Yürüyüş uzun zamandır erkeklere özgü bir aktivite olarak görülüyordu. Kendisi de tutkulu bir yürüyüşçü olan Alman yazar Anneke Lubkowitz, “Yürüyen İsyancılar” adlı kitabında, seleflerinin izini sürdü. Simone de Beauvoir gibi, onların hikayeleri de özerklikten, özgürlükten bahsediyor ve doğaya kadınsı bir bakış açısı getiriyor.
NUMEDYA24- Doğada yol almak, dağların zirvesine tırmanmak ve orada doğanın büyüsüne kapılmak, tarih boyunca çoğunlukla erkeklerin alanı olarak görülmüştü. İngiliz centilmenlerin 19. yüzyılın başında İsviçre Alpleri’ni fethetmesi, tarihin bilinen bir gerçeği. Ancak o dönemde doğaya açılan, yürüyen ve bu deneyimlerini yazıya döken kadınlar hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz.
Caspar David Friedrich’in “Sisler Denizinin Üzerindeki Gezgin” adlı ünlü tablosu, romantizmin simgesi olarak bir dağ zirvesinde yalnız bir erkeği, manzaraya hayran bir şekilde tasvir eder. Benzer şekilde, doğa yürüyüşlerinde erkek figürleri çok daha baskındır; örneğin Schubert’in “Gezmek Değirmenlerin Keyfidir” adlı şarkısında kadınlar yürüyüşe pek dâhil edilmez.
Ancak kadınların da doğayı keşfetme tutkusu olduğu, tarihin derinliklerinde kaybolmaya yüz tutmuş olsa da kesinlikle kanıtlanmıştır. Alman edebiyat araştırmacısı Anneke Lubkowitz, yeni kitabı Yürüyen İsyancılar (Rebellinnen zu Fuß) ile bu sessizliği bozuyor. Kitap, Avrupa ve ABD’den 11 edebi kadın gezginin biyografilerini bir araya getiriyor, bu unutulmuş kadın öncülere odaklanıyor: Bettina Brentano’dan Mary Shelley’ye, Annette von Droste-Hülshoff’tan Simone de Beauvoir’a kadar birçok isim.
ERKEK BAKIŞINA KARŞI KADIN DOĞA YAZIMI
Lubkowitz, doğa üzerine yazının yüzyıllardır erkek bakış açısından şekillendiğini hatırlatıyor. Kaspar David Friedrich’in “Sis Denizinin Üzerindeki Gezgin” tablosundaki hâkimiyet ve fetih imgesi ona göre “martial” (savaşçı) bir dil taşıyor.
Lubkowitz’in ilham kaynaklarından biri, La Fontane’nin ünlü roman karakteri Effi Briest. Brandenburg’daki çocukluk evine yakın bir malikânede yaşayan Elisabeth von Plotho’nun hikâyesi, özgürlük arayışıyla doğaya tutkun bir kadının kendi sesinden nasıl anlatabileceği sorusunu doğuruyor.
Kitap, yürüyüşün yalnızca bir hobi değil, aynı zamanda politik bir eylem olduğunu vurguluyor. Fransız düşünür Simone de Beauvoir, “fanatik yürüyüşleri”yle zihinsel ve fiziksel sınırlarını zorlarken; İsviçreli gazeteci Annemarie Schwarzenbach uzaklara kaçarak toplumsal kısıtlamalardan kurtuluyordu.
LUBKOWITZ: KADIN YÜRÜYÜŞ TARİHİ KADIN HAREKETİNDEN BAĞIMSIZ DEĞİL
Kadınların yürüyüş tutkusu, sadece fiziksel değil, aynı zamanda toplumsal normlara karşı bir isyan anlamına geliyordu. Çünkü o dönemlerde kadınların ev içinde kalması ve yürüyüşlerinin ancak kısa, evcimen gezintilerle sınırlı olması doğal kabul edilirdi. Oysa doğada yürümek özgürlüğün, bağımsızlığın simgesiydi.
Bu özgürlük, beraberinde birçok zorluğu da getirdi. Trekking kıyafetlerinin ve uygun ayakkabıların olmadığı dönemlerde kadınlar uzun yürüyüşlerde ağır elbiselerle, uzun etekler ve topuklu ayakkabılarla yola çıkıyordu. Yazarlardan Sophie von La Roche, seyahatlerinde ayakkabılarının topuklarını kırdığını yazmıştı. Annette von Droste-Hülshoff ise bir mektubunda, bir fırtına sırasında rüzgarın etkisiyle ağır elbisesinin kendisini sürüklememesi için yerde sürünmek zorunda kaldığını anlatıyor.
Ayrıca 200-300 yıl önceki doğa yürüyüşleri, günümüzde alışık olduğumuz işaretli ve düzenli rotalardan çok daha riskliydi. Zor arazi koşullarında yürümek cesaret isterdi; çoğu zaman zenginler arabayla veya başka araçlarla seyahat etmeyi tercih ederdi.
Mary Shelley ise eşsiz bir örnek. Ailesinden kaçarken, kocası Percy ile birlikte uzun mesafeleri yürüyerek kat etmişti. Bu yolculuklar, ona doğayı farklı bir biçimde deneyimleme imkânı sağlamış ve o dönem yazdığı ünlü romanı “Frankenstein”ın esin kaynağı olmuştu. Efsaneye göre kitabın canavarının adı, Almanya’daki Frankenstein Kalesi’nden ilham alınarak konulmuştu.
“Rebellinnen zu Fuß” kitabında yer alan kadınlar, bilinmedik patikalarda yürüyerek kendilerine dünya çapında bir özgürlük alanı açtı. Yolculuk deneyimlerini mektuplarında ve seyahat günlüklerinde adeta bir şiirsel coşku ile anlatıyorlar.
×KİMDİR?
Anneke Lubkowitz, 1990 doğumlu, Berlin ve Edinburgh’da Edebiyat Bilimi okudu ve Doğa Yazımı üzerine doktora yaptı. 2020’de editörlüğünü yaptığı antoloji Psikocoğrafya yayınlandı. Hevesli bir yürüyüşçü olarak, Berlin’deki gezintileri üzerine çeşitli metinler yayınladı ve şu anda yaşadığı Münster çevresini de en çok yürüyerek keşfetmeyi seviyor.