BIG_TP
Bluesky Social Icon
Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Filistin Şubesi: Suriye’nin kayıp yabancıları

Filistin Şubesi: Suriye’nin kayıp yabancıları

Sercan ÜSTÜNDAŞ

Suriye’ye dair her yeni haber, Şam’daki ‘Filistin Şubesi’nde geçirdiğim üç yılın seslerini yeniden uyandırıyor. Amerikalı gazeteci Austin Tice’e ilişkin CNN’nin 28 Ekim’de yayınladığı araştırma dosyası (1), Suriye iç savaşının yabancı kayıplarına dair sessizliği yeniden gündeme getirdi. Yayınlanan dosya, hem kaybolanların aileleri için araştırmaların derinleştirilmesi gerektiğini, hem de benim tanıklığımın artık susmaması gerektiğini hatırlattı. Oraya tanıklık etmiş ve oradan kurtulan yabancılardan biri olarak yazıyorum. (2)

BAAS döneminde karakollar ve istihbarat merkezleri numaralandırılıyordu. Ama resmiyetin dışında, bu merkezler genellikle isimlendiriliyordu. Rejim istihbaratının zulmüyle en meşhur merkezlerinden birisi Şam’daki 235. Şube’ydi. Burası “Filistin Şubesi” olarak isimlendirilmiş. Bunun sebebine dair rivayet şöyle: 235. Şube, Suriye’deki yabancı uyruklulardan sorumlu olduğu ve Suriye’de yüzbinlerce Filistinli göçmen bulunduğu için burası daha çok Filistinlilerin götürüldüğü yer oldu ve haliyle ismini onlardan aldı. İç savaş öncesi esasında “yabancılar”ın dosyalarının incelendiği şube gittikçe istihbaratın genel siyasi şubesi rolünü oynadı. Ve yıllar içinde bu şube zulmüyle öyle bir nam saldı ki halk arasında siyaset konuşan kişiler uyarılmak istendiğinde “Filistin Şubesi’ne mi düşmek istiyorsun?” denilmeye başlandı. Filistin Şubesi demek, sonu belirsiz gözaltı süresi, işkence, katledilme ve kaybedilme demekti.

Devletin Karanlık Hafızası

Yer altı hücreleriyle birlikte 12 katlı yapı, Şam kent merkezinin güneyinde yer alıyor. Beton bariyerlerle çevrili bu devlet yerleşkesinde birkaç idari bina daha bulunuyor. Mahkumların yer altındaki hücreler ve küçük koğuşlarda tutulduğu, gardiyanların zemin katta güvenliği sağladığı, savcı-işkenceci ve idari memurların üst katlardaki odalarda çalıştığı koca askeri istihbarat merkezi şeklen Suriye rejiminin özeti gibi aslında. Bir gözaltı ve sorgu merkezi olan şube, kapasitesinin kat kat üzerinde yaklaşık iki bin mahkumu barındırıyordu.

Silahlı İslami örgütlere mensup savaşçılar ve destekçileri, Kürtler ve Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) destek verdikleri için yakalanan sayısız Arap, rejim aleyhine bir iki laf etmiş kendi halinde yurttaşlar, İsrail’in istihbarat örgütü MOSSAD’a çalıştıkları iddiasıyla yakalanan çok sayıda asker ve sivil, uyuşturucu tacirleri, asker kaçakları… Filistin Şubesi’nin mahkum tablosunu oluşturan bu çoğunluğun yanında çeşitli sebeplerle Suriye’de bulunan ve yakalanan yabancılar da vardı. Cihat için Suriye’ye gelmiş Rus, Türk, Mısırlı, Ürdünlü, Avrupalı militanlar, sınır hatlarını çeşitli sebeplerle tanımamış Kürtler ve hikayeleri daha karmaşık olan duvarlara kazılmış çeşitli alfabelerden isimler… Filistin Şubesi, yalnızca betonarme bir yapı değil, farklı hayatların karanlık bir bölümünü ve belki de sonunu yaşayan insanların kanı ve çığlıkları ile yeniden inşa edilen itaat merkeziydi. Devlete rızanın zorla inşa edildiği o mekanda, seslerin düzeni konuşurdu: yukarıdan gelen emirler, aşağıdan yükselen çığlıklar.

İşkencenin Dili: 235. Şube’nin Anatomisi

Suriye’de işkence, rejimin resmi dili haline gelmişti. 235. Şube’de en sık biçimiyle falaka, atılan her tokat, kemikleri kıran sopalar ve kanlar içindeki sorgular devletin vatandaşına kurduğu cümlelerden biriydi. Şam’da işkence, yalnızca suçun itirafını almak için kullanılan bir sorgu yöntemi değildi; rejimin toplumu yönetme biçimiydi. Amaç itiraftan çok, iradenin teslimiydi. BAAS iktidarı, “devlete karşı gelmenin” nasıl bir cezaya tekabül ettiğini göstermek için işkenceyi bir iletişim aracına dönüştürmüştü. 235. Şube bu dilin en keskin cümlelerinden biriydi.

Şam’ın güneyinde, kirli sarı beton duvarlarıyla sıradan bir kamu binasına benzeyen bu yapı, yıllar boyunca binlerce insanın iz bırakmadan kaybolduğu bir labirent haline geldi. İçeri girenlerin çoğu için devlet artık sadece kablolar, coplar, kelepçeler ve çığlıklar arasında beliren bir varlıktı. İşkencenin bir biçimi de penceresiz yer altı hücrelerindeki havasızlıktı. Uykusuzluk, açlık, bitler ve hastalıklar mahkumların günlerini veya ömrünü bitiren birer zulüm sıralamasıydı. “Filistin Şubesi” adının halk arasında korkuyla fısıldanmasının mekanın fiziki zorlukları kadar taşıdığı anlamla da ilgiliydi: belirsizlik. Şubede dışarı ile hiçbir iletişim kurulamazdı. Avukat ya da aile görüşü, kavramsal olarak bile yoktu. Tek gerçek vardı: Rejim.

Suriye rejiminin istihbarat sistemi, BAAS döneminde “devleti koruma” adı altında çok başlı ama birbirine bağlı bir ağ şeklinde örgütlenmişti. Askeri İstihbarat, Hava Kuvvetleri Güvenliği, Siyasi Güvenlik ve Devlet Güvenliği gibi farklı yapılar, rejimin farklı kollarını kontrol ediyor ama özünde aynı amaca hizmet ediyordu: korku üretmek. 235. Şube bu ağın kalbi gibiydi.

Uluslararası pek çok raporda Şam’daki istihbarat şubelerinde “özellikle 215 Nolu, 227 Nolu ve 235 Nolu (‘Filistin Şubesi’)” sistematik işkencenin “kurumsal emir zinciri” içinde uygulandığı, yani münferit bir sapma değil, rejimin bilinciyle sürdürülen bir politika olduğu vurgulanmıştı. (3) Mağduru ve tanığı olduğum yılların özeti de budur: elektrik kabloları ve sopalarla dövülme, askıya alınma, falaka, su işkencesi, elektroşok ve son olarak battaniye ile kapı önüne bırakılan ölü bedenler…

Rejimin en korkunç başarısı, bu merkezleri sadece fiziksel değil, psikolojik bir araç haline getirmesiydi. “Filistin Şubesi” sözü, işkencenin toplumsal bir gölgeye dönüşmesinin ifadesiydi. İnsanlar artık sadece devlete değil, devletin hatırlattığı o korkuya itaat ediyordu.

Duvarların Tanıklığı: Kayıplar ve Sessizlik

Filistin Şubesi’nin koridorlarında sessizlik bile işkenceydi. O sessizliği yalnızca, yerin altında yankılanan çığlıklar, iniltiler, askerlerin hakaretleri ve metal kapıların zincir ve sürgü sesleri bozuyordu. Orada geçirdiğim günlerde, devletin sadece insan bedenini değil, sesi, dili ve zamanı da nasıl kontrol etmek istediğini gördüm.

Yazarımız Sercan Üstündaş, Rojava’da ele geçirilen bir rejim karakolunun önünde.

 

Kurumsal işkence pratiği burada somutlaşıyordu. Savcı kılıklı işkencecilerin masasında her daim duran plastik yeşil boru ve kalın elektrik kabloları, sorgu koridorundaki demir parmaklıkların üstüne kelepçelerle asılı insanlar, hücrelere ve koğuşlara dönen kan içindeki bedenler… Filistin Şubesi’nin başkanı General, mahkumların olduğu bölümün müdürü Rütbeli Asker, günlük işkenceyi yöneten Baş Gardiyan, hastalara işkence yapan Doktor, elinden cop eksik olmayan Gardiyan… Hepsi kurumsal görevini yerine getiriyordu.

Benim orada geçirdiğim süre, yalnızca bir esaret hikayesi değil, Suriye devletine karşı ölenlerin ve kalanların tanıklığı haline geldi. 235. Şube’de yüzlerce Suriyelinin yanında onlarca yabancı mahkumun da hikayesini öğrendim. Bazıları hikayesini anlatmaktan korkar hale gelmişti; kapalı ağızlar, kimisi yanlış sınırda yakalanmış bir sivil, kimisi de Suriye’ye cihat için gelmiş bir çete… Yabancılar hücrelerde ve birbirinden uzak koğuşlarda tutuluyordu ve seslerinden bazılarının delirmesine tanığım. Bazılarının ölümüne de… Hücrelerin duvarlarına kazınmış isimler, tarihler ve yardım çağrıları vardı. İngilizce, Fransızca, Türkçe, Kürtçe… Her biri başka bir ülkeden, başka bir dilden ama aynı korkudan geliyordu. Duvarların dili yoktu, ama tanıklığı vardı. Zeytin çekirdekleri ile yazılı kalıntılar dillerin değil, unutulmak istenmemenin çeşitliliğiydi. “PKK-Amanos”, “Berxwedan Jiyane” , “Allah is the greatest” , “Aleksandr Russia” , “Fatima Russia” , “I am here” , “F*k you, Assad “, “Cimbombom” “Yavuz-Neşet” …

Eğer yabancı kayıplar aranacaksa, bu işin merkezi Filistin Şubesi’dir. Austin Tice ve onun gibilerin akıbetine dair ipuçları, o binanın betonunun içinde, o duvarların arasındadır.  Bugün dünyanın farklı ülkelerinde hala onlarca ailenin beklediği cevap, çeşitli ülkelere kaçmış eski rejim askerlerinin suçu birbirlerine atan (CNN haberi) ifadeleri değil, Şam’daki 235. Şube’nin arşiv odalarında gizli. O bina, yalnızca Suriyelilerin değil, Suriye’de yakalanan yabancıların da geçtiği son duraktı. Austin Tice ve onun gibilerin dosyaları orada tutuldu; sorgular, fotoğraflar, ifadeler o bilgisayarlarda saklı. Eğer uluslararası toplum bu kayıpların akıbetini gerçekten bilmek istiyorsa, Filistin Şubesi sistematik biçimde incelenmeli, dijital arşivleri bağımsız araştırmacılara açılmalıdır. Gerçekler, hala o betonun içindedir.

8 Aralık günü rejim askerlerinin alt katlardaki bazı dosyaları yakıp kaçtıklarını gördüm, ama üst katlarda —özellikle idari bölümdeki dijital arşivlerde— Suriye’deki tüm yabancıların dosyaları saklanıyor. Orada, binlerce kaybın harf harf kaydedildiği karanlık bir arşiv var. Filistin Şubesi, Suriye’de yakalanan tüm yabancıların ifadelerinin toplandığı, arşivlendiği ve takas-teslim-infaz kararlarının alındığı merkezdi. 8 Aralık günü şubenin kapılarının kırıldığı gün işkence gördüğüm koridorlardan geçip idari bölümlere girdiğimde gördüğüm gerçeklik buydu.

Ben, Şam’da üç yıl esir kalmış bir yabancı olarak, bunu yalnızca yaşadığım için değil, yaşarken başkalarının sessizliğini de duyduğum için söylüyorum. Çünkü o sessizlik, bazen işkencelerden daha çok can yakıyor. Filistin Şubesi’ni anlatmak, sadece geçmişi değil, hala süren bir yokluğu anlatmak demek.

Sessizliğin Hafızası

Filistin Şubesi sadece geçmişin bir yarası değil, hala açık duran bir dosya. Orada kaybolanların isimleri, yalnızca rejimin kayıt sistemlerinde değil, dünyanın vicdanında da eksik sayfalardır. Şahit olduğum ölümlerin ve binlerce insanın akıbeti, diplomatik masalarda değil, o arşiv odalarında, o sessiz duvarlarda saklıdır. Filistin Şubesi’nde sorgulanmaları bitirilen ve zorla itirafnamelere parmak bastırılan mahkumların götürüldüğü Sednaya Hapishanesi’nden, “Sezar” kod adlı askerin sızdırdığı fotoğraflar bu tanıklıkları ilk kez görsel kanıta dönüştürmüştü. Bu sadece büyük dehşetin bir parçasıydı. Ama rejim devrildikten ve karakol-hapishanelerin kamera kayıtları ve arşivleri ele geçirildikten sonra hiçbir adım atılmadı.

Suriye’de rejim değişmiş olsa da bu arşivler hala kapalı. Uluslararası gözlemcilerin ya da bağımsız kurumların erişemediği bu kayıtlar, yalnızca geçmişte işlenen suçların değil, gelecekte yaşanabilecek yeni kayıpların da zeminini oluşturuyor. Şam hükümetinin sahilde ve Süveyda’daki pratikleri de gösteriyor ki gelenin gideni aratacağı bir anaforun içindeyiz. Bugün bu dosyalar açılmadığı sürece, Suriye’de kimlerin kaybolduğunu ya da kimlerin sessizce ortadan kaldırıldığını kimse bilemeyecek. Gerçek denetim, yalnızca geçmişle değil, bugünle de ilgilidir.

Bugün birçok ülke yeniden Şam’la el sıkışırken, bu dosyalar hala kapalı duruyor. Fakat bir devletin yeniden “normalleşmesi”, geçmişin temizlemesi anlamına gelmez. Gerçek temizlik, arşivlerin açıldığı ve sessizliğin konuştuğu gün olacaktır.

Benim için tanıklık, geçmişi anlatmak değil; susturulmakta olan seslerin yankısını taşımaktır. Filistin Şubesi’nde işkenceden değil, sessizlikten ve belirsizlikten korkmayı öğrendim. O sessizlik şimdi benim elimdeki tek kanıt ve tek sorumluluk.

O dijital arşivler gerçekten açılırsa, orada sadece kayıpların değil, insanlığın kendi sınavının kayıtları da bulunacak. Ve belki, Suriye’nin bodrum katlarında kalan adaletin sesi nihayet yeryüzüne ulaşacak.

Eğer arşivler açılmazsa, Suriye’nin geçmişteki suçları, yeni kayıplarla sessizce büyüyerek katlanacak.


1 – CNN, “Al Hassan and the Disappearance of Austin Tice”, 28 Ekim 2025.
https://edition.cnn.com/2025/10/28/politics/al-hassan-austin-tice-update

2 –  Jacobin Magazine, “Assad’s Shadow: Inside Syria’s Torture Network”, Ocak 2025.
https://jacobin.com/2025/01/assad-rojava-syria-jail-torture

3 – İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch), “Ölüler Konuşabilseydi” (If the Dead Could Speak: Mass Deaths and Torture in Syria’s Detention Facilities), 16 Aralık 2015.
https://www.hrw.org/report/2015/12/16/if-dead-could-speak/mass-deaths-and-torture-syrias-detention-facilities?utm_source

Bu yazı, Ocak 2022 ile Aralık 2024 arasında Şam’da tutsak kalmış yazarın kişisel tanıklığına ve tanık ifadelerine dayanmaktadır.

Benzer Haberler