Ancak ne Kürtler ne de İran’ın özgürlük arayan halkları bu iki taraftan birini seçmek zorunda değiller. Örneğin başta Türkiye’dekiler olmak üzere azımsanmayacak sayıdaki sol-sosyalist parti İran rejiminin desteklenmesini savunurken İran’daki sol-sosyalist partiler başka bir yolu tercih ediyor.
Sercan ÜSTÜNDAŞ
İsrail ordusunun İran’ın en üst düzey askeri kurmayına ve nükleer tesislerine yönelik hava saldırıları ile başlayan savaş, tüm çevrelerde seviyesi yüksek bir tartışmayı beraberinde getirdi. Savaşa karşı alınacak tutum, başta Kürdistan ve Türkiye merkezli parti, örgüt ve aydınlarda günün politik görevleri ile buluşabilmek için oldukça önemli bir gündem oluşturuyor. Her savaşın taraflaştırmalar doğurduğu gerçekliği bu yeni savaşta da yaşanıyor. İsrail’in veya İran’ın yedeğine düşen eğilimler ile 3. cephe siyasetini örmek isteyen eğilimler arası tartşma alevleniyor.
Kürtlere Yöneltilen Yanlış Soru: Kimin Tarafındasın?
İran-İsrail savaşının başlamıyla birlikte özellikle bütün siyasal özneler hızlı bir saflaşmayı yaşamak durumunda kaldı. Bu anlamda kamuoyuna yansıyan iki temel eğilim söz konusu. İlk eğilimin başını azımsanmayacak sayıdaki sol-sosyalist örgüt ya da partiler çekiyor. Bu kesimin görüşlerine göre, yaşanan savaşta herkesin İsrail karşısınıda “molla rejiminin” yanında olması ve bu despotik rejimi saldırılar karşısında desteklemesi gerekir. Çünkü İsrail, dünyanın hegemonik güçlerinin başında gelmektedir. Bu yüzdendir ki İsrail’e karşı kim savaşıyorsa onun yanında durmak zorunludur. Bu yüzden de başta Kürtller olmak üzere İran’ın bütün özgürlükçü kesimlerine bir an için rejim karşıtlığına ara vermeyi ve düşman İsrail’e karşı birlik olmayı salık vermektedirler.
Bir diğer eğilim ise, Kürtlerin kayıtsız şartsız İsrail’I desteklemesi ve bu hegemonik güce yedeklenmesini salık veren düşünüş tarzıdır. Özellikle demokratik-özgürlükçü çizgi dışındaki siyasi parti ve örgütler bu yaklaşımın temsilcileri olmuşlardır ve Kürtler için de tek kurtuluşun bu olduğunu söylemektedirler.
Ancak ne Kürtler ne de İran’ın özgürlük arayan halkları bu iki taraftan birini seçmek zorunda değiller. Örneğin başta Türkiye’dekiler olmak üzere azımsanmayacak sayıdaki sol-sosyalist parti İran rejiminin desteklenmesini savunurken İran’daki sol-sosyalist partiler başka bir yolu tercih ediyor.
İran’da Yıkılmayan Sosyalist Gelenek
1979 yılındaki İran-İslam Devrimi’nde devrik lider Muhammed Rıza Pehlevi kadar olmasa da büyük darbe altında ezilen güç İran solu olmuştu. Başta İran Kitlelerinin Partisi (TUDEH) olmak üzere sol, 70’li yılların sonuna kadar Şah’a karşı Humeyni’yi desteklediler. Gerçekleşecek devrimin sosyalist bir devrime zemin hazırlayacağı ümidi ile işçi sınıfı, üniversite öğrencileri, ordu mensubu olan geniş bir TUDEH kitlesi Şah’a karşı mücadelede yer aldı. Ancak İslam Devrimi’nden sonra TUDEH başta olmak üzere sol partiler yasadışı ilan edildi, katliamlar yaşadı, üye ve yöneticileri ‘devrim’in hapishanelerine dolduruldu.
Molla rejimi tarafından düşman ilan edilen İran Solu çalınan devrimden 46 yıl sonra yaşanan savaş durumunda bir alt üst oluşun arifesinde olunduğunun altını çiziyor. Yapılan açıklamalarda tamamen yozlaşmış ve suçlu İslam rejiminden kurtulmaya kararlı olan İran halkının kitlelerine sesleniliyor ve çürümüş iktidara karşı mücadele çağrısı yapılıyor.
14 Haziran 2025 tarihinde “İran Sol ve Komünist Güçler İşbirliği Konseyi” adına yapılan açıklamada “İran halkının çoğunluğunun hiçbir savaşta İslam rejiminin yanında olmayacağı bir kez daha kanıtlandı. İran halkının gerçek savaşı, tüm İslam rejimine karşı devrimci bir şekilde devrilmek için verilen savaştır.” vurgusu savaşa dair alınacak tutumun özeti oldu. ‘Kahrolsun İslam Cumhuriyeti’nin kapitalist rejimi!’ sloganı ile biten açıklamayı Konsey içerisinde yer alan “Sosyalist İşçi Sendikası, İran Komünist Partisi, Komünist İşçi Partisi-Hekmatist, İşçi Yolu Örgütü, Fedayan Örgütü (Azınlık) ve Azınlık Çekirdeği” adlı örgütler imzaladı.
İran İşçi Komünist Partisi de açıklamasında “Partimiz tüm gücüyle İran halkının yanında yer almakta ve ülke içinde ve dışında tüm kaynaklarını kullanarak İslam Cumhuriyeti’ni devirmeye çalışmaktadır.” denildi. İran’daki Siyasi Tutukluların Serbest Bırakılması Komitesi de hapishanelerde bulunan binlerce siyasi tutsak için “Uluslararası toplumun İslam Cumhuriyeti rejimine yönelik baskıyı artırarak yasadışı eylemlerin durdurulmasını ve tutukluların güvenliğinin sağlanmasını talep ediyoruz.” dedi.
Açıklamalardan da görüldüğü gibi İran solu, geçmişin deneyimlerine de yaslanarak, Molla düzenine sahip çıkmak yanılsamasına düşmüyor.
Rojhilat (Doğu Kürdistan) Kürt Partilerinin Tutumu
Savaşın önemli arenalarından biri olan Rojhilat’da (Doğu Kürdistan) örgütlü bulunan PJAK, yaptığı açıklama ile İran halkının savaş ve diktatörlük arasında seçim yapmak zorunda olmadığını belirterek, tüm İran halklarına ‘Öz Yönetim’ ve örgütlenme çağrısı yaptı. Savaşa dair “iktidarların çıkar hesaplarının bir sonucu” diyen PJAK, İran’daki rejimin halka karşı sürdürdüğü baskı politikalarının, halkı bu savaşa karşı radikal bir pozisyona taşıdığını kaydetti.
İran Kürdistan Demokrat Partisi de yaptığı yazılı açıklamada İran’daki mevcut durumun İslam Cumhuriyeti’nin politikalarının kaçınılmaz sonucu olduğu vurgulanarak İran rejiminin iktidarda kaldığı sürece durumun yalnızca kötüleşeceğinin altı çizildi. Bir diğer Kürt partisi Kürdistan Özgürlük Partisi (PAK) açıklamasında da “İran rejiminin tamamen sona ermesi ve Tahran’ın çöküşü, halkların genel ayaklanmasına dayanıyor ve halkın genel ayaklanmasının 46 yıllık suç ve yağma yönetimini sona erdireceğini umut ediyoruz” denildi. Her üç Kürt partisinin savaşa ve nasıl bir gelecek kurmak gerektiğine dair net bir ortaklaşmaları ve hali hazırda ortak cephe girişimleri bulunmasada da, yaşanan kaos-savaş durumunda İran diktatörlüğünün yıkılması ve Kürtlerin özgürlüğü için harekete geçmek gerektiği fikri öne çıkıyor.
Lenin’den Bahsedenler ama Lenin’i Anlamayanlar
Elbette başta PJAK olmak üzere İran’da sol-sosyalist güçlerin 3.Yol’un inşasına aday olmaları ve bu perspektifle hareket etmeleri oldukça önemlidir. Bu çizginin halklara büyük kazandırdığı Rojava Devrimi ile ispatlanmıştır. Bu yüzdendir ki egemen-hegemonik güçlerin bu çizgiye savaş açması anlaşılır bir durum.
Ancak Türkiye’li sol-sosyalist güçlerin, Kürt Özgürlük Hareketi’nin temsil ettiği ve egemen güçlere değil halklarla ittifakı öne çıkaran 3.çizgiye karşı aldıkları tutum kabul edilebilir gibi değil. Üstelik bu eleştirileri ideolojilerinin kaynağı olan Lenin’e dayandırarak yapıyorlar.
Ancak unuttukları şu ki Lenin’in I. Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında geliştirdiği strateji, emperyalist savaşlarda taraflardan birini desteklemek yerine, her ülke devrimcilerinin kendi ülkesinin yenilgisini savunması ve işçi sınıfının-ezilenlerin tüm taraflardan bağımsız mücadelesini önceler. İran solu ve Kürtler bu stratejiyi güncelleyerek, İslam Cumhuriyeti’ni bir “kapitalist-diktatoryal” rejim olarak tanımlıyor ve savaşın halk üzerindeki yıkıcı etkilerini bertaraf etmek için rejimin devrilmesini temel hedef olarak görüyor. Lenin’in bu teoriyi savunduğu dönemde “Alman ajanı” olarak suçlaması gibi günümüzde de özellikle Türkiye solu tarafından İran Solu ve Kürtlerin izlediği strateji “İsrail ajanlığı” olarak yaftalanmaya başlandı. İran Molla Rejimi’nin İsrail’e karşı savunulmasını öngören bu yaklaşım, İran rejiminin karekterini görmediği gibi halklarının 46 yıllık diktatörlük altında yaşadığı gerçekliğini de anlamıyor.
İran’daki sol-sosyalist partiler ve Rojhilat Kürt partileri, İsrail-İran savaşına karşı “devrimci yenilgicilik” stratejisini güncelleyerek, İslam Cumhuriyeti’ne karşı halk merkezli bir mücadele perspektifi sunuyor. Her iki kesim de, savaşın rejimin baskıcı politikalarının bir uzantısı olduğunu savunarak, ne İran rejimini ne de İsrail’i destekleyen bir “üçüncü cephe”yi inşa etmeyi hedefliyor. İran solu, işçi sınıfı öncülüğünde sosyalist bir devrim perspektifiyle hareket ederken, Kürt partileri ulusal özgürlük ve öz yönetim taleplerini öne çıkarıyor. Ancak her iki kesim de, rejimin devrilmesini ve halkların birleşik mücadelesini ortak bir hedef olarak görüyor.
Bu süreçte özellikle Türkiye solunda yankı bulan yaftalamalar, halkların bağımsız mücadelesine duyulan inançsızlığı yansıtıyor. İran solu ve Kürt hareketinin nesnel olarak ortaklaşması, rejime karşı birleşik bir halk ayaklanması için umut verici bir zemin sunarken, bu süreç Türkiye soluna da önemli bir siyaset laboratuvarı olarak dersler sunuyor. İslam Cumhuriyeti’nin çöküşü, yalnızca İran halklarının değil, bölgedeki tüm ezilen halkların özgürlük mücadelesini güçlendirecek bir dönüm noktası olabilir. Bu nedenle, savaşın kaosundan doğan fırsat, halkların birleşik direnişiyle değerlendirilmelidir. Tıpkı Ekim Devrimi ve Rojava Devrimi’nde olduğu gibi…