BIG_TP
Bluesky Social Icon
Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Menekşe Kızıldere |

Küfür, yenilmişlerin sığınağıdır

Menekşe Kızıldere |

Menekşe KIZILDERE

Kürt kadınlar, dört-beş kuşak boyunca politik baskı, katliam, sürgün, işkence, taciz ve tecavüz gibi ağır suçların hedefi oldu. Bu suçlar münferit değil; sistematik biçimde işlendi. Kürtlerin varlığı ve taleplerinin kriminalize edilmesi, Kürt kadınlara yönelmiş ağır insanlık suçlarının üzerini bilinçli olarak örten bir perde işlevi gördü. Devamlılık arz eden bu şiddet, yalnızca bireylere değil, kolektif hafızaya ve iradeye yönelmiş bir saldırıdır.

Bursaspor taraftarlarının bir maçta ettiği küfürle yeniden görünür olan ve Leyla Zana şahsında Kürt kadınını, dolayısıyla Kürt halkını aşağılamayı hedefleyen ırkçı şiddet, her yeni futbol karşılaşmasında tekrar edilerek gündemi işgal ediyor. Futbol tribünleri, toksik ve cinsiyetçi erkekliğin kendini örgütlü biçimde dışa vurabildiği alanlar olabilir; ancak bu örnekte hedef, Kürt kadın kimliği üzerinden Kürtleri kışkırtmak ve aşağılamaktır. Leyla Zana gibi her Kürt kadının kendini bulabildiği, gurur duyduğu güçlü bir ismin özellikle seçilmiş olması tesadüf değil; açık bir provokasyondur. Buna rağmen, ilgili kurumların bu ırkçı ve cinsiyetçi saldırıları organize edenler ve destekçileri hakkında tek bir soruşturma dahi başlatmamış olması son derece endişe vericidir. Üstelik saldırılar her yeni maçta tekrarlanmakta; sessizlik ise provokasyona fiilen alan açmaktadır.

Bu denli ırkçı bir iklimde, politik fikri ergenlik sığlığını aşmamış odakların söylemlerini rahatlıkla dolaşıma sokabilmesi, yeni provokasyonlara zemin hazırlamakla kalmıyor; Türkiye toplumunu ırkçılıkla zehirliyor. Gençler özellikle hedef alınıyor. Yıllarca Kürtlere karşı yürütülen özel savaşa özgü propaganda dili ve yöntemleri, bu kez ülkenin kendi gençlerini ırkçılaştırmak için devreye sokuluyor. Daha lise eğitimi bile almamış gençlerin, sosyal medyada Kürt katliamlarını ve katliamcıları gururla sahiplenmesi başka türlü açıklanamaz. Gençlerin ırkçılaştırılması, toplumsal çöküşün en dip noktasıdır; geleceğin bilinçli biçimde yakılmasıdır.

Kürt halkı, ırkçılığı kuşaklar boyunca ve son derece ağır biçimlerde yaşadığı için bu mekanizmaları çok iyi bilir. Gizli olanı da açıktan olanı da niyeti de sessizliği de tanırız. “Kürt’üm” dedikten sonra sesi kesilenleri görmekten biliriz. O sessizliği iyi tanıyoruz. İnsani değerlerin savunulduğu, kadın eşitliği mücadelesinin verildiği bu çağda, Leyla Zana gibi toplumun çok geniş kesimlerinin saygı duyduğu güçlü bir kadına yöneltilen aleni ve tekrarlanan şiddet karşısındaki suskunluk da aynı sessizliktir. Leyla Zana Kürt’tür. Mesele Kürtler olduğunda, en önce kadın düşmanlarının sesi yükselir; ardından o ses kesilir. Bu sessizliği biliyoruz.

Gencecik Leyla Zana, bugün bağırıp çağıran tüm toksik, yetersiz ve eksik erkeklik gösterilerini, onların çoğu daha dünyaya gelmeden önce, TBMM’deki o ilk cesaret anında zaten yenmişti. Bu yenilgi kalıcıdır. Kürt kadın mücadelesi, o gün yolundan kocaman bir taşı kaldırıp zihniyetlerinin tam ortasına indirmiştir. Bugün tanık olduklarımız, bu tarihsel yenilmişliğin ürettiği akıl almaz bir sersemlik ve ahmaklıktan ibarettir. Küfür, yenilmişlerin sığındığı haysiyetsiz bir barınaktır. Kürt kadınına yenildiniz; ilelebet yenildiniz. Tatava yapmayın. Küfür, acizliğinizin itirafıdır. Siz ırkçılığın çukurlarında çocuklarınızı zehirlerken, sırtınızdan geçinenlerin çocukları erkekliğinize Marksist yorumlar yazıyor. Kürt kadınlar ise dünya gündemini belirlemekle meşgul.

Türkiye tarihinde Kürt kadınlara karşı işlenen suçlar, Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren inkâr ve imha siyasetinin cinsiyetli bir devamı olarak şekillendi. 1937–38 Dersim sürecinde kadınlar sürgüne gönderildi, çocuklarından zorla koparıldı, toplu infazlara ve cinsel şiddete maruz bırakıldı; bu, basit bir “isyan bastırma” pratiği değil, toplumsal hafızayı taşıyan kadın bedeninin doğrudan hedef alınmasıydı [1]. 1980 darbesiyle birlikte Kürt illerinde kurumsallaşan işkence rejimi, kadınlar açısından çıplak arama, cinsel tehdit ve sistematik aşağılamayla derinleşti; cezaevleri ve gözaltı merkezleri Kürt kadınlar için süreklilik arz eden şiddet mekânlarına dönüştü [2].

1990’lardan sonra savaşın dili daha teşhirci, daha mesajcı bir hâl aldı. Köy boşaltmaları ve zorla kaybetmeler Kürt kadınların yaşamını paramparça ederken, kadın gerilla bedenleri üzerinden kurulan şiddet özel bir savaş tekniği olarak kullanıldı [3]. Öldürülen kadın gerillaların çıplak bırakılması, cenazelerinin ailelerine verilmemesi ve 2015–2016 yıllarında Silopi ve Nusaybin’de kadın bedenlerinin zırhlı araçlara bağlanarak sokaklarda sürüklenmesi, yalnızca öldürmenin değil, Kürt kadın iradesini aşağılamanın hedeflendiğini açıkça ortaya koydu [4]. Bunları yazmaktan imtina etmiyorum; çünkü bu şiddet münferit değil, sistematiktir ve kadınların kadınlıkları da doğrudan hedef alınmıştır.

Bu yazıyı bir özne olarak, sükûnetle kaleme almak zor oldu. Kürt kadınlar olarak maruz kaldığımız şiddet herkesin malumu; bu şiddet karşısında hiçbir zaman susmadık, kimse de susmamızı beklemesin. Aksine, hesap sormaya devam edeceğiz. Soracak çok hesabımız var. Geçtiğimiz yıl Nazım Daştan ile birlikte katledilen gazeteci Cihan Bilgin’in annesinin sesi hâlâ kulaklarımda. Cihan’ın mezar yerini talep etmek zorundayız. Savaş hukukunu hiçe sayarak eziyet edilen kadın gerillaların cansız bedenlerine karşı işlenen suçların hesabı sorulmadan durmayacağız. Şimdi sormamız gerekiyor; tam da şimdi.

Bizi küfürle susturamazsınız. Kadın gerillalığını kriminalize edip kadın bedenini ve kadınlığını bir savaş aracına dönüştüremezsiniz. Bu bir suçtur; insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Yeterince sustuk. Kürt oldukları için bugüne dek sessiz kalanlar, artık o hazin sessizliğin içinden çıkmak zorundadır. Vicdanlarını özgür bıraksınlar. Barış, yüzleşmeyle başlar. O vakit hesap soracağız; açıkça, cesurca. Bizi küfürle susturamazsınız.


Referanslar

  1. Uğur Ümit Üngör,The Making of Modern Turkey: Nation and State in Eastern Anatolia, Oxford University Press.
  2. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), İşkence ve Kötü Muamele Raporları (1980–1990’lar).
  3. Human Rights Watch,Turkey’s Kurds: Displaced and Dispossessed, 1990’lar.
  4. Birleşmiş Milletler OHCHR,Report on the Human Rights Situation in South-East Turkey, 2017.

Benzer Haberler

Tabka’da 10 Mart Mutabakatı’na tam destek |

"Suriye'nin merkezi olmayan, demokratik bir sisteme ihtiyacı var"

Tayfun Kahraman’a ilaçları verilmedi |

"Başımıza gelenlerin ve geleceklerin sorumluluğu kimde?"

Tabka’da 10 Mart Mutabakatı’na tam destek |

"Suriye'nin merkezi olmayan, demokratik bir sisteme ihtiyacı var"

“Leyla Zana ismi tesadüfen seçilmedi” |

Doğan: Türkiye Suriye’de yapıcı rol oynamalı

“AKP, MHP ve CHP raporlarında Kürt sorunu yok” |

Beştaş: Nihai rapor önerilerin ortaklaştığı zeminde hazırlanacak