine kadar geçen bir yıllık sürede, Türkiyelilik tartışmaları açısından ilginç gelişmeler yaşanır. Merkezinde anayasa tartışmalarının yer aldığı bu gelişmeleri başka bir yazıda ele alacağım.


[i] Barış Ünlü, Türklük Sözleşmesi’nin İmzalanışı (1915-1925), Mülkiye Dergisi, 38(3), 2014, s. 47-81.

[ii] https://islamansiklopedisi.org.tr/sivas-kongresi

[iii] Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, Cilt 12, sayfa 153.

[iv] Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, Cilt 12, sayfa 156.

[v] Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, Cilt 12, sayfa 297.

Türklük, Kürtlük, Türkiyelilik – 3

Türklük, Kürtlük Türkiyelilik -2

Türklük, Kürtlük, Türkiyelilik

Benzer Haberler