Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Akın Olgun yazdı |

Süreç, “meşruiyet” ve siyaset

Akın Olgun yazdı |
Akın OLGUN

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Trump ile görüşmesinin yankıları sürüyor. Bu görüşmenin iç siyasete dönük kimi hamleleri birlikte getireceği ise hiç şüphesiz herkesin üzerinde ortaklaştığı bir nokta ama ne tür etkileri olacağı konusunda bir ortaklaşma henüz görünmüyor.

Ana muhalefetin beklentileri ile DEM Parti ve bir bütün olarak Kürt siyasetinin beklentileri, kaygıları arasında da doğal olarak farklılıklar var.

Ana muhalefet, Erdoğan’ın, Trump ile buluşmasından alınan “meşruiyet” ile daha baskıcı bir tutum içine gireceğini düşünüyor ve bu tespitine paralel bir ön cephe kurma telaşıyla, pozisyon alıyor.

Bu pozisyonun söylemleri içinde, “Ankara düşmeyecek”, “Cumhuriyeti canımızla, dişimizle koruruz” ifadeleri ve bu tavrın eylem bölümüne ise meclis açılışında Erdoğan’ı karşılamayacakları, mecliste bulunarak ona “meşruiyet” kazandırmayacakları siyaseti var.

CHP bilinçli bir tercihle Tom Barrack’ın, Erdoğan’a meşruiyet verme söylemini Türkiye’ye, dolayısıyla cumhuriyete “meşruiyet” sağlama olarak okumayı tercih ederek Barack’ın söylemini, “saldırarak savunma” siyasetine dönüştürdü. Aslında Barrack’ın ne ima ettiğini herkes biliyor ama CHP’nin tutumuna paralel bir tutum alma eylemi içindeki muhalif basınımız, söylemi CHP siyasetine uygun büyütme refleksine sahip olduğu için, durumu başka açıdan konuşma şansımız pek olmadı.

CHP’nin bu temelde bir siyaset okuması yapması bence yanlış da değil.

CHP, baskı ve şiddetle sıkıştırıldığı yerde bir delik açmaya ve bir çıkış yolu bulmaya çalışıyor. Bu da onu dirençli ve ileri bir role büründürüyor. Barış ve çözüm konusunda aldığı pozitif tutumu da bu çıkış yolu arayışında yalnız kalmama stratejisine bağlayabiliriz.

Barrack’ın söylemi CHP için de bir işaret fişeği niteliğinde denilebilir. Verdiği “sinyal” bence değerli.

Eğer Erdoğan’ın bir meşruiyet sorunu varsa ve dışarıda bunu Amerika ve Batı sağlıyorsa, içeride kim sağlıyor sorusu doğar doğal olarak. Ana muhalefette olan ve “devleti kuran parti” patentine sahip olan CHP’nin varlığı işte bu noktada önem kazanıyor. Bu meşruiyeti, büyük oranda CHP’nin varlığı sağlıyor diyebiliriz.

Özgür Özel, TBMM yasama yılı açılışına katılmama ve Erdoğan’ı karşılamama tutumuyla, o “meşruiyet” alanına bir kanca atıyor ve bu tavrıyla çok önemli bir şey söylüyor Erdoğan iktidarına; “İçeride meşruiyet arıyorsan yolu benden, benim tutumumdan geçiyor.” Bunun anlamı, “siyasi uzlaşı zeminine gelirsin konuşuruz.”

Tam bu noktada CHP’ye dönük operasyonlar, kayyumlar, partiyi içeriden bölmeye dönük siyasi ve yargısal faaliyetler devam edebilir ama CHP’nin de eli boş değil. CHP, iktidarın “Meşruiyet”  zaafını, uzlaşı için bir zemine çekebilir ve bu alanı siyaseten zorlayabilir.

Buradan hareketle, DEM Parti’ye ve bir bütün olarak Kürt siyasetinin tavrına ve pozisyonuna da kabaca bakabiliriz. (İleride çok konuşacağımız için kabaca diyorum.)

Öncelikle barış süreçlerinin demokratik siyaset alanına büyük imkân ve olanaklar sunduğu çok net. HDP’yi hatırlayalım hemen. HDP bir barış partisi olarak var olmuş, büyümüş, güçlenmiş ve etkili bir aktör olarak Türk ve Kürt siyaset tarihine damgasını vuran bir rol oynamıştı. Savaş dönemine geçildiğinde ise bu etki birden gerilemiş ve etkisi savaşın altında kalmıştı.

Benzer bir durum şu an DEM Parti için de geçerli. DEM Parti, barış ve çözüm sürecinin şu an tam ortasında ve bu ona siyaset yapma, siyaseti yaratıcı kılma ve daha merkeze doğru yaklaşarak, toplumsal muhalefetin atan kalbi haline gelme olanağı sunuyor ama bunun ne kadar becerilebildiği tartışma konusu…

Erdoğan iktidarının “meşruiyet” arayışında CHP kadar olamasa da Kürt siyasetinin de özel bir yeri var diyebiliriz.

Kürt savaşının ve dolayısıyla Kürt siyasetinin varlığının, Türkiye’deki iktidarlara hem meşruiyet kazandıran hem de zayıflatan bir rolü hep oldu.

Sırtını savaşa dayayan iktidarlar, şoven ve milliyetçilik temelinde kendilerine “meşruiyet” bulurken, demokratik açılımlara ihtiyaç, batı ile olan ilişkilerde istenen demokrasi işlerliği ve sermayenin huzuru için gerekli olan “açılım”lar da bir başka “meşruiyet” arayışını zorladı ve “çözüm” siyaseti bu temeli sundu.

Bu Kürt siyaseti için de tıpkı geçmiş barış döneminde olduğu gibi fırsatların oluşması demek. Erdoğan’ın aradığı o “meşruiyet” zemini, Kürt siyasetinin elini de avantajlı kılıyor. Yeni dönemde, hakikati topluma anlatabilecekleri, talepleri siyasallaştırarak merkeze alabilecekleri devasa bir açık alanla buluşmaları çok olası.

Barış süreçleri, var olma mücadelesi veren veya varlığını daha görünür kılmaya çalışan ya da görünürlüğünü aktör haline getirmeye çalışan tüm siyasi yapılar için, belirleyici olma açılımı da sunuyor.

Bahçeli’nin, barış ve çözüm konusunda ezberleri yıkan bir tutumla nasıl öne çıktığına, daha da önemlisi siyasetteki milliyetçi tabuları sarsan bir hamleyi inşa ederek, nasıl 2024 yılının Ekim ayından bugüne, kendisini konuşturduğuna, tartıştırdığına hep beraber şahitlik ediyoruz. Bu çok şey anlatıyor, anlatmalı…

Meselenin siyaset yapma yönüne bakarsak eğer, MHP’nin ve Bahçeli’nin çıkışındaki aklın kıvrımlarına da dokunmuş oluruz. Sadece barışı kuran aktör olmanın ötesinde, bunun üstünde siyaset yapan ve talep eden olma becerisini de gösteriyor çünkü Bahçeli. Bu yanıyla “Yaşlı Kurt”, MHP’nin siyasetteki varlığını hem kalıcı hem etkin hem de belirleyici hale getiriyor. Böylece herkes, çözümün anahtarı olarak AKP’ye değil, MHP’ye ve dolayısıyla Bahçeli’ye elini uzatıyor.

Barış ve çözüm siyasetinin varlığı, onun tarafı olan aktörlerin elini, aklını, pratiğini nasıl da etkin kılabiliyor görüyoruz. Bahanelere yer bırakmayacak kadar çıplak burası…

Ez cümle;

Ekim ve Kasım ayı siyaseten çok haraketli ve yankılı olacak ve bir kez daha “olmaz” dediğimiz birçok şey, çok hızlı şekilde olacak gözüküyor.

Ben hızlı çözümlerin, uzlaşıların doğacağını ve bölgesel anlamda da, kimi çatışma alanları oluşsa dahi, masada sorunun çözümünü sağlamanın kaçınılmaz olacağını düşünüyorum.

Barışa inancın toplumsallaştırılması ve bir rızanın oluşturulması da, ana muhalefete dönük operasyonel hamlelerin bir uzlaşı temelinde çözülmesi de bu “kaçınılmaz” olanla ilgili olacak.

Ezberlerimizi bir kez daha gözden geçirmek zorunda kalabiliriz bu yanıyla…

Benzer Haberler