BIG_TP
Bluesky Social Icon
Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Akın Olgun yazdı |

Süreç ve risk

Akın Olgun yazdı |

Akın OLGUN

Siyaset arenası uzun zamandır oldukça hareketli ve bu haraketliliğin en önemli nedenlerinden biri, iktidarın “terörsüz Türkiye” olarak tarif ettiği, örgütün ise “barış ve demokratik toplum” olarak adlandırdığı süreç elbette.

Bu sürecin, siyasetin tüm ana arterlerini etkileyen bir özelliğe sahip olduğu ise şüphe götürmez bir gerçeklik. Tam da bu yüzden bütün tartışmalar onun üzerinden yürütülüyor.

Örneğin, CHP’nin çeşitli hamlelerini sınırlıyor bu durum ama aynı zamanda iktidarın operasyonlarına dönük olarak karşı hamle yapabilme imkânı sunuyor.

MHP’nin iktidar üzerinde belirleyici olma durumuna güç veriyor. Mesela süreç ama aynı zamanda Bahçeli’nin üstüne siyaset yaptığı milliyetçi zeminin hassasiyetlerini zorluyor.

Yirmi üç yıllık AKP iktidarının yorgunluğunu, hantallığını ve en çok da darmadağın olmuş toplumsal imajını kotarıyor ama başarısızlıkla sonuçlanırsa büyük bir yıkımla karşı karşıya kalacağı riskini de gözüne sokuyor.

DEM Parti’ye siyaset yapabilme, gündem oluşturabilme, partiler arası dengeleri kurma imkânı sunuyor ama tersine dönerse, faturanın en büyüğünün yine kendisine ödetileceği de hep kulağına küpe yapılıyor.

Tam da bu yüzden, herkesin süreci, olabildiğince doğru, hatasız ve “olur” temelinde kurmak zorunda olduğu gerçekliği öne çıkıyor.

Peki bu gerçekliği kim, nasıl anlıyor?

“Süreç bozulursa CHP’ye yarar” diye bakan ve bunu inşa etmeye çalışan aklıevvel bir kesim var ve daha çok “olmaz”ları çoğaltarak yaklaşıyorlar. Bu kesim, CHP içinde kendi siyasetini de hâkim kılmaya çalışıyor ve ilginçtir bir karşılık da buluyor. Ana muhalefete yakın kanalların da bu algının oluşmasında payı büyük.

Oysa eğer süreç tersine döner ve kenetlenen tüm parçalar yap-boz misali dağılırsa, tüm ülke umutsuzluğa sürüklenecek ve daha da beteri, toplum harap olmakla kalmayacak, “darbesiz darbe” rejimiyle karşı karşıya kalınacak bir kez daha. Bu kadar kesinlikli ifade etmemin sebebi ise yakın ülke tarihinin bize çokça hazır veri sunması.

7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından ve 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında bu “darbesiz darbe” rejiminin nasıl inşa edildiğini hepimiz biliyoruz.

Meseleye buradan bakarsak eğer, süreci “olmaz”lara hapsedenlere, “bozulursa biz iktidara geliriz” diye bakanlara, çıkacak kaos ortamından nemalanmak isteyen siyaset yankesicilerine neden net bir tutum geliştirmek zorunda olunduğu daha çıplak görülür.

Öcalan’ın aklını, kurduğu paradigmayı ve ortak kazanma stratejisini küçümseyen kimi akademik yaklaşımların, sorunun geçmişini bilmeyen ve öğrenmek istemeyen kimi ergen “sol” çıkışların, sırtında küfe taşımayan ve konu sorumluluk almaya geldiğinde “şimdi şey olmasın” tutumuna geçen muhalefete yakın kimi liberallerin, sürecin bozulmasını bekleyen bir yerden söylem yürütmeleri, sanırım politik şiddetten muaf kalacaklarına dair bir şuursuzluktan ileri geliyor.

Ne yapılan savaşı ne kurulmaya çalışılan barışı beğenmeyen bir toplam var ülkede ve bu toplam, kendi kibrine bağımlı şekilde hiçbir şeyi beğenmeyip, her şeye kızan ve hep en çok bilen birinci mevki yolcu konforuna sahip.

Kürt siyasetine duyulan sevgi-nefret ilişkisinden kurtulamayan kesimler açısından da benzer bir durum olduğu gözüküyor bu arada.

Özellikle barış süreçlerinde, Kürt siyasetine dönük olarak “uzlaşmacı, “teslimiyetçi” vb. gibi argümanlarla sahaya inenlerin, Kürtlerin aldığı pozisyona göre kendilerini “uzlaşmaz” zemininde değerlendirmeleri de muazzam hakikaten!

Gerçeğe bakmakta zorlanıyor muyuz?

Kendi hakikatinin farkında olmayanların, başkasının hayatını yaşamaya çalışması gibi bir bağımlı siyaset kimliği mi kol geziyor acaba ortalıkta?

Böyle olmasa, ahmaklığın, vasatlığın bu kadar değer görmesi mümkün olmazdı sanırım.

Vasatlığın ve ahmaklığın hayatın her alanında nasıl hepimizi belirleyen bir güç haline geldiğini, her birimiz çevremize bir küçük göz atarak bile anlayabiliriz. En aklı başında diye düşündüklerimiz bile, konu Kürt siyasetine gelince, onu hemen iktidarın yanına koyacak bir cümle bulmakta zorlanmıyor hiç. “Fikri hür, vicdanı hür” mevzusu, konu Kürde gelince hata veriyor maalesef.

Hayatın her alanında bu vasatlığın bir karşılığı var;

Medyanın ve gazetecilerin nasıl duruma göre pozisyon alıp, güç dengesi değişince yine nasıl ilk terk edenler olmayı başardıklarına bakınca,

Örneğin, İmamoğlu’nun nasıl adım adım ıssızlaştırıldığına ve nasıl etrafının profesyonelce boşaltıldığına şahitlik edince,

Öcalan denilince, tüyleri diken diken olan kesimin milliyetçilerden çok, kendisine “sol” diyen çeperde nasıl yaşadığını görünce,

Ve dünü bilmeyen, bugünü anlamayan ama yarına dair iri cümleler kurmakta gram rahatsızlık duymayan ve üç-beş alkış almak için olmadık şekle giren hallere gözümüz alıştıkça, insan bu belanın her yeri işgal ettiğini daha fazla anlıyor.

Hal böyle olunca barışı konuşmak, barışın aktörlerini doğru değerlendirmek veya onların siyasetleri, stratejik hamleleri üzerine kafa yormak bir o kadar zorlaşıyor ve daha önemlisi bu bir beklenti olmaktan da çıkıyor.

Ne yazık ki, duymak, görmek istemeyen çoğunluk, duymak, görmek, konuşmak isteyenlerin kulağını, gözlerini, ağzını elleriyle kapatıyor ve sanırım bu zemini en çok, sırtını yasladıkları siyasetlerin popülistleri seviyor. Çünkü her zırvalıklarını alkışlayacak bir ortam hep daim oluyor.

İktidar ile MHP arasında “çatlak var” diyerek, her defasında ters köşeye yatanların hali de buralardan çıkıyor sanırım.

İmralı ile Edirne arasında “ayrılık” arayanlar ile cumhur ittifakının içinde “çatlak var” diyenlerin ortaklaştığı zemine baktığımızda da bunu görebiliyoruz.

Böylece iktidar, süreç karşıtlığında birbirine yapıştırdığı kesimleri işaret ederek, “çözümcü” pozisyonunu öne çıkarmayı başarabilmekte ve tüm muhalefeti barış istemeyen, sorunun çözümünü desteklemeyenler olarak aynı fotoğraf karesinin içine alabiliyor…

Komisyonun Öcalan ile görüşmesine dair ortaya bir fikir koyamayan ve “bize değil, gidin iktidara sorun” diyerek, çözümün muhatabı olarak iktidarı işaret eden siyaset bilmezliğin bu fotoğraftaki yeri, tartışmasız şekilde sırıtıyor.

“Komisyondayız, çünkü iktidar bizi dışına atmaya çalışıyor” yaklaşımıyla, komisyonda oluşunu bile iktidarın pozisyonuna bağlayan halin devamı elbette bu. Maalesef çözümü iktidarın inisiyatifine bırakan bu tutum, Kürt seçmenin gözünden de kaçmıyor.

Sorumluluğu kim alıyorsa ona bakıyor seçmen.

Bu yüzden Bahçeli’yi konuşuyor, konuşturuyor. Çünkü Bahçeli’nin pozisyonu, beğenelim veya beğenmeyelim ortaya bir irade koyan durumunda.

CHP’nin komisyonda olmasını kıymetli buluyor Kürt yurttaş. Sürecin arkasında duran çıkışlarını da bir anlam içine alıyor ama aynı zamanda sorunun en önemli tarihsel muhatabı olduğu için daha fazla öne çıkmasını ve sorumluluk alarak, iktidarın üzerine oyun kurup oyaladığı zemini boşa düşürmesini de istiyor.

Görünen o ki, CHP süreci arka kapı diplomasisi için, özellikle Öcalan’ın “CHP mutlaka sürecin içinde olmalı” belirlemesinden hareketle kendisi için araçsal kılmaya çalışıyor ve komisyonun Öcalan’ı ziyaret etme mevzusunda pozisyonunu bulanık tutarak, kendisine duyulan ihtiyacı pazarlık zeminine çekmeye çalışıyor.

Komisyonun Öcalan ziyareti içinde yer alırsa, iktidarı “teröristle görüşüyor” algısından kurtarmış olacağını, yer almazsa, “bakın onlar teröristle görüşüyor” diyebileceği bir zemine sahip olacağını hesaplıyor muhtemelen.

Bu temelde, CHP’de belirleyici olma mücadelesi veren kimi çevrelerin, algı kurmakta tehlikeli bir yere oynadığını ama Demirtaş’ın buna yüz vermediğini de söylemek yanlış olmayacaktır.

İktidarın Öcalan’ı muhatap almasına karşılık, Demirtaş’ı muhatap olarak ortaya atma ve buradan hareketle çözüm siyasetini kötücül bir tartışmaya sürükleme taktiği, bizzat Demirtaş’ın ön görülü tutumu ve elinin tersiyle bu yönelimi kenara itmesiyle anlamsızlaştı. Demirtaş’ın bu hamlesi, süreç üzerine kurulan kimi tuzakları da boşa düşürdü.

Kimsenin çok üzerinde konuşmadığı bu yönelim eğer tutsaydı, bugün farklı şeyler konuşuyor ve kaotik bir durumun içinde bocalıyor olacaktık.

Özetle;

Olabildiğince dikkatli olmak, cümleleri defalarca tartmak ve bir adım sonrasını planlamak, özellikle demokratik alanın sorumluluğunda…

Süreci toplumun üstüne çökertmeye çalışan kesimlerin varlığını bu anlamıyla küçümsememek lazım. Toplumsal dinamikleri ve gelişmeleri doğru ele alıp, okumak, hissetmek de siyaset okumasının bir parçası olmalı diye düşünüyorum.

Süreci kendinden ibaret gören bir yaklaşım, toplumsal dinamikleri ve haraketlilikleri görmekte büyük hata yapabilir, aktörleri hata yapmaya zorlayan bir baskı da kurabilir ayrıca.

Çözüme dair toplumsal rızanın oluşmasına izin verilmediği, imkanların ötelendiği bir yerde her zaman bu risk var diyebiliriz.

Buradan hareketle, toplumsal rızayı oluşturacak, riski minimuma indirecek ve sürece dair pozitif tutumu hâkim kılacak olan şeyi öne taşımak, bunun siyasetine yoğunlaşmak ve dengesini kurarak sahaya yansıtmak iyi bir yol olabilir.

Çözümün iktidarın iki dudağı arasına sıkışmış gibi gözükmesi ve onun lütfuna kalmış gibi kendini hissettirmesi aşılamadığında, İmralı’nın inandırıcılığı da zayıflayacaktır ki, iktidarın bunu adım adım hayata geçirmeye çalıştığı da açık.

Bunu başardığında, Bahçeli’nin Öcalan’a atıfla kurduğu çözüm ortaklığı elini zayıflatacağını, Kürt yurttaşların Öcalan’a dair kurduğu güven algısını zedeleyebileceğini biliyor. Sürekli isteyen, talep eden ama çözüme dair hiçbir şey vermeyen olarak, Kürt tarafının iradesine duyulan saygıyı, yine Kürt yurttaşlar nezdinde aşağıya çekebilir. Böylece hem Bahçeli’nin inisiyatif alanını daraltmış hem de Kürt siyasetinin çözüm talebini zayıflatmış ve zamana yayarak araçsallaştırmış olacak. Dillerindeki diken, toplumun sinir uçlarına daha fazla dokunacak ve “lanet gelsin” tutumu, çözüme, sürece ve doğal olarak İmralı’ya dair ilgisizlik olarak geri dönecek. Tüm toplum, vaatler ve beklentiler arasında enerjisini kaybetmiş, yılmış olarak iktidarın her şeyine onay veren bir sallabaşa dönüşebilecek.

Ve unutmamak gerekir ki müesses nizam CHP’siz yapamaz. Onu yeni bir siyasi tablo içinde konumlandırmayı başardığında, sürece ihtiyaç duymadığı bir güce de erişebilir.

Olasılıklar ve riskler çok fazla elbette ama asıl sorun neye hazır olunup, olunmadığında olsa gerek.

Sürece dair inisiyatif almak, onu büyütmek ve “bekle gör” siyasetine düşmeden, hızla boşlukları doldurmak birçok şeyin önünü alabilir belki de…

Benzer Haberler