Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Akın Olgun yazdı |

İmamoğlu, Özel ve görünenin arkasına bakmak…

Akın Olgun yazdı |
Akın OLGUN

İmamoğlu’nun CHP’ye yeni bir hat çizmeye çalıştığına dair bir siyasi sezgi içimizde dolanıyor bu ara. İmamoğlu’nun, CHP ve Özgür Özel’in siyasetine müdahalelerde bulunan hamleler yaptığına dair söylentilerin çok da boş olmadığı, özellikle Meclis açılış resepsiyonunda ortaya çıkan görüntüler üzerinden kopan fırtınada kendini gösterdi sanırım.

DEM Partili siyasetçilerin kadrajlara düşen görüntüleri üzerinden koparılan fırtına, bize bu temelde çok şey anlatıyor olabilir.

Meseleye baktığımız yer, doğal olarak durumu nasıl anladığımızı, nasıl okuduğumuzu da belirliyor.

Benim gördüğüm şey, DEM Parti’nin, barış ve müzakere temelinde geliştirdiği sürece, “görüntü” üzerinden hızla, siyasal linç odaklı bir müdahalenin örgütlendiği.

Bu müdahaleyi örgütleyenlerin, görüntüler üzerinden DEM Parti’yi gündemleştirmesi ve iktidara dönük öfkeyi bu zemine akıtma çabaları, arkada başka dertlerinin olduğunu da açık etti.

Bu algı yönetimini fişekleyenlerin, İmamoğlu’na yakın isimler olduğu gerçeği, az buçuk bu yakınlıklara aşina olanların dikkatinden kaçmamıştır.

Barış ve müzakere sürecine dair var olan karşıtlığı güçlendiren, onların elini, sözünü büyüten ve en önemlisi Özel’in komisyonda yer alma konusundaki inadını yumruklayan bir hattın da bir ayağı burası.

DEM ve CHP’yi karşı karşıya getirme ve seçmen nezdinde kurulan politik ve duygusal bağa ataklar yaparak, delikler açma politikasının bir sahibi olduğunu, resepsiyonu bahane ederek sahneye çıkan isimlerin tutum ve davranışlarından anlayabiliyoruz.

Açıkçası ben bu hattın kurulması konusunda İmamoğlu’nun ikna edildiğini ve CHP’nin hiçbir siyasi ittifaka ihtiyaç duymadan yol alarak, tıpkı yerel seçimlerde olduğu gibi tek başına kazanabileceğini düşünen bir zemine geçtiğini düşünüyorum. En azından şimdilik böyle…

Bu çok tartışmalı olan hattın örgütlenebilmesi, liderliğini hızla topluma kabul ettiren, siyaset kurma becerisiyle kendini öne çıkaran ve en önemlisi liderlik vasfını olgunlaştıran ismin, yani Özgür Özel’in iradesini ve inisiyatifini ikincil kılmakla mümkün ve bunu en iyi bilenler, kurdukları siyasi hatta yatırım yapanlar elbette.

Meseleye buradan bakarsak, Özel’in “meşruiyet” tartışmasını elinde tutma taktiğinin, iktidarın CHP üzerindeki tüm baskılara karşı koz haline getirme hamlesinin gündemden düşürüldüğünü ve muhalefet aktörlerine dönük siyasi linç ve karalamaların, Özel’i zor duruma soktuğunu ve zaten bunun en önemli amaçlardan biri olduğunu söyleyebiliriz.

İmamoğlu’nun inandığı veya ikna edildiği o hattın, yani kimseye ve hiçbir siyasi ittifaka ihtiyaç duymadan yürüme siyasetine uygun bir tutum geliştirildiğine, olan bitene daha mesafeli baktığınızda da gözlemleyebilirsiniz.

DEM Parti siyasetçileri ve diğer muhalefet liderlerine dönük olarak başlatılan linç ve karalama hamlesinin ön cephesinde, İmamoğlu’na yakın isimlerin olduğuna dair ipucunu, İmamoğlu’na açılan “bilirkişi davası” için yaptığı savunmanın içinde bulmak mümkün. Tek başına bir şey ifade etmeyebilir ama bugün olan bitenle birleştirdiğimizde, bir karşılığı olduğunu anlayabiliriz.

İmamoğlu, kendisine açılan davanın garabetini ortaya koyan savunmasında, sözü iktidarın “Terörsüz Türkiye” olarak adlandırdığı sürece getirerek, “Ben aziz milletimize sesleniyorum. Adalet yoksa, kanunlar uygulanmıyorsa hangi barışı sağlayacağız? Nasıl olacak? Korkuyla, tehditle, çatık kaşla insanlara bakarak mı barışı sağlayacaksınız? Barışı ta okyanus ötesindeki bir ülkeyle mi sağlayacaksınız?” diyor ve ekliyor, “Silahlar bırakılsın, terör bitsin, her şey çözülsün anlayışıyla bu milleti kandıramazsınız.”

Demirtaş ve Can Atalay’ın hala cezaevinde olduğu örneğini vererek de,söylemini güçlendirmeye çalışıyor.

Yanlış hatırlamıyorsam İmamoğlu, bu sürecin aslında bir kandırmaca olduğunun altını ilk defa ve bu kadar net şekilde ifade edip, çiziyor.

Oysa sürece, yine aynı koşullar içindeyken hem destek veriyor hem de yapılan operasyonların bununla uyumlu olmadığını söylüyor ama sürecin önüne geçmeyecek şekilde cümlelerini formüle ediyordu. “Bilirkişi davası”nda,“milleti kandıramazsınız” hattına geçerek daha net bir pozisyon aldığını görüyoruz ve İmamoğlu’na yakın etki çevrelerinin kimi zaman (resepsiyon tartışmalarında olduğu gibi) nasıl operasyonel olabildiklerine tanıklık ediyoruz.

Siyasette egemenlik, hakimiyet ve belirleyici olma hamleleri elbette her zaman sessiz sakin olmaz, aksine sert ve bazen rakibini yıpratarak, yok sayarak, kimi zaman da meydan okuyarak kendini gösterir, gösteriyor…

“İmamoğlu hattı” olarak tanımlayacağımız bu sürecin farklı aksiyonlarını ise, Batı basınının etkin gazeteleri için kaleme aldığı yazılarda buluyoruz.

İmamoğlu, Silivri cezaevinden dışarıya seslendiği ilk günlerde “Nazım Hikmet, Necip Fazıl ve Kur’an” okuyorum diyerek, aslında siyasal düşünme biçimine dair farkına varmadan bir sinyal vermiş ve kimse bu meselenin üstünde durmayarak, cezaevinde olan bir insanı haklı olarak tartıştırmaktan uzak tutmuştu.

İmamoğlu’nun hem Guardian gazetesi hem de Le Monde için kaleme aldığı yazılarda, “Nazım, Necip ve Kur’an” üçlemesinin bir yansımasını görmüyorsunuz. Aksine her iki gazetenin temsil ettiği çizgiye ve duruşuna uygun söz kurulduğunu, entelektüel olarak meselelere vakıf olan bir porte çizdiğine/çizildiğine şahitlik ediyorsunuz.

Bir başka şeyi daha fark ediyorsunuz elbette: Yazıların içinde, CHP’nin Genel Başkanı olan Özgür Özel’in isminin bir kez bile geçmediğini ve hatta “meşru lider” denilerek, İmamoğlu’nun sadece kendini işaret ettiğini. “Partinin yükselen liderliğini ortadan kaldırma” veya “muhalefeti zayıflatmayı ve meşru liderliğini ortadan kaldırmayı hedefliyor” cümlelerinin arkasında örülen, kendisini işaret eden vurgu oldukça dikkat çekiyor. (https://gazeteoksijen.com/turkiye/imamoglu-the-guardiana-yazdi-erdogan-muhaliflerini-hapse-atip-yerine-sadik-yandaslarini-getiriyor-252427)

Neden 19 Mart’tan bugüne inanılmaz bir enerji ve inatla sokakları, meydanları bir arada, muhalefet partilerini ortak noktada ve iktidarın tüm baskı ve şiddetine rağmen, partiyi savunma hattında tutmayı başarmış bir lideri, “meşru liderliğin” dışına aldığını bilmiyoruz!

Lakin, Özgür Özel’in muhalefeti bir arada tutmaya, barış süreci noktasında tutumunu korumaya ve bir devlet okuması yaparak, tehlikeli zeminlerden partiyi uzak tutmaya çalıştığını, İmamoğlu’nun ise, ipleri koparan bir çizgide ve CHP’nin tek başına, her şeyi göze alarak bu süreci tersine çevirebileceğine inandırıldığını anlıyoruz. En azından dışarıdan böyle görünüyor.

Le Monde gazetesi için kaleme aldığı yazıda dikkat çeken ve aslında İmamoğlu’nun meseleleri algılama ve yansıtma konusunda, aklının nasıl çalıştığının da işaretlerini veren bir başka cümlesiyle karşılaşıyoruz yine: “İstanbul’daki belediye listelerime Kürt adaylar koymaya cesaret ettim.” (https://gazeteoksijen.com/turkiye/imamoglu-le-mondea-yazdi-tum-kafkavari-davalari-asacagiz-253213)

“Belediye listelerime” sözü, Özgür Özel, CHP ve Kürt siyasetinin politikasından bağımsız ele alınması ve ‘‘kendisine özel” kılınması bağlamında dikkat çekici açıkçası.

Kürt siyasetinin, muhalefete kazandırma ve “kazan-kazan” siyasetine uygun olarak, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden, yerel seçimlere kadar büyük bir hattın öznesi olduğundan habersizmiş gibi davranması ve “Kent Uzlaşısı” siyasetinin ortaklarını aradan çıkararak, Fransızlara buna cesaret eden lider pozu vermesi de kurduğu yeni siyaset hattına uygun bir cümle.

Tüm bunların toplamında, Özgür Özel’in üstünde yükseldiği zeminleri boşa düşürmek ve kendi “meşru” liderliğini hakim kılmanın yolu olarak, siyasetin ana hattını hackleme yoluyla tek belirleyici olma isteği ne kadar yeni devlet gerçeğine uygun tartışmalı ama CHP’de belirleyici olma mücadelesinde önemli sonuçları olacağı kesin.

Ana muhalefete yakın medyanın da İmamoğlu’nun çizgisine daha fazla eğilim gösterdiğini tartışma programlarının ruhundan anlıyoruz. DEM Parti olmadan DEM’i tartışmaya ve daha kötüsü onu “nefret objesi” haline getiren söylem ve yorumları öne çıkarmaya devam ediyorlar maalesef. Korkarım ki, Özgür Özel’in süreç tutumunu kırma, muhalefetin diğer aktörlerinden uzaklaştırma ve CHP’yi komisyondan çekme temelli bir baskının, aynı hat üzerinde yükseleceğini göreceğiz.

DEM yönetiminin bu hali görmezden gelmesi ve ağırlığını hissettirme konusunda birçok alanda atıl durması da çok anlamlı görünmüyor bu yanıyla. Oysa siyaset boşluk tanımaz ve mutlaka o boşluklar hızla doldurulmalı, iki hat arasındaki eğilimlere bakılarak, olasılıklar tartışılmalı diye düşünüyorum.

Demirtaş’ı yıllardır hatırlamayanların, bir anda hatırlayarak barış karşıtlığı cephenin hanesine yazacak bir algı operasyonuna çekmesi de, yaşananlardan bağımsız olmasa gerek.

Demirtaş’ın ahlaki, etik ve ilkesel tutumunu aşabilecek bir algının bu coğrafyada hayat bulabileceğini sanmıyorum elbette ve hatta onun bu karakteri ve duruşu yarının Türkiye’sinde bir mihenk taşı olacak, bu net.

Son söz olarak, Demirtaş’ın, Figen Yüksekdağ’ın, Osman Kavala’nın, Can Atalay’ın ve tüm siyasi tutsakların özgürlüğü, eğer Türkiye’nin ikinci yüzyılında yeni bir hayat kurulacaksa olmazsa olmaz ve ertelenemezdir.

Türkiye’nin ve bu topraklarda yaşayan tüm halkların düşünsel, duygusal öngörüsüdür Demirtaş ve elbette barış için, onun, onların özgürlüğünün çok büyük bir anlamı olacaktır.

Benzer Haberler