Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Alevilik, dil ve kimlik üzerine |

Erdal Erzincan tartışması bağlamında bir değerlendirme

Alevilik, dil ve kimlik üzerine |

Özcan ÖĞÜT

Son yıllarda Alevilik üzerine yapılan tartışmalar, yalnızca inançsal veya ritüel düzeyde değil, aynı zamanda kimlik, etnisite ve dil üzerinden de yoğunlaşmaktadır. Bu tartışmalardan biri de, Alevi müziğinin bilinen isimlerinden Erdal Erzincan’ın sosyal medyada yaptığı bir paylaşım üzerinden büyümüş ve birçok yerde polemiğe dönüşmüştür. Erzincan bu tweeti atmasının hemen ardından Türkçü-ırkçı kimi çevrelerin sahiplenip kendisini Alevilik konusunda referans gösterip her yerde yaymaya başlaması, öte yandan özellikle Kürt Aleviler başta olmak üzere birçok kesim tarafından tepkiyle karşılanmasına neden olan gelişmeler yaşandı.

Öncelikle şunu belirtmek isterim; bu meseleyi özellikle bir süre geçtikten sonra kaleme almış olmam kesinlikle bilinçli bir tercihtir. Çünkü Erdal Erzincan’ın söz konusu tweet’inden hemen sonra Alevi kamuoyunda başlayan tartışmalar; bir yandan Erdal Erzincan gibi algıları ulus devlet etkileşimdeki ortalama bir Alevi bakış açısını yansıtan bir kişiyi faşist ilan edenler, öte yandan “Erdal Erzincan’ı yedirmeyiz kimseye linç ettirmeyiz” diyenlerin olduğu bir ortam söz konusuydu.

Ortaya çıkan bu durum içinde sağlıklı bir değerlendirme yapmak güçtü. Bu nedenle tartışmaların biraz durulmasını, gelişmeleri gözlemlemeyi bekledim ve ancak şimdi bu konuda düşüncelerimi kaleme almak istedim. Sonrasında sanatçının an itibariyle en son açıklamasında, “incinen canlar varsa özür dilerim” minvalinde konuyu tatlıya bağlamaya çalışması olumlu bir adımdı. Fakat bu süreçte ortaya çıkan gerçeklik, tartışmanın kendisinden çok daha derin sosyo-politik arka planlara işaret etmektedir.

Bu sosyo-politik arka planlarını irdelemeden önce tartışmanın yöntemi üzerine birkaç söz söylemek isterim. Elbette Erdal Erzincan, Alevi toplumunda tanınan bir sanatçı olduğu için, onun sözleri tartışma yaratır. Yanlış ya da eksik değerlendirmeleri eleştirilir, tartışılır. Ancak bunu yaparken kişiyi rencide edici ifadeler kullanmak da doğru değildir. Çünkü bu, yapıcı bir tartışma yerine kutuplaşmayı derinleştirir.

Ne yazık ki ulus-devletin yerleşik bakış açısı, en demokrat Alevi çevrelerin bile bilinçaltına işlemiş durumdadır. Bu nedenle zaman zaman iyi niyetli kişiler bile, farkında olmadan bu ideolojik çerçevenin etkisiyle eksik veya yanlış tespitlerde bulunabiliyorlar. Bu yanılgıları kırmanın yolu, hedefe koyacak ithamlarda bulunmak değil; hakikati sabırla, bilgiyle ve tarihsel gerçeklerle ortaya koymaktır.

Öte yandan “Erzincan kesinlikle haklıdır, sonuna kadar yanındayız” deyip bu hataya koşulsuz destek veren kitle de aslında başka bir sorunu görünür kılmaktadır. Bu yaklaşım, hakikat arayışını gölgeleyerek, olayı düşünsel derinlikten koparıp yüzeysel bir bağlılık beyanına dönüştürür. Oysa mesele, Erdal Erzincan’ın kişiliği ya da sanatçılığı üzerinden değil, Aleviliğin tarihsel, dilsel ve inançsal çeşitliliğini doğru kavrayıp kavrayamamak üzerinden tartışılmalıdır. Nasıl ki Erzincan’ı bu açıklamasından ötürü hedefe koymak kutuplaşmayı derinleştiriyorsa, kendisinin de sonrasında özür dileme ihtiyacı hissettiği ifadesindeki hatalı söylemleri sahiplenip, aynı şekilde eleştirilemez bir dokunulmazlık zırhı yaratmak da tartışmanın sağlıklı biçimde ilerlemesini engeller.

Gerçekte yapılması gereken, bir sanatçının yanlış ya da eksik değerlendirmelerine takılıp kalmak değil; bu değerlendirmelerin işaret ettiği daha geniş sosyo-politik çerçeveyi tartışmaktır. Aleviliğin dili, kimliği ve tarihsel çoğulluğu üzerine konuşmak, kişisel savunuların ötesinde kolektif bir hakikat arayışıyla mümkündür.

×Erdal Erzincan’ın attığı tweet şu şekildedir:

“Alevilik, 72 milleti içine alan kadim bir gelenektir. ‘Kürt Alevi’ ya da ‘Türk Alevi’ diye bir tabir yoktur; Kürtçe konuşan Alevi, Türkçe konuşan Alevi veya Zazaca konuşan Alevi vardır. Aleviliğin lisanı hal dilidir, ibadet dili ise Türkçedir. Gelenek bize bunu böyle aktarıyor.”

Bu ifadelerde birden fazla sorun dikkat çekmektedir. Erzincan’ın açıklamasında bir diğer dikkat çeken unsur, Aleviliğin adeta bir etnodinsel kimlik gibi tanımlanmasıdır. “Türk Alevi yoktur, Kürt Alevi yoktur” sözleri, Aleviliği bağımsız bir üst etnisite olarak konumlandırma riskini taşır. Oysa Alevilik bir etnisite değildir. Yahudilik benzeri etnodinsel bir yapı gibi algılandığında, Aleviliğin çoğulcu ve kapsayıcı doğası zedelenmiş olur.

Gerçekte Alevilik; Türklük, Kürtlük, Araplık, Arnavutluk, Makedonluk gibi farklı etnik kimliklere sahip toplulukların içinde yaşattığı bir inançtır. Bektaşi dergahlarından, Dersim ocaklarına, Balkanlardaki Arnavut ve Makedon Alevilerden İran’daki Yarsan, Iraktaki Kakai-Şabek topluluklarına kadar geniş bir yelpazede farklı etnik aidiyetler bu inancı yaşatmışlardır.

Erzincan’ın tweetinde en çok tepki çeken “Aleviliğin ibadet dili Türkçedir” iddiası ise, tarihsel ve sosyolojik gerçekliklerle örtüşmemektedir. Zira Alevilik, tarih boyunca farklı coğrafyalarda farklı dillerle yaşatılmıştır. Aleviliği yalnızca konuşulan dil üzerinden tanımlamak, hem bu tarihsel çeşitliliği silmekte hem de onu tek tipleştirici bir yaklaşıma tıkamaktadır.

Erdal Erzincan’ın sözleri maalesef tam da bu indirgemeci bakışın bir yansımasıdır. Sosyal medyada, ulusalcı Türkçü kliklerce bu sözlerin alkışlanması, niyetten bağımsız olarak bu açıklamanın hangi politik bakış açısını cezbettiğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu yaklaşım, Aleviliği bir “üst kimlik” olarak tarif ederken, içerdiği etnik ve dilsel çeşitliliğini görünmez kılmakta, Aleviliğin çoğulcu tarihsel dokusunu tek bir eksene hapsetmektedir.

Oysa tam da bu noktada; Alevi topluluklarının belleğinde “yol bir sürek bin bir” sözü, aynı inanç bütünlüğü içinde farklı dillerin, deyişlerin, ritüellerin ve toplumsal örgütlenme biçimlerinin bir aradalığını ifade eder. Bu çoğulluk, parçalanmışlık anlamına gelmez; tersine, farklılıkların uyum içinde yaşadığı güçlü bir geleneksel sürekliliğe işaret eder.

Bugün Aleviliği tekil bir ulusal kimlik kalıbına sokmaya çalışanlar, aslında hem bu tarihsel mirası hem de Alevi topluluklarının yaşayan kültürel çeşitliliğini reddetmektedirler. Bu yaklaşım, Aleviliği daha çok siyasî bir araç hâline getirir; inançsal, kültürel ve toplumsal boyutlarını ise geri plana iter.

Aleviliği anlamak isteyenlerin yapması gereken, onu belirli bir ulusal kimliğin gölgesinde okumak değil; çok katmanlı tarihsel serüvenini, farklı dillerdeki ibadetlerini, değişlerini, cemlerini ve toplumsal örgütlenme biçimlerini birlikte görmektir. Ancak bu şekilde Aleviliğin otantik, kapsayıcı ve çoğulcu yapısı doğru kavranabilir.

Öte yandan Aleviliği başlı başına salt bir üst kimlik olarak tanımlayıp, tarihsel yapısının yalnızca Türk figürler ve Türkçe üzerinden şekillendiğini ileri sürmek, hem tarihsel gerçeklik açısından hem de inanç pratiğinin çeşitliliği açısından eksik ve yanıltıcıdır. Kızılbaş inanci ile doğrudan ilişkili olan Vefaiyye geleneği ve oradan çıkan Ebu’l Vefa el-Kürdî örneği, bunun en önemli göstergelerinden biridir.

Aleviliği Türklüğe ve Türkçeye bağlamaya çalışanların temel tezleri genellikle Şah İsmail ve 7 ulu ozanın anadilleri üzerindendir. Oysa Aleviliğin tarihsel köklerinde, Şah Ismail’den ötürü yalnızca Erdebil Tekkesi’ne veya Safevî etkisine indirgenemeyecek kadar çok katmanlı bir miras vardır. Aksi takdirde Aleviliği doğrudan Şiilikle paralel kılma riski ortaya çıkar ki bu, Aleviliğin kendine özgü otantik yapısını görmezden gelmek anlamına gelir.

Bugün halen yaşayan geleneksel Alevi müktesebatı elbette Safevî-Kızılbaş mirasından da beslenmiştir; fakat bu, onun tüm tarihsel oluşumunun oraya bağlanabileceği anlamına gelmez. Kaldı ki, Alevi mürşitler (dedeler-analar) ve onlara bağlı taliplerin çok büyük bir kısmı, özellikle Zazaki/Dimilli veya Kurmanci konuşan Kürt Alevi topluluklar içinde, modern ulus devlet öncesi zamana kadar tek kelime Türkçeyi veya o dönemki Osmanlıcayı bilmeden cem yürütmüşlerdir. Dolayısıyla örneğin bundan yüz yıl önce bu cemlerin Türkçe yapıldığını iddia etmek ve ibadet dilinin sadece Türkçe olduğunu ifade etmek doğru bir yaklaşım olmaz; ki ne dedenin, ne de taliplerin anlamadığı bir dil üzerinden ibadetin sürmesi düşünülemez. Alevi itikadında ibadette direkt iletişim ve etkileşim vardır ve başka birçok inancın aksine anlamadan/anlaşamadan o cemin yürütülmesine rızalık alınamaz.

Alevi-Kızılbaş ibadetinin ritüel dünyası yalnızca “Türkçe nefesler”den ibaret değildir. Doğrudur, Şah Hatayi, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet gibi isimlerin Türkçe deyişleri bugünkü modern Aleviliğin ibadet ritüelinde sıklıkla kullanılır; ancak bunlar geçmişten bugüne Alevi ibadetinin tek kaynağı değildir. Zazaki, Kurmanci gibi hatta balkanlarda Arnavutca ve Makedonca gibi bulunduğu coğrafyalarda da cemler yüzyıllarca kendi ana dillerinde yürütülmüştür. O nedenle Alevi ibadetini sadece tek bir dile Türkçeye indirgemek, bu geleneksel çeşitliliği silmek demektir.

Aleviliğin tarihsel ve güncel pratiğini yalnızca Türkçe üzerinden tanımlamak, Kurmanci, Zazaki ve diğer birçok dildeki Alevi pratiklerini görmezden gelir. Aleviliğin kendine özgü otantik yapısı, ancak bu çok dilli, çok katmanlı mirası kabul ederek anlaşılabilir; aksi halde egemen dar bir ideolojik söylemin malzemesi hâline gelir. Oysa Alevilik, tarih boyunca farklı coğrafyalarda farklı toplulukların katkısıyla şekillenmiş, inanç ve ritüel dünyasında sürekli bir etkileşim yaşamıştır. Bu, onu hem yerel hem de evrensel kılan en temel özelliktir.

Bugün cemlerin önemli bir kısmının Türkçe yapılmasının nedeni, tarihsel olarak hep böyle olması değil, modern ulus-devlet sürecinde dillerin asimilasyona uğramış olmasıdır. Eğitim ve kamusal yaşamın yalnızca Türkçe üzerinden inşa edilmesi, Kürtçenin başta okullar olmak üzere öğrencilerin kendi arasındaki iletişim dili bile olmaması için birçok yerde için özel gayret sarf edilmesi vs. Kürtçeyi geri plana itmiştir. Özellikle Alevi Kürt bölgelerinde çok daha etkili olan bu durum yeni kuşakların anadillerini unutmasına, ibadetlerin de Türkçe yapılmasına yol açmıştır. Bu durum, ulus-devlet politikalarının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır; yoksa Aleviliğin kadim geleneği böyledir demek tarihsel gerçeklikle bağdaşmaz.

Dolayısıyla modern zamanlarda Türkçe ibadet etmek, Aleviliğin doğal bir pratiği değil, sosyo-politik baskılar ve dil kaybının yarattığı bir zorunluluktur. Bu gerçeği göz ardı ederek, Türkçeyi sanki öteden beri ibadet diliymiş gibi sunmak, hem tarihsel sürekliliğe aykırıdır hem de Kürt Alevilerin kimliğini silikleştiren bir yaklaşımdır.

Sonuç olarak Erdal Erzincan’ın sözleri üzerinden yürüyen tartışma, Aleviliğin dil, kimlik ve inanç bağlamında nasıl tanımlandığına dair daha geniş bir meseleyi açığa çıkarmıştır: Alevilik, tek bir dile veya etnisiteye indirgenemeyecek kadim bir inançtır; farklı coğrafyalarda farklı topluluklarca farklı dillerde yaşatılmıştır. İbadet dili, o topluluğun anadilidir. Türkçeleşme ise modern ulus-devlet politikalarının sonucudur, tarihsel bir gerçeklik değildir.

Bir diğer önemli nokta, bugün Kürt kimliği ve dili, bu coğrafyada tarih boyunca sürekli ötekileştirilmiş, bastırılmış ve illegalize edilmeye çalışılmıştır. Dolayısıyla mazlumdan yana olan Alevi hakikati bağlamında yapılması gerekenler; Kürtlerin bastırılmaya çalışılan kimliğini daha da silikleştirmek değil, aksine onların dilsel ve kültürel haklarını savunmaktır. Bu anlamda Aleviliğin çok dilli, çok kimlikli mirasına sahip çıkmak, Kürt Alevilerin önemli oranda unutturulan anadillerini ve kimliklerini görünür kılmaktır. Bu, hem Aleviliğin özüne hem de onun mazlumdan yana olan hakikat ilkesine uygun bir tavır olacaktır. Diğer taraftan Türk kimliğini öne çıkarmak veya ibadet dilini yalnızca Türkçeyle sınırlandırmak, egemen bir yapının tahkim edilmesi anlamına gelir. Oysa Türk kimliğinin böyle bir desteğe ihtiyacı yoktur; devlet ve hâkim ideoloji zaten bunu fazlasıyla sağlamaktadır.

Benzer Haberler