Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Barış ve çözüme giden yol, o “duvarın“ yıkılmasından geçiyor!

Barış ve çözüme giden yol, o “duvarın“ yıkılmasından geçiyor!

Evet, o duvar yıkılmadan, ne hak, hukuk ve adaletten bahsedilebilir ne de barış ve Kürt meselesinin çözümünden. İşe o duvardan tuğlaları çekmekle başlamalı o her şeye kadir komisyon. Komisyon üyelerinin tümü değil ama, bir kısmı bunun sağlanması için çaba harcamalı. Geçmişin yaraları sarılmadan, geçmişle yüzleşilmeden, kurulamaz gelecek diye diretmeli komisyonun vicdan sahibi üyeleri.

Memo Şahin

“Bir tuğla çekersem, duvar yıkılır” sözü devletin kirli ve kanlı işlerinde başrolde görev üstlenen Mehmet Ağar’a ait.

Devletin kirli çıkını ve aparatı Ağar, bunu 24 Ocak 1993 günü arabasıyla havaya uçurulan Uğur Mumcu’nun katillerinin açıklanması, yargıya teslim edilmesini isteyen Güldal Mumcu’ya söyler.

Güldal Mumcu: „Mehmet Ağar, cinayetin karmaşıklığını anlatmak için, ‘Öyle bir iş ki, bir duvar gibi… Bir tuğla çekersek duvar yıkılır’ dedi. Ben de kendisine ‘Çekin o zaman’ dedim. ‘Çekemem’ dedi. ‘Çekin, kenara çekilin’ dedim. ‘Yapamam’ dedi. ‘O zaman, çekerler, altında kalırsınız’ dediğimde de yüzünde ‘Bu imkânsız bir şey. Bunu yapmaya kimsenin gücü yetmez’ der gibi bir ifade belirmişti“.

Evet, emindi Mehmet Ağar, adı gibi, yetmeyeceğine o duvardan tuğlaların çekilmesine gücünün kimsenin.

O duvardan tuğla çekilmedi hiç bir zaman. Kürt köylerinin yerlebir edilmesi ve sakinlerinin devlet eliyle sürülmesine ilişkin TBMM raporu “yetmedi” tuğla çekilmesine. Listeler hazırlanarak binlerce seçkin insanın katline giden yolun devletin zirvesine çıktığı Susurluk Araştırma Komisyonu raporuyla tescil edilmesine ve o duvardaki tuğlalara epeyce atıfta bulunulmasına rağmen, tek bir tuğla oynatılmadı yerinden on yıllardır.

O duvar, devletin en üst organları tarafından kozmik odalarda hazırlanan plan, proje ve listeler sayesinde yükseldi onyıllardır.

Kaydı tutulmadı belki, bir kısmının. Ama devlet katında listelerin hazırlandığından haberdar kamuoyu ve raporlarla tescil edilmiş durumda olan biten. Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında mesailerin azımsanmayacak bir bölümü bu iş için kullanıldı, birçok bakanlık ilgilendi, bu işle. Milli İstihbarat Teşkilatı, Özel Harp Dairesi, Gladio ve Jitem, Emniyet Müdürlükleri, Jandarma, Ordu ve Polis Teşkilatı, en alt kademeden en üste kadar bu işe ortak oldu, devletin her birimi. Devletin tüm bu aparatları da yetmedi, faşist çetelerle mafyalar sokuldu devreye, hasıl olduğunda ihtiyaç.

Seçilen, tespit edilen, listelenen siyasetçiler, iş insanları, gazeteci ve aydınlar, insan hakları savunucuları bir bir alındı evlerinden, nazlı seher yeli eserken bir şafak vakti. Ve bir daha geri dönmedi evlerinden, ailelerinden, sevdiklerinden koparılanlar.

Otuz, kırk yıl geçmesine rağmen toplanmadı yatakları, bir kısmının. Perdeler ne açıldı ne de yıkandı bunca yıl, olur da bir gün geri dönerse, tasalanmasın, endişeye kapılmasın, evde güvenlik berkemal diye.

Birçok aile aynı evde kalmayı tercih etti, kiralar el yaksa da, bırakılılırsa şayet adresi kolay bulsun diye.

İşkencelerin en vahşicesine uğradı, alıp götürülenler, zulmün en ağırına. Günlerce, haftalarca süren bu “seanslardan” sonra, lime lime edilmiş bedenleri atıldı köprü altlarına, asit kuyularına. İnşaatlarda, yol yapımında, kaldırımlarda dolgu “malzemesi” olarak kullanıldı, bir kısmı.

Zulmün duvarları bu şekilde yükseldi, son elli yılda ve götürülenler bir daha geri dönmedi.

Tam otuz yıldır sokaktalar Cumartesi Anneleri, karda kışta, kızılca kıyamette, yakınlarının, çocuklarının akibetini öğrenmek için. İtilip kakıldılar, dövülüp sövüldüler, ama vazgeçmediler delaliyelerinin akibetini öğrenmekten.

O duvardan tuğlaların çekilmesi, o duvarın yıkılması için Kürtler çok çaba harcadı, çok can verdi, çok cefa çekti, çok zülm gördü.

Evet, o duvar yıkılmadan, ne hak, hukuk ve adaletten bahsedilebilir ne de barış ve Kürt meselesinin çözümünden.

İşe o duvardan tuğlaları çekmekle başlamalı o her şeye kadir komisyon. Komisyon üyelerinin tümü değil ama, bir kısmı bunun sağlanması için çaba harcamalı. Geçmişin yaraları sarılmadan, geçmişle yüzleşilmeden, kurulamaz gelecek diye diretmeli komisyonun vicdan sahibi üyeleri.

Samimiyet testidir komisyonun, Cumartesi Anneleriyle görüşme ve onlardan özür dileme. Ve gün, o duvardan tuğlaları çekme ve yakın geçmişle yüzleşme günüdür.

“İnsanız, kardeşçe, eşit bir şekilde yaşayalım, bu ülke, bu topraklar hepimize yeter” dedikleri için katledilenlerin mezarları, mezar taşları yok.

Onlar, ne yaşadılar ne de insandan sayıldılar. “En iyileri, ölü olanlarıdır” felsefesi, kazındı onyıllardır dağına, taşına ve suyuna Kürdistan’ın.

Analar ve yavuklular, bacı ve kardeşler, gidip okşayacakları, bir deste gül bırakacakları, bir ibrik su dökecekleri mezar taşından yoksunlar.

Zulüm, zulümdür. Ancak böylesi görülmemiştir, dünya dünya, insan insan olalı.

Oğlumun, kızımın, kardeşimin, yakınımın, komşumun cesedini istiyorum. Dedemin, babamın, anamın, mezar taşını.

Mezar taşım kimliğimdir!

Nerede kimliğim?

Benzer Haberler