Yangınlar sadece doğayı değil, aynı zamanda halkın toprakla, üretimle ve mekânla kurduğu ilişkileri de koparıyor. Bu nedenle yangınlara sadece “doğal afet” muamelesi yapılması yetersizdir; bu yangınlar aynı zamanda ekopolitik birer krizdir.
Menekşe Kızıldere
İklim krizi, Akdeniz Havzası’nda yangın rejimini kökten dönüştürüyor. Artan sıcaklıklar, azalan yağışlar ve hızla artan buharlaşma oranı, ormanları kuraklığa karşı daha savunmasız hale getiriyor. 2021 yılında Nature Geoscience’da yayımlanan bir çalışmaya göre, Akdeniz bölgesi dünyada iklim değişikliğine karşı en kırılgan bölgelerden biri ve bu coğrafyada yangın mevsimi artık daha erken başlıyor, daha uzun sürüyor ve daha yoğun geçiyor (Dupuy et al., 2021). 2023 IPCC 6. Değerlendirme Raporu ise, Akdeniz’de sıcak hava dalgalarının sıklığı ve süresinin son 50 yılda iki kat arttığını ve 1,5 °C’lik bir küresel ısınmanın bile bölgeyi çölleşme, su kıtlığı ve tarımsal verim düşüşü gibi geri döndürülemez etkilerle karşı karşıya bırakacağını vurguluyor (IPCC AR6 WGII, 2022). Özellikle kıyı bölgelerinde deniz seviyesi yükselmesiyle birlikte tuzlanma artarken, iç kesimlerdeki kuraklaşma kırsal geçim kaynaklarını tehdit ediyor. Yangınların artışı bu kırılganlıkları daha da şiddetlendirerek Akdeniz’i ekolojik, ekonomik ve sosyo-politik açıdan bir kriz bölgesine dönüştürüyor.
Bu gelişmeler Türkiye ve Kürdistan coğrafyasında da doğrudan hissediliyor. 2021 yazında Batı Akdeniz ve Ege bölgelerinde yaşanan “mega yangınlar”, sadece ormanlık alanları değil, geçimlik tarımı, köy yerleşimlerini ve hayvancılığı da vurdu. 2024’te Mardin, Dersim ve Hakkâri çevresindeki yangınlar, hem bölgesel sıcaklık artışları hem de merkezi müdahale eksikliği nedeniyle kontrolsüzce yayılırken, yerel halkın müdahale araçlarına erişimi sınırlı kaldı. WWF-Türkiye’nin 2024 raporuna göre, son üç yılda Türkiye’deki orman yangını alanları %65 oranında artarken, yangınların %80’i insan yerleşimlerine 500 metre mesafede başladı (WWF-Türkiye, 2024). Kürdistan’da ise savaş koşulları ve güvenlik gerekçeleriyle birçok bölgede yangınlara müdahale edilmediği ya da geç müdahale edildiği belgelenmiş durumda. Yangınlar sadece doğayı değil, aynı zamanda halkın toprakla, üretimle ve mekânla kurduğu ilişkileri de koparıyor. Bu nedenle yangınlara sadece “doğal afet” muamelesi yapılması yetersizdir; bu yangınlar aynı zamanda ekopolitik birer krizdir.
2025 yazında yaşanan orman yangınları, önceki yıllarda olduğu gibi yalnızca iklim krizinin tetiklediği doğal afetler değil, aynı zamanda mevcut enerji politikalarının, neoliberal altyapı yönetiminin ve kurumsal ihmalin doğrudan sonucu olarak değerlendirilmeli. Haziran ve Temmuz aylarında Antalya’nın Manavgat ilçesi ile Adana’nın Kozan kırsalında çıkan büyük çaplı yangınlar, sıcak hava dalgasının etkisi altında hızla yayılırken, ilk belirlemelere göre yangınların çıkış noktası yine bakımsız elektrik iletim hatlarına dayanıyor. Özellikle Türkiye ve Kürdistan’da elektrik dağıtımının özelleştirilmesinden sonra bu hatların bakımına yönelik yatırımlar kârlılık dışı görülerek sürekli erteleniyor. Enerji sektörü, toplumsal ihtiyaçlardan çok sermayenin kârına göre yapılandırıldığından, enerji altyapısının yangına dayanıklılığı ya da doğa temelli risklere hazırlığı tamamen göz ardı edilmiş durumda. Öte yandan yerel yönetimlerin yangınlara karşı direnç kapasitesi de büyük ölçüde sınırlı kalıyor; kırsal bölgelerdeki belediyelere yangın erken uyarı sistemleri, eğitimler veya ekipman destekleri sağlanmıyor. Yangın söndürme uçakları hâlâ yetersiz sayıda ve etkin bir biçimde konuşlandırılamıyor. Özellikle 2025 yazında Mersin, Muğla, Dersim, Cudi Dağı ve Lice kırsalında çıkan yangınlara müdahalelerde, hem Orman Genel Müdürlüğü’nün hem AFAD’ın koordinasyonsuzluğu açıkça gözlemlendi. 4 Temmuz’da çıkan son Gabar Dağı yanını ise günlerdir süren güvenlik bahane edilerek sıcak dalgası sırasına yanmaya yol açacak kolluk faaliyetiyle çıkmıştır. Üstelik bu doğa düşmanı sebep her yıl Kürdistan’daki en kurak alanları canlı tutan ve tehlike altındaki ağaç ve orman varlıkları için gerçekleşmektedir.
Uzmanlar, her yıl artan bu krizlere rağmen hâlâ orman yangınlarına özel entegre müdahale ekiplerinin kurulmadığını, yangın sezonu öncesi hiçbir sistematik bilinçlendirme ve risk azaltma çalışmasının yapılmadığını belirtiyor. Bu tablo, iklim krizini yalnızca doğal bir felaket değil, aynı zamanda yanlış enerji politikalarının ve devletsizleştirilen kamu hizmetlerinin ürünü olan yapısal bir ekolojik çöküş olarak karşımıza çıkarıyor. Dolayısıyla yangınlar sadece “yanlışlıkla çıkan” olaylar değil, bilerek sürdürülen bir politikasızlığın, sermaye öncelikli altyapı tercihinin ve merkezi otoritenin halktan ve doğadan kopuk karar alma süreçlerinin bir sonucu olarak yaşanıyor.
Bu çöküşe karşı gerçek ve kalıcı çözümlerden birsi de, Önder Öcalan’ın önerdiği yerel-demokratik, komünal yapılanmanın hayata geçirilmesiyle mümkündür. Mahalle, köy ve ilçe düzeyinde kurulan halk forumlarının yalnızca siyasi değil, ekolojik ve afet yönetimi açısından da sürekli işler hale gelmesi gerekiyor. Bu forumlar, halkın doğrudan katılımıyla yangın, sel, deprem gibi afetlere karşı kolektif bilinç geliştirmeli; her yerelde eğitimler düzenlenmeli, tatbikatlar yapılmalı ve mahalle/köy ekipleri hem teorik hem pratik düzeyde donatılmalıdır. Yerel yönetimlere, bulundukları bölgenin ekolojik, coğrafi ve iklimsel risklerine göre özel yangın önleme planları hazırlama, riskli bölgelere erken uyarı sistemleri kurma, yangın söndürme uçak ve teçhizatına sahip olma hakkı ve bütçesi verilmelidir. Yangınlara karşı merkezi ve tepeden gelen müdahale modelinin yerine, yerel halkın doğrudan katıldığı, birlikte karar aldığı ve kendi yaşam alanlarını koruduğu, yerel-demokratik bir afet dayanışma modeli kurulmadıkça, bu felaketler sürecektir. Komünal özörgütlenme modeli sadece afetlere müdahaleyi değil, aynı zamanda krizi önleme ve birlikte yaşama kültürünü geliştirerek ekolojik-demokratik bir topluma geçişin yolunu açabilir. Her yerel yönetim kendi özel ekipmanlarına ve hatta yangın uçaklarına sahip olabilecek bütçeye sahip olabilmelidir. Komünal demokratik örgütlneme mahalle köy bazında en ufak yerel birimin güçlenmesi ve karar iradesinin şeffaf olması demek. Bu yerel yönetimleri afetlere karşı güçlendirecektir.
Şeffaf olmayan halkların komünal düzende karar ve irade olduğu bir düzende afet dirençsizliği mümkün olmaz. Yerelin afete karşı güçlenmesi için komünal yerel karar alma ve kapasite geliştirme, dirençli toplumlar yaratma düzeni artık bir ihtiyaçtır.
Referanslar:
- Dupuy, J. L., et al. (2021). Mediterranean wildfires in the context of climate change. Nature Geoscience, 14(5), 300–306.
- IPCC. (2022). Sixth Assessment Report, Working Group II: Impacts, Adaptation and Vulnerability.
- WWF-Türkiye. (2024). Türkiye Orman Yangınları Değerlendirme Raporu 2021–2024.
*Menekşe Kızıldere- Avrupa Kürt Kadın Hareketi (TJK-E) Ekoloji Sözcüsü