BIG_TP
Bluesky Social Icon
Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Menekşe Kızıldere yazdı |

Türkiye ve Kürdistan’da Nadir Toprak Elementleri ve Kritik Mineral Madenciliği

Menekşe Kızıldere yazdı |

Küresel madencilik sermayesi, “yeşil enerji” ve “sürdürülebilir teknoloji” söylemleriyle bu bölgeleri yeni bir sömürü alanına dönüştürüyor. Yeraltı kaynaklarını çıkarırken doğayı tahrip etmeyi meşru gösteriyor ve yerel halkın haklarını göz ardı ediyor. Bu süreç, ekolojik tahribat, su ve toprak kirliliği ile biyolojik çeşitlilik kaybını beraberinde getiriyor.

Menekşe Kızıldere

Son yıllarda teknoloji ve enerji sektörlerinde en çok aranan kaynaklardan biri nadir toprak elementleri (NTE) ve kritik mineraller oldu. Bu mineraller lityum, neodimyum, praseodim gibi elementleri içeriyor ve elektrikli araç bataryalarından rüzgar türbinlerine, bilgisayarlardan savunma sanayi ürünlerine kadar pek çok alanda kullanılıyor. Başka bir deyişle, modern hayatın ve yeşil enerji söylemlerinin vazgeçilmez parçalarıdır. Madencilik sabıkalı çok uluslu madencilik firmaları ve onların taşeronu ve paravanı yerli sermaye arkasına yeşil bahaneleri de alarak meşru kabul ettirmeye çalıştığı sebeplerden talan ve kar peşinde.

Ancak bu “yeşil dönüşüm” söylemleri, yerel ekosistemler ve halklar açısından ciddi riskler barındırıyor. Türkiye’nin Kürdistan bölgeleri ile Irak, İran ve Suriye’deki Kürdistan coğrafyası, küresel madencilik sermayesi için yeni bir sömürü alanına dönüşme potansiyeli taşıyor.

Nadir Toprak Elementleri ve Kritik Mineraller: Kullanım Alanları

Bu minerallerin önemini kavramak için kullanım alanlarına bakmak gerekiyor. Lityum ve kobalt, elektrikli araç bataryalarının temel hammaddeleri. Neodimyum ve praseodim ise rüzgar türbinlerinin mıknatıslarında, bilgisayar ve telefonlarda kullanılıyor. Savunma sanayinde de radarlar, uydu sistemleri ve ileri teknoloji cihazlarında kritik mineraller vazgeçilmezdir.

Küresel talebin artmasıyla, Çin başta olmak üzere çok uluslu teknoloji şirketleri ve bazı gelişmiş ülkeler, bu kaynaklardan büyük kâr elde ediyor. Ancak yerel halk ve doğa bu süreçten neredeyse hiç fayda sağlamıyor; aksine ekolojik ve toplumsal bedeller ödüyor. Şu anda küresel olarak özellikle kritik mineral madenciliği birçok ekoloji direnişini de tetiklemiştir.

Türkiye ve Kürdistan’da Risk Altındaki Bölgeler

Türkiye’nin Kürdistan bölgeleri, özellikle Diyarbakır, Siirt, Bingöl, Hakkâri ve Bitlis gibi dağlık alanlar, nadir toprak elementleri ve kritik mineraller açısından oldukça zengin. Diyarbakır’ın Sur ve Kulp ilçelerinde IV-C grubu madenler için ruhsatlar verilmiş ve bu bölgelerde potansiyel olarak nadir toprak elementleri bulunuyor.

Siirt’in Pervari ilçesindeki serpantin kayaçları krom, nikel ve kobalt gibi kritik mineralleri içeriyor.

Hakkâri ve Bingöl’ün bazı dağlık bölgelerinde ise lityum ve diğer nadir elementler tespit edilmiş durumda.

Eğer bu alanlarda madencilik projeleri uygulanırsa, sadece doğa zarar görmeyecek, aynı zamanda yerel halkın tarım ve hayvancılıkla geçinen geçim kaynakları da ciddi şekilde etkilenecek. Üstelik bu madenciliği yapan küresel sermaye, eko-kırımdan küresel sabıkası olan sermaye odağıdır. Nadir toprak elementi ve kritik mineral madenciliği yapan küresel sermaye vahşi madencilik geçmişi olup girdiği her toprakta geriye talan ve güncel olarak sosyo-ekonomik krizler bırakmış sermayedir.

Kılıf yeşil de olsa, katil aynı katil.

Küresel madencilik sermayesi, “yeşil enerji” ve “sürdürülebilir teknoloji” söylemleriyle bu bölgeleri yeni bir sömürü alanına dönüştürüyor. Yeraltı kaynaklarını çıkarırken doğayı tahrip etmeyi meşru gösteriyor ve yerel halkın haklarını göz ardı ediyor. Bu süreç, ekolojik tahribat, su ve toprak kirliliği ile biyolojik çeşitlilik kaybını beraberinde getiriyor.

Yerel halk çoğu zaman projeden ekonomik fayda sağlayamıyor; aksine geçim kaynaklarını kaybediyor. Böylece yeşil enerji söylemleri, küresel şirketler ve bazı yerli sermaye grupları için büyük kâr fırsatına dönüşüyor.

Madencilik faaliyetleri, özellikle hassas ekosistemlerde geri dönüşü olmayan zararlara yol açıyor. Nehir ve yer altı suları kirleniyor, tarım arazileri yok oluyor, dağlık ve ormanlık alanlardaki biyo-çeşitlilik ciddi şekilde azalıyor. Sosyal açıdan bakıldığında ise köylüler ve kadınlar en çok zarar gören gruplar arasında yer alıyor.

Vahşi kapitalist madenciliğe karşı komünal yaşam

Yoksul halkları daha da kırılganlaştıran bu sermaye-devlet iş birliği saldırılarına karşı çözüm, komünal yaşam modellerinde yatıyor. Öcalan’ın “Demokratik Modernite” yaklaşımına göre, toplumların kendi yaşam alanları üzerinde söz ve karar sahibi olması gerekiyor. Madencilik ve doğal kaynak yönetiminde, o bölgede yaşayan halklar doğrudan söz hakkına sahip olmalı, hangi alanın nasıl kullanılacağına karar verebilmeli. Böylece hem ekosistemler korunmuş olur hem de topluluklar kendi geçim ve yaşam biçimlerini sürdürebilir.

Komünal yaşam modeli, yerel halkın sadece kaynakların çıkarılması sürecinde değil, aynı zamanda üretim ve dağıtım süreçlerinde de aktif katılımını garanti ediyor. Bu yaklaşım, dış sermayenin ve küresel şirketlerin tek taraflı karar almasını engellerken, toplulukların kendi yaşamlarını ve doğalarını korumasını sağlıyor.

Kısacası, Türkiye ve Kürdistan’daki nadir toprak elementleri ve kritik minerallerin yönetiminde gerçek bir çözüm, yerel halkın karar sahibi olduğu komünal modelleri hayata geçirmekten geçiyor. Bu yaklaşım hem ekolojik yıkımı sınırlandırır hem de toplumsal hakları güvence altına alır.

Referanslar

  1. MAPEG – Türkiye Maden Arama Ruhsatları 2024
  2. AA – Türkiye’nin Nadir Toprak Elementleri Potansiyeli
  3. Bianet – Nadir Toprak Elementleri ve Bölgesel Riskler
  4. Yeraltı Haber – Diyarbakır Sur ve Petrol Madenciliği

Benzer Haberler